Demirel'in son marifeti!

Yeni Demirel, elit kompleksine yakalanmış statükocu çevrelerin en muteber, en gözde adamıdır. Demirel’in politik yaşamında iki dönem...

Demirel'in son marifeti!

Demirel’in eski gözdesi Türk halkı, Yeni Demirel’i sessiz, sakin, ama ibretle ve hüsran duygularıyla seyrediyor. DOKUZUNCU Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in politik yaşamında iki dönem var ve bu iki dönem arasında bariz farklar, hatta yüzde yüz zıtlıklar mevcut. Demirel’in politik yaşamının birinci dönemi, politikaya ilk adım attığı 1962 yılından Cumhurbaşkanı seçildiği 1993’e kadar geçen süreyi; ikinci dönemi ise Cumhurbaşkanı olmasından günümüze kadar geçen süreyi kapsar. 1960’ların ortalarından 1990’ların ortalarına kadar Türkiye siyasetinde rol alan aktörler içinde halkın çoğunluğunun favorisi daima Süleyman Demirel’di. Bu yüzden yapılan her seçimde (yasaklı olduğu yıllar hariç), başında bulunduğu ya da destek verdiği partiler ya tek başına çoğunluk sağladı ya da kurulacak koalisyonların birinci partisi oldu. Çünkü bu dönemin Demirel’i; bir demokrasi havarisi, milli iradenin üstünlüğü savunucusu, büyük ekonomik hamlelerin öncüsü olan bir politikacıydı. Ona göre demokrasi, ‘çoğunluk iradesi’ demekti. Ama kimi kurum ve çevreler çoğunluğun oyunu ‘cahil oy çoğunluğu’ olarak görüyor ve kendilerini bu çoğunluğun iradesini işlemez kılmakla görevli sayıyorlardı. Tokmak kimin elinde? Türkiye’de çoğunluğun azınlığı ezmemesi için her tedbir alınmıştı; ama azınlığın çoğunluğa tahakkümünü önleyecek tedbir yoktu. Türkiye’nin yönetilmesinde mevcut olan sancının kaynağı bu idi. Bu Demirel, milli iradeyi meşruiyetin yegáne kaynağı olarak görüyor, parlamentonun iradesinin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla, hükümetin icraatlarının Danıştay kararlarıyla işlemez hale getirilmesine isyan ediyor, bu durumu ‘Davul benim omzumda, tokmak başkasının elinde’ diyerek eleştiriyordu. Bu Demirel, şahsına ve iktidarına karşı yapılan eleştirilere karşı hoş görülü idi. Eleştiriyi aşıp hakarete başvuranları bile tazminat davalarıyla dize getirmeye kalkışmamıştı. İktidarını protesto için yürüyüşler yapılmasını, ‘Yollar yürümekle aşınmaz!’ diyerek özgürlükçü bir anlayışla karşılıyordu. Herkese bir ekmek kapısı açabilmenin gayreti içindeydi. Uluslararası standartlarda yollar, köprüler, barajlar vb. inşa ederek Türkiye’yi mamur, Türk milletini müreffeh bir konuma yükseltmenin aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Fikret Otyam gibi iflah olmaz muhaliflerinin gözünde bile, Türkiye’nin kalkınmasının derin heyecanını duyan; ülkeye kazandırılan bir altyapı hizmeti, bir medeni eser karşısında gözleri parlayan bir Demirel imajı yaratabilmişti. Bu Demirel’e göre halkın meşru ve makul talepleri yerine getirilmeliydi. Halk, çocuğuna din dersi verilmesi için okul istiyorsa devlet bu okulları açmalıydı. Devlet eliyle din öğretimi yapılmasının Tevhid-i Tedrisat yasasına aykırı olduğunu söyleyenlere, ‘Eğer Tevhid-i Tedrisat yasası, devletin, halkın çocuklarına dinini öğretmesine engelse, burada yanlış olan devletin din öğretmesi değil, buna mani olan Tevhid-i Tedrisat yasasıdır.’ diye karşılık veriyordu. Hazinenin yetmiş sentlik dövize muhtaç olduğu günlerde bile, hacca gitmek için müracaat eden vatandaşa döviz tahsisatı yapılmasını istiyor; ‘Tarlasında, bağında, bahçesinde, atölyesinde çalışarak değer üretmiş vatandaşıma devlet hac için gerekli dövizi bulmalıdır!’ diyordu. Çünkü politika milletin sorunlarına çözüm üretme aracıydı ve ancak bu amaçla yapılırdı. ‘İşte çağdaş Türkiye’ Yeni ya da statükocuların Süleyman Demirel’i ise Cumhurbaşkanı olduktan sonra halkın Demirel’inin bütün iddialarından vazgeçmiş, önceden baş tacı saydığı halkın hissiyatına ve duyarlılıklarına sırt çevirmiştir. Artık, ‘Türkiye’de sesi çok çıkan, eli her yere uzanan bir azınlık var; bir de sessiz, sakin, kendi halinde bir çoğunluk var; biz işte bu ikincinin temsilcisiyiz, sessiz çoğunluğun sesiyiz!’ diye meydanları inleten Demirel’den nam-ü nişane kalmamıştır. Yeni Demirel bugün, vaktiyle sesi çok çıkan azınlık olarak nitelediği kesimlerin; ‘Bu ülkede bizim istemediğimiz hiçbir şey yapılamaz!’ diyenlerin; laikliği, Atatürkçülüğü kullanarak millete yaşam tarzı dayatanların temsilciliğine soyunmuştur. 28 Şubat’ı izleyen günlerde, Cumhuriyet seçkinlerinin doldurduğu, 9. Senfoni’nin çalındığı bir salonda, ‘İşte çağdaş Türkiye!’ diye coşarak bu çevrelerle ne kadar duygu birliği içinde olduğunu ispatlamış ve bütün salonun gönlünü şád etmiştir. Yeni Demirel, türban yasağını kaldırmak için yapılan anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra, ‘Istırap içerisindeyim’ diye demeç verdi. Daha sonra da türbanı şeriata giden yolda bir adım olarak niteledi. Eski Demirel olsaydı, ‘Benim halkımın kız evlatları üniversitede okumak istiyor, fakat türbanı sebebiyle üniversiteye alınmıyorsa, bu antidemokratik bir uygulamadır. Burada yanlış olan kızlarımızın türbanla üniversiteye girmek istemesi değil, buna karşı uygulanan yasaktır ve bu yasağın arkasındaki yüksek mahkeme kararlarıdır!’ diye demeç verirdi. Halkın Demirel’i ordunun politika yapmasına, siyaset üzerinde vesayet uygulamasına, daha da ileri giderek darbe yapmasına ince ince eleştiriler yöneltirdi. Bu maksatla anlattığı fıkralardan biri şuydu: ‘Allah önce milletleri, sonra bu milletler için orduları yaratmıştır. Mesela Allah önce Alman milletini, sonra bu millet için Alman ordusunu yaratmıştır. Allah önce Fransız milletini, sonra bu millet için Fransız ordusunu yaratmıştır. Türkiye’ye gelince, Allah önce Türk ordusunu, sonra bu ordu için Türk milletini yaratmıştır.’ Darbe kotarıcısı Yeni Demirel’den artık böyle fıkraları duyamazsınız. Çünkü bu Demirel; orduyla, üniversiteyle, iş çevreleriyle koalisyon halinde 28 Şubat darbesini kotarmış, ondan sonra da orduyla arasını hiç bozmamıştır. Statükocu Demirel’in son marifeti, Eko Enerji Dergisi’ne verdiği demeçte (Taraf, 05.05.2008), Türkiye’nin bugün iyi yönetilmediğini, bundan dolayı da sıkıntılar yaşandığını söylemesi ve AKP’yi kapatma davasına karşı iktidarın gösterdiği tepkiyi, yüksek yargıya hücum olarak nitelemesidir. AKP iktidarıyla Türkiye’nin politik, ekonomik ve toplumsal hayatta yakaladığı istikrarı eğer vaktiyle kendi iktidarları yakalamış olsaydı, halkın Demirel’i Türkiye’yi hiç tereddüt etmeden bir istikrar adası olarak ilan ederdi. Yine AKP’ye kapatma davası gibi hukuki olmaktan çok siyasi ve Tayyib Erdoğan’ı tasfiye amaçlı bir dava kendisine ve partisine karşı açılsaydı bunu derhal milli iradeye tecavüz olarak niteler ve bunu bütün dünyaya bir skandal olarak ilan ederdi. Yeni Demirel, elit kompleksine yakalanmış statükocu çevrelerin en muteber, en gözde adamıdır. Çünkü artık bu çevreler; tecrübe, bilgelik, ákil adamlık, ombudsmanlık gibi sıfatları ve payeleri sadece bu Demirel’e layık görüyorlar. Demirel’in eski gözdesi Türk halkı ise mütevazı köşesinden yeni Demirel’i sessiz, sakin, ama ibretle ve hüsran duygularıyla seyrediyor. İSMAİL ÖZCAN - STAR
<< Önceki Haber Demirel'in son marifeti! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER