Nelerden sorumluyuz?

''Tamamen hareketsizlik bir ölüm bir çözülme, hareketteki sorumsuzluk ise bir kargaşa olduğuna göre bize, davranışlarımızı MESULİYETLE DİSİPLİNE ETMEK’ten başka seçenek kalmıyor… ''

SHABER3.COM

Safvet Senih / Samanyoluhaber.com

“Peygamber Efendimiz (S.A.S.) “Herbiriniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz.” (Buharî, Cuma 11.)  
Bu Hadis-i Şerifin izahında M. Fethullah Gülen Hocaefendi “İslâm bildiğimiz bütün sistemler ve dinler içinde, devlet reisinden, evlerimizde çalışan hizmetçilere kadar hem de, henüz demokrasi rüyalarının görülmediği bir dönemde, herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilan eden biricik hayat nizamıdır ve bu mevzuda ona rakib bir başka sistem göstermek mümkün değildir.” (Sonsuz Nur, 1/287)

“Sorumluluk Şuuru” başlıklı yazıda M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyor: “Var olmanın en önemli derinliği hareket ve hamledir. Hareketsizlik bir çözülme ve ölümün bir başka adıdır. Hareketin sorumlulukla irtibatlandırılması ise onun en birinci insanî buudunu teşkil eder. Sorumlulukla disipline edilememiş bir hamle ve hareketin tamam olduğu söylenemez.

“Bir zamanlar bizim düşmanlarımız CEHÂLET, FAKİRLİK,  TEFRİKA  ve TAASSUB gibi şeylerdi. Şimdilerde bunlara hilebazlık, zorbalık, sefâhet, müstehcenlik, vurdumduymazlık ve kozmopolitlik  de ilave oldu. Dînî nezâhet, fikrî safveti ve millî heyecanı koruyanlar, bugün olsun böyle bir endişe taşıyanlar beni mazur görsünler, bir hayli zamandan beri genç nesiller ve  safderun bir kısım kartlar, çok masum heyecanlarla saptırılmakta, aldatmama ve aldanır olma  karakterinin gadr u efgânını yaşamakta ve bütün kerameti süslü-püslü anlatılmasında bir kısım çarpık ideolojilerle baştan çıkarılmakta. Bazı kesimleriyle dahi olsa, milletçe böyle bir düşünce inhirafı ve şahsiyet kayması ise, bu mübarek ülkenin yeni baştan işgali demektir. İşte asıl bu işgalde, Fatih zehirlenmiş, Hüdavendigar bağrından hançer yemiş, Yıldırım kederinden ölmüş ve Yavuz da şirpençeye yenik düşmüş olacaktır. Bu ise apaçık, İstiklâl  Mücadelesinden muzaffer olarak çıkan millet ruhunun, çağın mesâvisi (kötülükleri), aydınların gafleti ve kitlelerin vurdumduymazlığı yüzünden katledilmesinden başka bir şey değildir. 

“Bizler dünyamıza bir ruh kazandırma ve bu esaslar üzerinde neşv ü nemâ bulmuş, gelişmiş mübarek bir ağacın mânâ köklerinin safveti ölçüsünde  ve o köklerle irtibatlı olarak yeni sürgünlere zemin hazırlama mesuliyeti altındayız. Şüphesiz böyle bir sorumluluğun yerine getirilmesi de ancak ülkenin mukadderatına, insanımızın, tarih, din, örf, âdet ve bütün mukaddesatına sahip çıkacak kahramanların mevcudiyetine vabestedir… İlim aşkıyla dopdolu, imar ve inşa düşüncesiyle gerilim içinde, samimilerden daha samimi dindar, milliyetperver ve sorumluluk duygusuyla her zaman vazife başında kahramanların mevcudiyetine. Onlar ve onların gayretleri sayesinde milletçe hayatımıza, bizim anlayışımız, bizim düşüncelerimiz ve bu anlayış ve düşüncelerin muhassalası hâkim olacak. Herkeste, nefsini toplumun hizmetine adama duygusu öne çıkacak… Vazife taksimi ve karşılık yardımlaşma düşüncesi yeniden canlanacak… İşveren-işçi, ağa-köylü, memur-sokaktaki insan, ev sahibi-kiracı, sanatkâr-sanatsever, müvkkil-vekil, muallim-talebe bir vahidin değişik yüzleri olma hususiyetiyle bir kere daha ortaya çıkacak ve birkaç asırlık beklentilerimiz bir bir gerçekleşecektir.

“Evet, bizim birkaç asırlık rüya ve hülyalarımızın esası budur; bu rüya ve hülyaları gerçekleştirmenin en birinci yolu da MESULİYET  ŞUURU ve  MESULİYET  AHLÂKIDIR. Tamamen hareketsizlik bir ölüm bir çözülme, hareketteki sorumsuzluk ise bir kargaşa olduğuna göre bize, davranışlarımızı MESULİYETLE DİSİPLİNE ETMEK’ten başka seçenek kalmıyor… “Evet, bizim her teşebbüsümüz mesuliyet endeksli olmalıdır. Yolumuz, hak yolu, dâvâmız ‘hakkı tutup kaldırmak’ hedefimiz de, gözlerimizi açıp-kapayıp Allah’ın rızasını araştırmaktır. Aslında bunun böyle olması, bizim insan olmamızın sadakası ve iradelerimizin de hikmet-i  vücududur. Hayatımızda, hayatın gayesini aramaya, ruhumuzda aşka ulaşmaya, vicdanımızda mesuliyet şuurunun kavramaya ve esası, temeli, ışığı, güç kaynağı iman ve aşk olan bir sistemin kaynağına uyananlara, ilim, sanat, ahlâk ve hikmet yollarını göstermeye kendimizi mecbur biliyor ve bu misyonun azat kabul etmez köleleri sayıyoruz. Tarihimizin bidayetinden günümüze kadar gelen evliya, asfiyâ, ebrâr  ve mukarrabîn çizgisi ve ruhânîyetleri üzerinde serpilip gelişeceğini ümit ettiğimiz gayretlerimiz, ikinci bir RÖNESANS  HAREKETİNİN  BAŞLANGICI  OLACAKTIR.”

Evet, gençliğe aşılayacağımız ilmî-fikrî  gayretlerle mutlaka kendi yenilenmemizi, Rönesansımızı  gerçekleştirmeliyiz…
Bu işin temeline gelince, N. Akman’ın anneannesi şâir Şâhide ablamızın tesbit ve nakillerine göre: Afyon Mahkemesinde, hâkim isim ve adres tesbiti yaparken Üstad Bediüzzaman Hazretlerine “Mesleğiniz nedir?” diye sorunca, “Mesleğimiz, hizmet-i imâniye ve Kur’aniye!” diye kükremiş bir sesle cevap veriyor…

Ayrıca Üstad Hazretleri Lâhikalarda, “Her bir Risale-i Nur talebesinin vazifesi, bir çocuğa Kur’an öğretmektir.” diyor. Kur’an öğretebilmemiz için, önce kendimizin, tecvid üzere Kur’an tilavetini bilmemiz gerekir…

Allah yardımcımız olsun… 

<< Önceki Haber Nelerden sorumluyuz? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER