Şeyh Şâmil’in Torunu Said Şâmil Bey

Samanyoluhaber.com yazarı Safvet Senih, 'Şeyh Şâmil’in Torunu Said Şâmil Bey' başlıklı yeni yazısında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin talebelerinden hatıraları aktarıyor.

SHABER3.COM

Şeyh Şâmil’in Torunu Said Şâmil Bey

Merhum Said Şamil Beyle ilgili ilk bilgileri Necmeddin Şahiner Ağabeyin “Aydınlar Konuşuyor” ve “Son Şahitler-5” kitabından elde ettim. Merhum Mustafa Birlik Ağabeyden dinlediklerim de var. Ama, Ali Ulvî Kurucu Ağabeyin Hatıralar-3 kitabında genişçe yer verilmiş:

Sultan Abdülaziz zamanında Medine’ye ailesiyle beraber gelen Meşhur Şeyh Şâmil’in oğlu Kamil Paşa’nın oğlu Said Şamil Medine’den,  1908’de ailesiyle beraber İstanbul’a dönmüştü. 1960’tan sonra Medine’ye geldi ve 1972 yılına kadar on iki sene kaldı. Said Şamil bekardı. Evi bir akademi bir dergah bir medrese gibiydi.

Said Şamil Beyin bütün düşüncesi, endişesi Müslüman dünyası idi. Her gün muhtelif dillerde yabancı radyoları dinler, gazeteleri okurdu. Tarihî ve siyasî bilgi ve tecrübesi çok fazlaydı. 

Bu mütevazi zât şöyle derdi: “Allah makamını Cennet eylesin, dedem Şeyh Şamil’in hatıraları, ruhumda heyecanlar uyandırıyor. Onun Ruslarla fâsılasız otuz beş yıl devam eden cihadını, muharebelerini hatırladıkça, kendimden utanırım. Derim ki; ‘Ey talihsiz, derbeder beceriksiz Said! Sen o dedenin torunu musun?’  

Hatta bazı dostlar: ‘Said Bey, niçin hatıratını yazmıyor?’ derler. Böyle diyenlere şu cevabı veririm: ‘Hatırat olarak bizden sonrakilere ne bırakacağız? Benim hayatım hep mağlubiyetle, hezimetle geçti. Tarihte bir iş göremedim, maalesef. Ne yazacağız? Şurada yenildik, burada yenildik mi diyeceğiz? Maalesef bu hususta talihsizim.” 

Said Şamil Bey, İslam dünyasından çok kimseleri, devlet büyüklerini ve mühim başkanları yakinen tanırdı. Ama isim vermeden şöyle dertlenirdi:

“İslam dünyasındaki ÇÖKÜNTÜ, ZAAF, ÇÖZÜLME, PÖRSÜME sadece askeri sahada olmamıştır. RUHÎ sahada, AHLÂKÎ sahada olmuştur. SAMİMİYETSİZLİK, MAKAM-MEVKİ UĞRUNA TAVİZLER VERMEK, daha ileri gidip şahsiyetini, imanını fedâ etmek, alıp yürümüştür. Bu illetler devam etmektedir. İnsanı asıl üzen budur.”

1967 yılında Mısır, Suriye ile, İsrail Harbi olurken, Said Şâmil Bey çok üzgün ve telaşlı idi. Şöyle diyordu: “Mısır askeri harbe alışık değildir. Bilhassa işe Amerika gibi, İngiltere  gibi, Fransa gibi devletlerin erkân-ı harpleri (kurmayları) de karışmış ise, Mısır bu işin içinden nasıl çıkabilir? İşin başında, büyüklük (kibir) hastalığına tutulmuş, Cemal Abdünnasır var. Adam imparator olmak istiyor. Kendi milletini nutuklarıyla uyutup aldattığı gibi, bütün dünyayı da aldatacağını zannediyor. Akıllı insan bu harbe girmez.”

O günlerde U’THANT isimli, Birleşmiş Milletler Teşkilatının bir Genel Sekreteri vardı. Cemal Abdünnasır’ın bir isteği üzerine adam Kahire’ye gelmiş. Abdünnasır, U’THANT’tan Birleşmiş Milletler askerlerinin, İlât Limanından çekilmesini istemiş. Bunun üzerine U’thant (tâ) Kahire’ye kadar gelmiş ve sormuş: “Biliyorsunuz, bu kuvvetlerin İlât’tan  çekilmesi demek, harbe râzıyım, harp istiyorum, demektir. İşin ciddiyetinin farkında mısınız? Yoksa bu talebiniz, siyasi bir manevra mıdır? Bunun için kendim geldim. Cevabınızı bizzat öğrenmek istedim.” demiş. Bunun üzerine Abdünnasır’ın cevabı şu olmuş: “Harp hoş geldi, safâ geldi!..” Abdünnasır’ın bu cevabı üzerine geçirdiği şaşkınlığı U’thant şöyle anlatmış: “Abdünnasır’ın bu cevabı karşısında şaşkınlıkla, elimdeki fincandaki sıcak kahveyi bir yudumda içmişim! Ağzım, boğazım öyle bir yandı ki, günlerce perişan oldum; yemek yiyemedim.”

Said Şamil Bey, U’thant’ın sözlerini Fransız gazetelerinden okuyunca şöyle dedi:

“Düşünün, elin gavuru, harbin Mısır’a getireceği KORKUNÇ NETİCEYİ tahmin ettiği için Abdünnasır’ın pervasız, SORUMSUZ tavrı karşısında, sıcak kahveyi yutup boğazını yakacak kadar DEHŞETE düşüyor da, bu DELİ’nin, kendi milletine vereceği zarardan haberi yok!...  Karşısında Amerika’nın teyid  ettiği, İngiltere’nin varlığını taahhüd ettiği, bütün Mason âleminin karargâhı olan İsrail var, adam ‘Harp, hoş geldi, safâ geldi!..’ diyor.”

Abdünnasır o günlerde bir heyecan fırtınası hâlinde Arap âleminin yüzde doksanını kendine bağlamış, arkasında sürüklüyordu. Nutuk, nutuk, nutuk; slogan, slogan, slogan... Bütün heyecan. Gençlik Abdünnasır’ın âşığı, kara sevdalısı, delisi idi. Onlara, ÖZLEDİKLERİ PARLAK LÂFLARI söylüyor, akıllarını başlarından alıyordu.

Daha sonra da 1980’li yıllarda Libya’da Kaddafi sahneye çıkmıştı. Said Şamil, onun hakkında düşüncesi sorulunca şöyle derdi: “Bu sualden maksadınız, herhalde, Kaddâfi’nin İslam’a hizmet edip etmeyeceğini öğrenmektir. Kendisiyle görüşmedim. Ama konuşmalarından ve yaptıklarından edindiğim kanaate göre, ben onun aklından şüpheliyim.”

Said Şâmil yaşayıp bir de Saddam Hüseyin’in, Müslümanlara verdiği zararı görseydi bilmem ne derdi? Saddam’ın verdiği mânevî zarar hadsiz olmakla beraber, yalnız maddi zarar 500 milyar dolardı. Bu para ile bütün İslâm ülkelerinde sulanmamış (ihyâ edilmemiş) bir karış toprak kalmazdı…

Said Şamil, Âlem-i İslamın başındaki BEYİNSİZLERİ, SLOGANLARIN  çoğunu yakından tanıdığı için kahroluyordu. Müslüman halkın nereye sürüklendiğini görüp de elinden bir şey gelmeyince dertleri üst üste katlanıyordu. Ona göre her şeye rağmen Üstad Bediüzzaman, büyük bir ümitti…

SAFVET SENİH / Samanyoluhaber.com
<< Önceki Haber Şeyh Şâmil’in Torunu Said Şâmil Bey Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER