Türkiye'de gazeteciliğin bittiğinin resmidir

Tarık Toros Türkiye'deki hukuksuzluklara gerekçe yapılan OHAL'in PR'ını yapmak için bir biriyle yarışan gazetecileri yazdı

samanyoluhaber.com



“GERÇEK BİBERDİR” OLİMPİYATLARI

Bir ülkede sağlıklı kamuoyu oluşması için en elzem araçlardan biri “hür medya”dır.

Bunu son dönemde çok daha iyi alıyoruz.

Kelimenin tam anlamıyla “gerçek biberdir” dönemi hüküm sürüyor.

Açayım biraz:

Düne kadar siyasetçiler çarpıtırdı.

Şimdi bunu, kendine “ana akım” diyen gazeteciler yapıyor.

Misal… Cumhurbaşkanı, işine öyle geldiği için, “Başkanlık sistemi diktatörlük getirirmiş. Amerika’da diktatörlük mü var?” diye konuşabilir.

Ve fakat…

Bu neviden bir “tespiti” kurumsal medyanın hemen tamamı yapmaya başlamışsa…

Doğru bilgiye aç vatandaş için yapacak çok bir şey de kalmamıştır.

Halkın sınırlı olanaklarla bildiklerini hayatla yüzleştirmekten başka şansı yok maalesef.

Örneklerle devam edelim.

Yukarıdaki “başkanlık sistemi ve diktatörlük” tespitinin…

Medya izdüşümünü “olağanüstü hal” haberlerinde yaşadık, yaşıyoruz.

Eğer…

“Gerçek Biberdir Olimpiyatları” düzenlense favorim açık ara Hürriyet’in başlığı olurdu:

-ABD’de 4 eyalette OHAL ilan edildi. Binlerce asker hazır bekliyor!

Halbuki…

Uygulama, rutin kasırga önleminden başka şey değildi.

Geçen…

İki tanınmış gazeteci Brüksel’den bildirdi: “Her yerde eli silahlı askerler, askeri araçlar… Otel lobisinde bile kontrol var!”

Yüzüme karşı söyleseler, şunu derdim:

-Kardeşim, orada kaç bin kişi tutuklandı, kaç yüz bin kişi kamudan atıldı? Kaç medya kapatıldı, kaç yüz şirkete el kondu?

Nitekim sokağa atılan ve ölümle yüzyüze bırakılan tüm OHAL mazlumlarının…

Tekirdağ açıklarında üç kurşunla öldürülen yunus balığı kadar değeri yok bu ülkede!

Dumura mı uğradık, zihin felci mi yaşıyoruz, bilmiyorum.

Bildiğim, bedelini hep beraber ödeyeceğiz ve sızlanma hakkımız olmayacak!

Geçelim.

Bir başka tuhaflık “başkanlık sistemi” tartışmasında yaşanıyor.

“Ne yani, halka soralım, ne derse o olsun. Hem halka sorulmasından niye bu kadar korkuyorsunuz?”

Böyle yazılar çıkıyor “ana akım”da.

Yanına kutu açıp “İngiltere-Brexit” örneğiyle dengelemezler mi… Gazetecilik bitti ama editoryal zıpırlık ölmemiş, dedirtiyor.

Muhakemeyi çoktan bir poşete koyup duvara astığımız için kimsenin aklına şunu sormak gelmiyor:

-Tamam arkadaşım, başkanlık sistemini halka soralım. Lakin, ülkede serbest medya mı kaldı? Aksi yönde yayın yapacak mecra mı var?

Çağrılar yapılıyor köşelerden:

“Liderler ekranda kozlarını paylaşsın!”

Yahu…

Muhalefet liderlerini tek başına konuk edemiyorsunuz, hele bir tanesi bir buçuk senedir ekran yasaklı, birlikte çıkarmayı mı başaracaksınız?

Gerçek acıdır, biber de acıdır.

Gerçek biberdir!

Felsefe bu.

Her gün onlarca yalan söyleniyor.

Bunu düzeltecek olan yegane unsur gazeteciliktir.

Gazeteci, doğru bilgiyi araştırır, tarafları sıkıştırır.

El Cezire muhabirinin bizim Başbakan Yardımcısı’na yaptığı gibi:

MUHABİR: Darbe girişiminin ardından hapishanelerde yer olmadığı için 38 bin kişi tahliye edildi.

BAŞBAKAN YARDIMCISI: Belli ki siz Gülenist zırvalarını çok okumuşsunuz.

MUHABİR: Hayır bu The Wall Street Journal’ın haberi. Yaptınız mı yapmadınız mı? Evet ya da hayır?

BAŞBAKAN YARDIMCISI: Evet ama…

MUHABİR: Propaganda yapmıyorum bu doğru.

BAŞBAKAN YARDIMCISI: Hayır ben sadece başta söylediklerine atıfta bulundum.

MUHABİR: Yani Uluslararası Af Örgütü, Gülen propagandası mı yapıyor?

Soru gibi sorularla karşılaşınca afallar kalırsınız.

Anca, kem küm…

Türkiye’de rahatsız edici soru sorma dönemi kapanalı yıllar oluyor.

Ardından sorgulamayı bıraktık.

Yalan yalan üstüne… Medya aynen basıyor, “check” etme gereği bile duymuyor.

Küçük bir örnek daha:

Cumhurbaşkanı, Ezidileri kastederek, “Kapılarımızı biz size açtık. Hristiyan demedik, ayrım yapmadık, kapımızı açtık ama şimdi bazı yanlış oyunların içine giriyorsunuz” diyor. Kimse çıkıp “Burada bir hata var, Ezidiler Hristiyan değil ki” demiyor. (Detayını merak eden, Tayfun Atay’ın Cumhuriyet’teki 17 Ekim tarihli yazısını okuyabilir.)

Popüler konuya gelelim.

Bir Musul harekatı var, Türkiye’nin istenmediği ve olmadığı.

İlk gün…

Türk Dışişleri Bakanı’nın “Hedefimiz El Bab’a kadar gitmek” sözü birinci sayfalarda.

Yine o günkü gazetelerin birinci sayfalarına bakın:

-Koalisyon uyurken biz vuruyorduk (Akşam)

-Mercidabık, gittik aldık (Takvim)

-63 ülkenin yapamadığını bir günde yaptık (Güneş)

-Dabık tamam, sıra El Bab’ta (Hürriyet)

-24 saatte Dabık (Karar)

-Dabık, Türkiye destekli ÖSO’ya 24 saat direnebildi (Star)

Birini özellikle sona sakladım.

Gaziantep’te IŞİD canlı bombası kendini patlatıyor, üç polisimiz şehit oluyor.

Habertürk’ün başlığı şu:

-Gaziantep hücresine darbe vuruldu, Dabık’ta hüsrana uğradı. DEAŞ’ın beyni patladı

Ortalık yalandan, çarpıtmadan, saptırmadan, fotomontaj manşetlerden geçilmiyor…

Biz ise oturmuş, Kürk Mantolu Madonna’yı şarkıcı Madonna zanneden bir televizyon figürü üzerinde tepiniyoruz.

Niye?

Cem Yılmaz’ın bile üzerine esprili tweet atıp uğraşabileceği “zararsız bir konu” da ondan.

Kimsenin başına bir şey gelmez nasılsa!

Haberiniz var mı, Alman parlamentosu Ermeni soykırımını kabul edince davul zurnayla geri çektiğimiz büyükelçimiz geçenlerde sessiz sedasız Berlin’e döndü.

Hani nerede “Nazi ürür, kervan yürür” manşetleri?

Ne çabuk unuttuk!

Elçinin dönüşü, iki satır haber bile olmadı.

Çok örnek var, kitabı yazılır.

Hoş, bugüne kadar yazılanlar neye yaradı diye düşünmeden edemiyor insan.

Aklınıza mukayyet olun, vesselam.

 
<< Önceki Haber Türkiye'de gazeteciliğin bittiğinin resmidir Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER