Balkan Gülleri; Mehmet Akif Ersoy ve Yahya Kemâl Beyatlı


Balkanlar, şairleri ve feryatları bol bir coğrafyadır.  Biz daha çok Yahya Kemâl’i ve Mehmet Akif'i tanırız. Daha doğrusu biliriz. Halbuki bilmek başka tanımak başkadır. 

Millî mücadele dönemlerinde bu topraklara (Balkanlara) Türkiye'den tabuta konarak getirilen Ataullah Hoca şairdir. Talebesi medrese muallimi olan Fettah Rauf da duygularını düşüncelerini şiirin diliyle ifade edenlerdendir. Bir dostumun evinde matbu şiir kitabını görmüştüm Fettah Rauf’un. Günümüzde ise İlhami Emin devrilmeyen bir çınar gibi hemen her alanda verimli olmuş son dönemin dev bir balkan şairidir. Makedonya yazarlar birliği tarafından “edebî asa” ödülüne layık görülmüş ve emeklilik döneminde ise o kadar edebî meşguliyetlerinin arasında “Makedonya Zaman Gazetesine” her türlü desteğini vermekten geri durmamıştır.  Bir dönem az da olsa beraber çalışma şerefine erdiğim bu abide şahsiyeti, rahmet ve saygıyla anıyorum. 

Daha da eskilere gidersek, neredeyse şehirlerin şâhı İstanbul'da yaşadığı kadar şairlerin balkan topraklarında da yaşadığını ve duygu ve düşüncelerini gönüllere nakış nakış işlediklerini görürüz.  Mesela şair Hayreti, sevgilisi terk ettiğinden Vardar nehri gibi gözyaşı döker.  Müptela olduğu bu aşk derdinden dolayı da Üsküp meydanları ona dar gelir.  

“Hayretî’nün başına Üsküp şehirin tar(dar) idüp
Gözleri yaşını Vardar itme lutf it(lütufta bulun) gitme gel”

İshak Çelebi’ye göre ise, kendi şehri olan Üsküp’ü görmeyenlerin ömrü boşa geçmiştir. Üsküp’ün ortasından akıp giden Vardar nehri, cennetin yüzü suyudur:

“Âh ol kişiye kim geçüre rûzgârını
Görmek müyesser olmaya Üsküb diyârını
Enhâr-ı cennetün yüzi suyı degül midür  
Farzâ ki öğmedün tutalum Vardar’ını”

Rum'da şiirin kaşanesini kurduğu ifade edilen ve klasik Türk şiirinin kurucuları arasında bulunan Mesîhî, Priştina’lıdır (1481,1512).  “Mersiyesi” ve “Bahariyesi” meşhurdur. Mesîhî; ağızdan ağıza dolaşmış, eskimiş sözleri ağzına şiir diye almaz.

“Almazam agzuma ben ma 'ni-i hâyîdeyi hîç
Degülem tıfl ki hâyîde idinem iftâr”

Priştine’ye komşu bir şehir olan Prizren’de yetişen ve bu şehirle özdeşleşen bir diğer büyük Türk şairi de Suzi Çelebi’dir. O döneme ait önemli bir tarihî kaynak da sayılan, 15 bin beyitten oluşan “Gazavât-nâme” adlı eserinde katıldığı savaşları manzum olarak kaleme almış. 

Fakat bu kadar şairlerin içinde balkanlarla bizim aramızda köprü olması bakımından en önemlileri şüphesiz Üsküplü Yahya Kemal ve İpekli (babasından dolayı) Mehmet Akif Ersoy’dur. Mehmet Akif’in “Safahat” adlı eseri başlı başına bir deryadır. Yaşadığı dönemdeki olayları, fikirleri her okuyanı içine çekebilecek şekilde kolay bir anlatımı vardır. Ve bu her şaire nasip değildir. “Sözüm odun gibi olsun doğru olsun yeter” diyor ama bu derece etkili bir anlatımda odunluğun ve kabalığın zerresine rastlamak mümkün olmaz. Süleyman Nazif’in dediği gibi “Allah’ın şehitleri gibi şairleri de vardır” cümlesini fazlasıyla hak eder. Bir “Çanakkale Destanı” şiirini baştan sona okumak bile ne demek istediğimizin anlaşılması için yeterlidir.  

Yahya Kemal Beyatlı ise bu toprakların söz incisini şiirin diliyle ifade eden usta bir şairdir. Kültür, edebiyat, sanat ve tarihin kokusu olur mu? Kültür, edebiyat, sanat ve tarih hamurundan meydana gelen bu şairin şiirleri de Hafızın mezarındaki rindane güller gibi bayıltan kokular saçar işte. Rakofça kırlarından kalma yiğit nağraları tarihin vadilerinden yankılanarak kulağımıza kadar ulaşır. Onda “kendi gök kubbemizi” görürsünüz. “Bir bayram sabahının” saf ve temiz sevinci yüzünüze vurur, kalbinizde derin bir heyecan yaratır. 

Fakat bu iki Rumelili şair bu topraklarda pek bilinmez. Akif’le Yahya Kemal’i herkes duymuştur aslında. Fakat duymak başka bilmek, hattan anlamak daha başkadır. 

Ortadoğu, Türkiye ve Balkanları çizgisi içindeki hâkim olan ırkçılık atmosferi sebebiyle bu iki mütefekkir şairi çok da olduğu gibi göremeyiz, algılayamayız. Alman asıllı Göte (Goethe) gibi,  İngiliz asıllı William Shakespeare (26 Nisan 1564 – 23 Nisan 1616) gibidir onlar. İnsanlığa hitap ederek, yerel malzemeyle evrensel binalar meydan getirmişlerdir. 

Bu iki dev şairi evrensel boyutta tanıtmak için neler yapılmalıdır? Çok şey yapılabilir ama ilk önce bizim bu iki dev şairi anlayış ve bakışımızda devrim yapmamız gerekir. Araplarla başlayan İslamiyet nasıl sadece Arapların dini değildir, bütün insanlığa hitap eder. Türk milleti içinde fikirlerini sanat ve şiirin diliyle ifade eden bu tür şairlerin de evrensel olduğunu, ufukları itibarıyla bütün bir insanlığa hitap ettiklerini iyi anlamız ve idrak etmemiz gerekir. Yani Onları takdimde ırkçı ambalajlar kullanmamalıyız.  Sonrası kolay! 
<< Önceki Haber Balkan Gülleri; Mehmet Akif Ersoy ve Yahya Kemâl Beyatlı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER