Türkiye'de hayat hakkı tanınmayan iki KHK mağduru doktorun hikâyesi

KHK ile ihraç edilen binlerce hekimden ikisi… Salim Erkam Yılmaz ve Hüseyin Muhammed Atalay işsizliği, yıkımı, haksızlıkları ve Norveç’e çıkış hikâyelerini BOLD’a anlattı.

SHABER3.COM

Mustafa Kuzey / Medya BOLD

Anadolu’nun küçük bir ilçesinde devlet hastanesinin acil polikliniğinde görev yapan Salim Erkam Yılmaz (26), “KHK ile ihraç olduktan sonra birçok özel hastaneye müracaat ettim. Fakat hiçbiri ihraç olduğum için işe almadı. Yeni evliydim ve bir işe ihtiyacım vardı. Evin yakınındaki bir market zincirine kasiyer olarak iş başvurusunda bulundum. Oraya da yaptığım müracaat kabul edilmedi. Sebebi malum.” sözleri ile Türkiye’den niçin ayrıldığını ifade ediyor.

Yılmaz ile birlikte aynı sınıfta okuyan ve öğrenciyken aynı evi paylaşan Hüseyin Muhammed Atalay (27) ise tutuklu kaldığı cezaevi hatırlarının hâlâ dün gibi tazeliğini koruduğunu vurguluyor: “Görüş gününde çocukların babalarından ayrılırken  feryatlarını unutamıyorum.”


 
Atalay, 75 yaşındaki tutuklu bir amcaya cezaevi yönetiminin uyguladığı psikolojik işkenceye de nasıl şahit olduğunu da gözyaşları ile anlatıyor.


2016’DA MEZUN OLUP GÖREVE BAŞLADILAR
Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 2016’da mezun olan Salim Erkam Yılmaz ve Hüseyin Muhammed Atalay, Türkiye’de yaşadıkları birçok zorluktan sonra bir şekilde Norveç’e ulaştı. Mesleki kariyerlerine burada devam etmek amacıyla dil kursuna gidiyorlar.

Yılmaz ve Atalay’ın yaşadıkları, iyi eğitim almış 270 bin gencin 2017 yılında Türkiye’yi niçin terk ettiğine dair hayli fikir veriyor.

POLİS VE JANDARMA KİMİ NEDEN GÖZALTINA ALDIĞINI BİLMİYORDU
2016 yılı mayıs ayında göreve başladıktan iki ay sonra 15 Temmuz darbe teşebbüsü oldu. Salim Erkam Yılmaz 15 Temmuz’un akabinde olup biteni şöyle aktardı:

“15 Temmuz olduktan sonra ben Anadolu’nun küçük bir ilçesinde hastanede acil doktoru olarak görev yapıyordum. Bir anda ‘FETÖ’ diye bir tabir çıktı ve insanlar bu sebeplerle gözaltına alınmaya başlandı.


 
Acilde çalıştığım için birçok insanın gözaltı sürecinde muayenesini yaptım. Süreç çok karışıktı. İnsanlar ne yaptıklarını veya nereye götürüldüklerini bilmiyordu. Ülkede bir olay oldu, fakat kim ne yaptığını bilmiyorduk. Sadece bir grup, siyasetçiler tarafından 15 Temmuz’da yaşanan olaylardan sorumlu tutuluyor ve suçlanıyordu.

Soruşturmayı yürüten polislerle ve jandarmayla yani kolluk kuvvetleri ile yaptığım iş sebebiyle muhatap oluyorduk. Onlarla konuştuğumda muayeneye getirdikleri insanları niye gözaltına alındıklarını bilmediklerini ifade ediyorlardı.

Gözaltına alınan insanların yüzlerindeki şaşkınlık ve garipseme ifadelerini gördüm. İnsanlar ne olduğunun veya nereye götürüldüğünün farkında değildi. Bir şeyler sorduğumda algılayamıyorlardı. Muayene esnasından her hangi bir şikâyetiniz var mı veya bir şeyiniz var mı diye sorduğumda ‘nasıl bir şeyim var mı?’ gibi sorularla karşılaşıyordum.”

NEDEN AÇIĞA ALINDIĞIMI ÖĞRENEMEDİM
Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen idari soruşturma sebebiyle 16 Şubat 2017’de açığa alındığını aktaran Yılmaz, “Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında hiçbir gerekçe sunulmadan, nedenini öğrenemeden açığa alındım.

Dünya Tıp Bayramı Günü’nde 14 Mart’ta gözaltına alındım. Açığa alındığım için görev yaptığım ilçede resmi adresimde kalmıyordum. Emniyet’ten arayıp ifademe başvuracaklarını söylediler. Ben de karakola gittim ve hakkımda gözaltı kararı olduğunu orada öğrendim.


 
Gözaltına alındığım gün Başbakan Binali Yıldırım görev yaptığım şehre gelmişti. Ben polis otosunda götürülürken birçok mesai arkadaşım o günkü ziyaret nedeniyle protokol görevindeydi. Arkadaşlarım görevlerinin başındayken ben ise bir polis otosunun içerisinde sağlık kontrolüne götürülüyordum.

MESLEKTAŞIM GÖZALTINA ALINDIĞIMA İNANAMADI
Hastaneye sağlık kontrolü amacıyla gittiğimizde il devlet hastanesine çok fazla hasta sevk ettiğim için acilde çalışan doktorların çoğunu tanıyordum. Hastanenin aciline götürüldüğümde oradaki doktor arkadaş, ‘O hacım hoş geldin hayırdır’ dedi. Bende ‘Bir adli durum var onun için geldim’ dedim. ‘Hayırdır kavga filan mı ettin’ diye sordu. Ben de dedim ki ‘terör örgütü üyeliği gerekçesiyle aldılar’ Bunun üzerine arkadaşım ‘Benimle dalga geçme’ dedi.

Dedim ki ‘Dalga geçmiyorum bak yanımda polis var’ Olayın vahametini kavradıktan sonra arkadaşım, ‘Ne alakası var seninle bu durumun’ dedi. Daha sonra yanımdaki polisi dışarı çıkartarak herhangi bir işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığımı sordu. Ben de gayet iyi olduğumu polislerin bana iyi davrandığını anlattım. Çalışma arkadaşlarımın beni o halde görmesini istemedim. Bir daha o görev yaptığım şehre gitmeyi hiç istemedim.”

BİR ANDA ‘BU ZATEN SUÇLUYDU’ BAKIŞLARIYLA KARŞILAŞTIM
Gözaltında bir hafta kaldıktan sonra mahkeme tarafından adli kontrolle serbest bırakılan Salim Erkam Yılmaz, “Bundan sonra insanların bana bakışları değişmeye başladı. İlçedeki devlet hastanesine ilk atandığım zaman çalışan personele mescit nerede diye sormuştum. Hastane personeli ile birlikte görev yaptığım süre içerisinde namazlarımı mescitte kılıyordum.

Gözaltına alındıktan sonra bazı mesai arkadaşlarımın sonradan bana anlattıklarına göre, hastanenin personeli arasında benim için zaten namazını gizli gizli kılıyordu gibi sözlerle üzerimde esrarengiz bir hava oluşturmaya çalıştıklarını duyunca çok üzülmüştüm. Hiçbir zaman namazımı gizli kılmadım.


 
15 Temmuz’da estirilen öyle bir hava vardı ki eğer hakkınızda iddia edilen bir suçlama varsa çevrenizdeki insanlardan şunu duymak mümkün değildi, ‘Yok ya bu suçlu değil ben onu tanıyorum’ demiyor da aksine ‘Bu suçluydu zaten’ diyerek otoriteden taraf olmaya çalışıyorlardı.” şeklinde konuştu.


KHK mağduru Salim Erkam Yılmaz

692 SAYILI KHK İLE İHRAÇ OLDUM
692 sayılı KHK ile 14 Temmuz 2017 gecesi ihraç edildiğini anlatan Yılmaz şöyle devam etti:

“Açığa alındığımda yeni nişanlanmıştım. Evlilik hazırlıklarını yaptığımız dönemde ihraç oldum. 23 Temmuz’da düğünümüz vardı. İhraç olduktan 10 gün sonra işsiz bir doktor olarak düğünümüzü yaptık.


 
İhraç olduktan sonra evli ve işsiz biri olarak sorumluluklarım her zamankinden daha fazlaydı. İlk aklıma yurt dışına gitmek gelmişti. Türkiye’deki yaşanan olaylar sebebiyle hayatımı yurt dışında devam ettirmeyi düşündüm.

Tabi bunları düşünürken yasadışı yollarla çıkacağım için bir miktar korktum. Bana bu durum çok zor göründü. Meriç’ten botlarla geçip Yunanistan’a kaçmak çok zor göründü. Sanki gerçekte hiç olmayacak kadar zor geldi.  Daha sonra yurt dışına çıkma fikrinden vazgeçtim. Ne olacaksa artık olacak dedim. Hukuki süreci hiç aklıma getirmeden hayatımı devam ettirmeye karar verdim.

Meslek olarak da diplomama dokunmadılar. Yaklaşık bir yıllık da acil servis tecrübem vardı. Yaşım genç bir şekilde özel hastanelerde iş bulurum diye düşündüm.

KHK’LI OLDUĞUM İÇİN HİÇBİR HASTANE BENİ KABUL ETMEDİ
Özel hastanelerle görüştüm. Mezun olduğum okuldan ve aldığım eğitimden bahsedince, ‘senin gibi birisi neden burada çalışmak istiyor, senin kadar genç ve acil tecrübesi olan bir doktor bize iş başvurusuna gelmez’ şeklinde sorularla karşılaştım.

‘Neden mevcut kariyerinde geri planda bir iş istiyorsun’ diye sorduklarında hepsine aynı cevabı verdim. ‘KHK ile ihraç oldum’ dedim. Görüştüğüm tüm kurumlarda ‘Buraya kadar çok iyiydi’ cevabıyla karşılaştım.”

KHK’lı olmanın Türkiye’de insanın boynuna vurulan bir pranga olduğunu birkaç ay sonra fark ettiğini belirten Yılmaz ardından yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
 
“Bizim KHK’lı durumumuzdan istifade etmek isteyen özel hastane sahibi tüccarlarla karşılaştım.

İŞ ARARKEN BİR KHK’LI SİMSARI İLE KARŞILAŞTIM
Müracaat ettiğim bir özel hastane bana ‘seni işe alırım, fakat 2 bin lira maaş veririm’ dedi. Normalde en düşük doktor maaşı 5 bin liradan aşağı değil. Zaten resmi çalışmayacağım için benim KHK’lı olma durumumu bir fırsat olarak görenler çıktı karşıma.

Özel hastanede ayda 10 gün 24 saat nöbet tutacaktım. Acil servis doktoru olarak bana 2 bin lira teklif ettiği gibi ‘Bu para sana bu şehirde yeter’ tarzında küstah bir ifadeye muhatap oldum.

Tüm bunların ardından bana 2 bin lira teklif eden hastanede hemşireden tutun da hastane personelinden de az bir maaş teklif etmesi emek hırsızlığından başka bir şey değildi. Ben de teklifi kabul etmedim. Kabul etmememin sebebi 2 bin liraya ihtiyacımın olmaması değil onu da alıp alamayacağımdan emin olmamamdı.

Benim karşılaştığım küstah tavra Türkiye’nin birçok yerinde KHK’lı hekimler maruz kalmıştır. Çünkü siyasi iktidarla arası iyi olan özel hastane sahipleri, KHK’lıları nasıl kullanabilirizin hesabını yapıyordu. İşveren için en ideal çalışansın, çünkü hiçbir hak iddia etme durumuna sahip değilsin.

Ayrıca başka özel bir hastanenin başhekiminden şunu duydum. ‘Benim bir doktora ihtiyacım var. Senin de tecrüben var. Seni buraya almak istiyorum ama bize İl Sağlık Müdürlüğü şunu yazdı ‘Bu insanları işe alabilirsiniz. Ama sorumluluk size ait.’ Ben bir hastane sahibi olarak bu lafın üzerine seni işe alsam onlar da hastanemi mühürleseler hiçbir şey iddia edemem.’ demişti.”


Yılmaz ve Atalay, Türkiye’de birçok KHK’lı gibi iş bulmadıklarını söylüyor.

BİR MARKETTE KASİYER OLMAK İSTEDİM, KHK’LISIN DİYE ALMADILAR
“Koskoca bir devlet boğazıma yapışmış nefes almama müsaade etmiyor.” diyen Yılmaz, “Evimin hemen yanında Türkiye’nin en büyük market zincirlerinden biri vardı. Bulunduğum şehirdeki tüm özel hastanelere yaptığım iş başvurusu olumsuz sonuçlanmıştı.

Markette çalışmaya karar verdim. Asgari ücret de olsa yaşadığım şehirde bir şekilde geçinebileceğimi düşündüm. Marketteki çalışan elemana özgeçmişimi bıraktım. Eleman ‘Bu ne’ diye sordu. Ben de ‘CV’ dedim. Şaşkın bir ifadeyle ‘Bu CV’de tıp fakültesi yazıyor, hastane yazıyor. Sen ne yapmak istiyorsun anlayamadım’ diye sordu. Ben de ‘Burada çalışmak istiyorum’ dedim.


 
‘Ama neden’ diye sordu. ‘KHK’lıyım’ deyince ‘Sen KHK’lısın, bu CV’yi hiç verme’ dedi. ‘Peki, neden’ dedim. ‘Bizim buradan da cemaat ile irtibatı olduğu tespit edilenler işten atılıyor. Mümkün değil almazlar’ dedi.” sözleri ile yüz binlerce KHK’lının yaşadıklarına tercüman oldu.

Hakkındaki iddianame hazırlandıktan sonra “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açıldığını belirten Yılmaz, “Yargılamanın sonucu aslında herkesin de bildiği sona çıkacaktı. Türkiye’de kalabileceğim tüm yolları denemiştim. Bu noktada içim rahat.

TÜRKİYE 46’INCISI OLDUM
İşyeri hekimliği sınavına girdim ve Türkiye 46’ncısı oldum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bana kazandığım sınavın sertifikasını KHK’lıyım diye vermedi. Yurt dışına çıkma kararında çok zorlandım. Şimdi dönüp arkama baktığımda neden bu kadar çok beklemişim diye soruyorum kendime.

Hayatımda karakol kapısının önünden geçmiş birisi değilim. Kaçak yollarla yurtdışına çıkacağımı hiç hayal dahi edemezdim. Yurtdışına çıkarken yol boyunca gözyaşlarıma hâkim olamadım. Sevdiğim ve severek görev yaptığım ülkemden bu şekilde çıkıyor olmak çok zoruma gitmişti.” dedi.


Hüseyin Muhammed Atalay (sarı tişörtlü) gözaltına alındığında sağlık kontrolüne götürülürken.

BEN BİR HEKİMDİM VE ASLA BAŞIMI ÖNE EĞMEDİM
Okuldan mezun olduktan sonra Şanlıurfa’da hekimlik yapan Hüseyin Muhammed Atalay, en yakın arkadaşı Salim Erkam Yılmaz gibi o da 14 Temmuz 2017 gecesi ihraç oldu.

İhraç olduktan yaklaşık bir ay sonra 9 Ağustos günü gözaltına alındığını anlatan Atalay, “Polisler evde arama yaptıktan sonra beni karakola götürdü ve 5 gün nezarethanede kaldım. Kaldığım nezarethanede iki yatak vardı. Biz dört kişi kalıyorduk. Dönüşümlü olarak uyumaya çalışıyorduk.

Gözaltı sürecinde devlet hastanesine muayene götürülüyorduk. Hastane çıkışında da basın mensuplarının görüntü alması için sanki podyuma çıkartılmışçasına bizleri sergiliyorlardı. Ben bir hekimdim ve insanların canına malına kast eden bir azılı suçlu değildim. Bunu çok iyi bildiğim için onların yapmak istedikleri şeyler zerre miktar umurumda değildi. Tam tersine başım dik bir şekilde ve tebessüm ederek yürümeyi tercih ettim.


 
Bir gün adalet yerini bulacak ve bize istinat edilen suçlamalardan beraat edeceğimizi düşünüyordum. Ailem adına çok üzülmüştüm sadece. Çünkü kız kardeşim de tutuklandığı için onların yaşananlar karşısında zorlandıklarını biliyordum.

Gözaltında polislerin iyi davrandığını söyleyemeyeceğim. Çünkü bazen en temel ihtiyaçlarımızı dahi görmemize izin verilmiyordu. Onların belirledikleri saat ve süre içerisinde tuvalete gitmemize müsaade ediliyorlardı.

Namaz kıldığımız için ihtiyaç durumunda taleplerimize bazen olumlu cevap alamıyorduk. Hatta bir sefer nöbetçiler, bizi tamamen unutup veya kasıtlı olarak saatler sonra ihtiyaçlarımıza cevap vermişlerdi. 17 kişi vardık gözaltında tek bir tuvaleti 10 dakika içerisinde kullanmamıza izin veriyorlardı. Kişi başına neredeyse 2 dakikalık bir zaman düşüyordu. Tuvalete gittikten sonra abdest aldığımız zaman da ‘Abdest almak için izin vermedik’ diyorlardı.”

CEZAEVİNDE BİR YATAĞI İKİ KİŞİ BİRLİKTE KULLANIYORDUK
14 Ağustos günü tutuklanarak cezaevine götürüldüğünü ifade eden Atalay, “Cezaevine ilk girdiğim zaman gece saat 03:00 civarıydı. Koğuşun kapısından adımımı attığımda kapının hemen girişinde birisinin yattığını fark ettim. Gece geç saat olduğu için ışıklar kapalıydı.

Bende dikkatli bir şekilde içeri girdim. Bir taraftan koğuştaki insanlar namaz için kalkıyordu. Bana ‘hoş geldin’ diyorlardı Bana bir yatak gösterdiler. Burada yatabilirsin diye. Yatağın sağ tarafını başka, sol tarafını da başka biri kullanıyordu. Herkese bir yatak düşmüyordu. 10 kişi için tasarlanmış koğuşlarda 31 kişi kalıyorduk.” sözleri ile cezaevindeki gayri insani şartları anlattı.


KHK mağduru Hüseyin Muhammed Atalay

MAHKEME HEYETİ ANLATTIKLARIMI UMURSAMADAN KARAR VERDİ
10 Ekim günü ilk duruşmasına çıkan Atalay, mahkemede karşılaştığı vurdumduymazlığı şu sözlerle dile getirdi: “Savunmama çok iyi hazırlanmıştım. Mahkeme heyetinin beni dinlemediğini fark ettim. Kürsüde savunmamı yapıyorum konuşuyorum fakat heyet tarafından dinlenmediğim çok açık bir şekilde görülüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı ve duruşma savcısı uyukluyordu.

Savunmamı bitirdikten sonra hiç dosyaya veya savunmama bakmadan beklenen evrakların gelmemesi sebebiyle tutukluğumun devamına karar verildi. Duruşma savcısı savunmamı hiç dinlememesine rağmen ‘tutukluluğun devamına’ diye görüş bildirdi. O zaman iliklerime kadar hissettim adaletin olmadığını.”

Karar duruşmasına dair şunları kaydetti: “Mahkemenin hakkımda 6 yıl 3 ay hapis cezası verip tahliye etmesine ben ve ailem buruk da olsa sevinmiştik. Aynı suçtan yargılanıp 7,5 yıl veya daha fazla hapis cezası alıp tutukluluğunun devamına karar verilen arkadaşlarım vardı. Onları geride bırakmak en ağırıydı.”

O ÇOCUKLARIN HIÇKIRIKLARI HALA KULAĞIMDA
Cezaevinde babalarını ziyarete gelen çocukların hıçkırıklarından çok etkilendiğini belirten Hüseyin Muhammed Atalay şahit olduklarını şöyle anlatıyor:

“Terör suçundan tutuklu bulunanların açık görüş hakkı iki ayda birdi. Normalde ayda bir olması gerekiyordu. Fakat tutuklu kaldığım cezaevinde açık görüş uygulaması iki ayda bir yapılıyordu. Açık görüş için 40 dakika müsaade ediliyordu. Evli ve çocuklu olan abilerin, çocukları ile vedalaştığı o anlar hiç aklımdan çıkmıyor.

Çocuklar babalarının bacaklarına sarılarak ‘Ne olur baba gitme’ diye hıçkırıklarla ağlıyorlardı. Aynı manzaraya kız kardeşim tutukluyken onu ziyarete gittiğimde annelerinden ayrılan çocuklarda gördüm. Ne cezaevi şartları ne de başka bir durum beni bu kadar etkilemişti.”

75 YAŞINDAKİ BİR İNSANA YAPILANLAR İNSANİ DEĞİLDİ
“Kronik bir hüzün var. Sürekli bir yerlerde acı yaşanıyor.” diyen Atalay, “Bu acılar yaşanırken insan mutlu olmayı kendine yakıştıramıyor. Bizim kaldığımız cezaevinde 75 yaşında bir amca vardı. Ticaretle uğraşan bir işadamı olduğunu biliyorduk. Tek başına bir hücrede tutuluyordu.

Cezaevi yönetimine ricada bulunmuş. Çok yalnız olduğunu ve tek başına bazı ihtiyaçlarını yapamadığını bu nedenle kalabalık bir koğuşa alınmasını istemişti. Çok iyi hatırlıyorum, cezaevi müdürü gardiyanlara talimat vermiş; gece 12’den sabah saat 08’e kadar her 15 dakika da bir, amcanın hücresinin kapısın çalınarak, amcanın yalnızlığının giderilmesini istemişti.

İnsani olmayan bu uygulama her gün devam etti. 75 yaşındaki o insana yapılan bu zulüm psikolojik işkenceden başka bir şey değildi.” dedi.



 

İKİ ARKADAŞ NORVEÇ’TE MESLEKLERİNİ YAPACAKLARI GÜNÜ BEKLİYOR
“Türkiye’de nefes alma imkânımız kalmamıştı.” diyen Salim Erkam Yılmaz ve Hüseyin Muhammed Atalay, yurt dışı çıkış yasakları olduğu için kaçak yollarla Norveç’e ulaşır.

Norveç’e iltica eden iki arkadaş, Norveç hükümetinin önemsediği entegrasyon programına alınır. Yoğun dil eğitimi alan iki arkadaş, Norveç’in istediği dil seviyesine ulaşınca Türkiye’de ellerinden alınan mesleklerini yapma fırsatı bulabilecek.

NORVEÇLİ KADIN “SİZ TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK BİR KAYIPSINIZ” DEDİ
Norveç’e ilk geldikleri günlere ilişkin karşılaştıkları ilginç diyalogları anlatan Salim Erkam Yılmaz, “Entegrasyon programına alındıktan sonra bizimle kariyer planlaması amacıyla görüşmeler yapılmaya başlandı. Kariyer merkezindeki kadına doktor olduğumu anlatınca, ‘Türkiye’den gelen insanların yüzde 90’ından fazlası yüksek eğitimli. Aralarında mühendis, öğretmen, gazeteci, akademisyen ve doktor var. İnanın bu Türkiye için büyük bir kayıp’ ifadesini kullanmıştı.” dedi.

Yılmaz, “Norveçli bir aile dil pratiği kazanmamız açısından bize yardımcı oluyor. O insanlar mesleğimize çok önem veriyor. Çünkü ‘iyi eğitimli doktorlara ihtiyacımız var’ diyorlar. Ülkenin özellikle kuzey kesimlerinde çok fazla doktora ihtiyaçları olduğunu, bu ihtiyacı karşılamak için Avrupa’nın farklı ülkelerinden doktorları Norveç’e davet ettiklerini anlatıyorlar.” bilgisini verdi.

İki genç doktor Salim Erkam Yılmaz ve Hüseyin Muhammed Atalay, entegrasyon programı kapsamında gittikleri dil kursunda kısa sürede Norveççelerini ilerletmiş.

Türkiye’den gelen diğer sığınmacılara da tercümanlık yaparak yardımcı olan iki genç doktor, biran önce Norveç’te doktor olarak göreve başlamayı hedeflediklerini vurguluyor.
<< Önceki Haber Türkiye'de hayat hakkı tanınmayan iki KHK mağduru doktorun... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER