Saffet hocamızı bir hatırlayalım

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

04 Eyl 2017 10:26
  • 1960’lı yılların başlarında İzmir’de Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu. Başkanı Saffet Solak hoca idi. O zaman doçentti. Derneğin neşrettiği dergide güzel yazılar yazar ve makalelerine Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nurlarından da alıntılar, ilaveler yapardı. Biz bazan sohbetlerine katılırdık. Heyecanlı konuşurdu. Hz. Mevlana’an ibretli konular, temsiller naklederdi. Ege Üniversitesindeki mücadelelerini ve sıkıntılarını da işitirdik… Bunları, Ömer Özcan Bey’in, merhum Prof. Dr. Saffet Solak ile yaptığı görüşmelerini aktararak arzetmeye çalışacağım: 

    Ö.Ö. –Ege Üniversitesindeki hizmetleriniz?
    - 1959’da Ege Üniversitesine Patoloji Kürsüsünü kurmak için İzmir’e geldim. Patoloji’yi kurdum. Ege Üniversitesinde dersler verdim. Tedrisatı başlattım. (Benden önce gelen bir hoca varmış, o ölünce beni göndermişlerdi.) Herşeyi yapılandırdım, imtihanları yapıyordum, herşey mükemmeldi. Sonra Ankara’dan solcu bir hoca geldi; Sezen Aksu’nun kayınpederi olan Yavuz Aksu… O, ateist, acaip bir adamdı…

    Ö. Ö. – Bunu yazmayım mı Hocam?
    - Yaz… Yaz tabi!... Onun yanına bir de, 1960 İhtilalinde Süreyya isminde bir hoca daha geldi patolojiye… Bu ikisi birleştiler, beni çağırdılar ve dediler: “Sen ne zaman gideceksin?” “Nereye? Ben gidecek falan değilim!” dedim. Birkaç gün geçti yine çağırdılar, yine aynı baskı… “Siz niye soruyorsunuz?” dedim. “Sen doçent olmak istiyorsun!” “Siz yapacak değilsiniz ya! Bunun usûlu var, jürisi var. Hattızatında bu zatın doçent sizin profesör olduğunuz bir yerde, benim için doçentlik de az, profesörlük de az… Bir daha beni çağırmayın. Elinizden geleni yapın.” dedim. İki gün sonra bilimsel yetersizlik bahanesiyle hakkımda tard –kovup uzaklaştırma kararı aldılar. Karar bana tebliğ edilmeden evvel sabahleyin erkenden kalktım, Vehbi Göksel isminde bir dekan vardı ona gittim. “Müsâde eder misiniz, ben bir İstanbul’a gideceğim.” dedim. Bir hafta resmi izin aldım. Tâ ki devamsızlıktan bırakmasınlar diye. Doğru İstanbul’daki patoloji hocasına gittim. Ona dedim ki, “Ben doçentlik tezi yapmak istiyorum, fakat benim için tard kararı aldılar… “Allah Allah!.. Kimmiş bunlar yahu?” dedi. Bir masanın üzerinde akşama kadar patoloji tezime çalışıp akşam da aynı masanın üzerinde yatardım. Fakat bir hafta bitiverdi. Fakülte Sağlık Kuruluna müracaat ettim. Kurul toplandı. Kurul Başkanı hoca dedi ki: “Evet delikanlı neyin var? Anlat bakalım?” “Özür dilerim sizlerden… Size karşı edebim müsaade etmiyor ama, mecburum söylemeye. Ben hasta falan değilim. Doçent olmak istiyordum. Fakat beni iki kişi tard kararı ile uzaklaştırdılar.” dedim. “Allah Allah! Nasıl olur yahu? Peki niçin seninle uğraşıyorlar?” dedi. Anlattım: “Efendim, Ege Üniversitesi İstanbul’un değil de Ankara’nın uzantısı olsun istiyorlar.” dedim. Tabi ‘Asıl sebep, benim inançlı ve namazlı olmam’ diyemezdim ki. Fakat bu çok tuttu ha. “Bak şunlara, bunlar ne biçim adamlar be?” dedi. Sekreterine döndü: “Yaz kızım! Üç buçuk ay, tekrar muayene kaydıyla bronşit…” Bu şekilde tekrar tekrar raporumu aldım, tezime çalışmaya devam ettim.

    “Tezimi yaptım sınava girdim. En sonraki safha ders verme safhasıydı. Jürinin önünde ders veriyorsunuz. 45 dakikalık bir ders. 44 dakikada bitirirsen bırakırlar, 46 dakikada bitirsen yine bırakırlar. Ben bir cesaret ve celâletle cep saatimi çıkardım, masaya koydum: “Dersanenin saati dördü sekiz geçiyor. Ben bu küsuratlı saatle hareket edemem, onun için saatimi dörde alıyorum, jüri de istiyorsa, lütfen saatini ayar etsin” dedim. Jüri oturuyor karşımda: ateş gibiydim, dersimi verdim bitirdim. Jüri çok beğendi. O akşam, patoloji üzerine doçnet oldum.

    “Sabah otobüse bindim ve İzmir’e geldim. Yeni bir dekan gelmiş. Patolojiden telefon ettim. ‘Raporum bitti, vazifemin başındayım…’ dedim. ‘Saffet Bey beş dakika buraya gelir misin?’ dedi. ‘Tabii’ dedim dekana gittim. ‘Senin için bir karar almışlar, sen raporlu olduğundan tebliğ edememişler. Ben tebliğ edeyim sana.’ dedi. Artık perdeyi yırttık ya: ‘Ne kararıymış bakayım o?’ dedim. Karara baktım; ‘Asistan Saffet Solak bilimsel yetersizlikten dolayı atılmıştır…’ Dekana dedim ki: ‘Burada Asistan Saffet Solak diyor. Ben doçentim.’ ‘Ne zaman oldun?’ dedi. ‘Akşam oldum!’ dedim. Adam kıpkırmızı oldu… Berbat olmuştu ama. ‘Peki bunu ne yapayım şimdi?’ demeye başladı. Orada öyle bir şey söyledim ki, onu şimdi edeben tekrar edemem!.. Bütün bunların asıl sebebi hissiyat-ı diniye sahibi oluşumdur. Babaannemin abdestli ellerini kirli kabul eden zihniyet! Elit tabaka ve avam meselesi, asıl mücadele budur. (…) 

    “Neyse, işte kariyer yapma çalışmalarım, belli zihniyet sebebiyle böyle zorluklarla geçmişti. 1980 İhtilalinden sonra Ankara’ya gitmiştim. Hacı Bayram Camiinin bulunduğu yerde kahveler vardır ya, orada oturuyordum. Fethi Gemuhluoğlu, geldi. Konuşurken ‘Hayrola niye geldin?’ dedi. ‘Profesör oldum da, onu tasdik ettirmek için geldim’ dedim. ‘Oldun mu?’ dedi hayretle. ‘Oldum!’ dedim. Yanımızda caminin hocalarından Eyüp Hoca vardı. Ona dedi ki: ‘Sen yarın saat 10’da şu minareye çık: -Ey Ahali! Saffet Solak profesör oldu. Bu ne demek biliyor musunuz? SAĞIRIN HÜKMÜ KALMADI ARTIK demektir.’ diye ilan et’ dedi.”

    Evet bütün zulümler, gadirler, diktatörlükler bir gün böyle biter işte… Yeter ki, sen, üzerine düşeni yap, aktif sabırla işine ve yoluna devam et!.. 

    Abdullah Aymaz 
    04 Eyl 2017 10:26
    YAZARIN SON YAZILARI