Muşambanın üzerinde yaptığı doğumu anlattı: Bebeğimi mutfak tartısıyla tarttık

Doğumhanede gözaltına alınanlar, bebeğiyle tutuklananlar nedeniyle Türkiye’de pek çok kadın evde doğum yapmak zorunda kalıyor. Eğitimci Yasemin Atik onlardan biri.

SHABER3.COM

MEDYABOLD.COM 

Felsefe öğretmeni Yasin Atik’i (38) hemen hatırlayacaksınız. Eşi Yasemin Atik’in (35) evde doğum yapmak zorunda kaldığını gözyaşlarıyla anlamıştı.

Merkezi ABD’de bulunan insan hakları kuruluşu Advocates of Silenced Turkey (AST) tarafından hazırlanan videoda Yasin Atik, bir yıldır ayrı kaldığı eşine ve 4 çocuğuna duyduğu özlemi dile getirmek için kamera karşısına geçmişti.

Ama asıl içini yakan olay, ailece Türkiye’de yaşadıkları zor günlerdi. 15 Temmuz’dan sonra iki yıl saklanmak zorunda kalan Yasemin Atik, başkasına ait bir evde, 4 metrekarelik bir odada, muşambanın üzerinde oğlu Yusuf Muhsin’i dünyaya getirmişti.



Doğum gibi zor bir olayı, baskının, korkunun hakim olduğu bir ortamda hastane yerine evde başarabilen o kadını herkes merak etmişti.

Neler yaşadılar, ne oldu, ne bitti? Baba Amerika’da, anne ve çocuklar neredeydi? 11 aydır Selanik’te yaşayan Yasemin Atik’e ulaştık ve yaşadıklarını kendisinden dinledik.


PROTESTOYA KATILDIM DİYE FİŞLENMİŞTİM
Marmara Üniversitesinde Büro Yönetimi okudum. Mezun olduktan sonra İstanbul’da bir yurtta rehberlik yapmaya başladım. Daha sonra Beşyüzevler’de bir dernekte çalıştım. Aralık 2006’da evlendik ve sekiz ay sonra Edirne Keşan’a taşındık. Orada bir yurtta yönetici memur olarak görev yapıyordum. İşimiz öğrencilerin dertleriyle, sıkıntılarıyla ilgilenmekti.

Eşim Yasin Atik, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun. O da dershanede öğretmenlik yapıyordu. Keşan’da bir süre kaldıktan sonra Mart 2010’da Edirne merkeze geçtik. Bu kez Aile Yaşamını Destekleme Derneği (AYDER) ve Başarı Yurdunda çalışmaya başladım.

Bu arada üç çocuğumuz oldu. Enes 2 Haziran 2008’de, Reyhan 30 Aralık 2009’da, Nalan da 8 Ağustos 2015’te doğdu.

15 Temmuz olayını herkes gibi biz de televizyon öğrendik. O gün eşim ve çocuklarımla birlikte İstanbul’daki evimizdeydik. Ben çocuklarla ilgileniyordum. Eşim İnternet’te gezinirken söyledi darbe vs. diye… Yavaş yavaş etrafımızdaki arkadaşlar gözaltına alınıp tutuklanmaya başladı. Durum böyle olunca biz de evimizde kalmamaya başladık.

Eşimin zaten 15 Temmuz’dan önce, 4 Mart 2016’da ifadesini almaya gelmişlerdi. Yurt ve dershaneler kapatılınca biz İstanbul’a taşınmıştık. 4 Haziran 2016’da İstanbul’daki evimize tutuklama emriyle geldiler. Eşim yine evde yoktu. 2016 Ağustos’tan itibaren ben de evde kalmamaya başladım.

2 YIL SAKLANMAK ZORUNDA KALDIM


Tabi ki çok zor bir süreçti. 3 çocuk, eşim bir yerde, ben bir yerde… Git gel, çocuklarla olmuyor. Başka bir semtte ev tuttuk. Türkiye’de 2 yıl saklanmak zorunda kaldım, hiçbir suç işlemediğim halde, sırf birileri adımı verdi, ifadelerde adım geçti diye…

Aralık 2016’da hakkımda dosya açılmıştı. Aynı dosyada yer alan, ifadeye giden diğer arkadaşlar söylemişti. İlk mahkeme Şubat 2016’da oldu. Terör örgütü yöneticiliğinden aranıyordum. Duyunca şok geçirmiş, vay be demiş, gülmüştüm… Yurtta çalışan sıradan biriydim, örgüt yöneticiliği inanılır gibi değildi, neyi, hangi örgütü yönetiyor, ne yapıyordum ki! Edirne’de adliye önünde protestoya katılmıştım arkadaşlarımla. Hükümetin basın özgürlüğüne dair yaptığı hukuksuz uygulamaları protesto ettim diye fişlemişler meğer.

Bir de alt komşum ifade vermiş hakkımda. Burs topluyorlardı, sohbet yapıyorlardı demiş. Hemşire bir hanımdı, eşi de doktordu. Büyük ihtimalle kendilerine bir şey olmasın diye menfi ifade vermişlerdi. Ne onlara ne de başka kimseye bir şey söylemiyorum, gönül koymuyorum. Çünkü ifade alınırken insanlara neler söylediklerini, yapılan tehditleri biliyoruz.

DOKUZ AY BOYUNCA SADECE 4 KEZ DOKTORA GİDEBİLDİM
Başka bir semtte ev tutmuştuk. Bu arada dördüncü çocuğuma hamile olduğumu öğrenmiştim. Hamilelik sürecinde 4 kez doktora gidebildim En sonuncusu doğumdan bir hafta önceydi. O da çok büyük riskleri göze alarak gittim. Sırayı alıyorum, hastaneden çıkıyorum, hastaneyi görebilecek yerlerde sağda solda dolaşıp, gelen giden var mı diye bakınıyorum, sıra bana gelince tekrar içeri giriyorum.



KHK İLE İHRAÇ OLMUŞ BİR EBE BULDUM

Benden 45 gün önce bir arkadaşım doğum yapmıştı. Ona, bildirim sistemine geçmemiş bir hastane bulduk, tevafuken. Orada birkaç arkadaş doğum yaptı. Akşam yatmadan bir bahane bulup çıktı.

Ben de orada doğum yapmayı düşünüyordum ama saat yedide doğum yapan bir arkadaşımın kapısına sekizde polis dayandı. İki gün sonra kızı alıp götürdüler Edirne’ye. Bir hafta boyunca sorguydu, hastaneydi… Kızcağız karakol, savcılık, hastane arasında git gel perişan oldu. Bebek sarılık oldu. Bunları duydukça bu taraftan ben de perişan oldum.

Bir yandan da bana haber gönderiyorlar. Başka bir çözüm bulsun diye. O zaman evde doğumu düşünmeye başladık. Önümü ilk açan ve destek olan eşimdi. Tecrübeli bir ebe bulduk. KHK ile ihraç olmuş bir ebeydi. Bir arkadaşın vesilesiyle bulmuştuk.

Doğum için dört-beş ev ayarladık. Birinde sorun çıkarsa diğerine geçerim diye. Her ihtimali düşünmek zorundasınız. 10 Eylül 2017’yi, 11 Eylül 2017’ye bağlayan gece başladı sancılarım. Gündüzden hissetmiştim doğum olabileceğini. İlerleyen saatlerde ebeyi aradık.

GECE ÜÇTE EBEYİ ALMAYA GİTTİK, ALTIDA SANCILARIM ARTTI
Erkek kardeşim gece 03.00 gibi ebeyi almaya gitti. Saat 06.00’da geldiler. Yanında başka bir kadın daha vardı, o da ebeydi. Serum, kalp dinlemek için NTS aleti, solunum cihazı vardı, tedarikliydi. Benden önce başka kadınlara doğum yaptırmıştı. Benden sonra başka bir eve daha gideceklerdi.

İşinin ehli bir ebeydi. Diğer doğumlarımı Sema Hastanesinde yapmıştım. Sema’dan hiçbir fark hissetmedim, başımdaki hemşireler adına. Çok destek oldular, rahat bir şekilde dünyaya geldi oğlum. Gece boyunca çok sancım olmadı ama 6’dan sonra arttı.

4 METREKARELİK ODADA YERE YORGAN SERDİK, ONUN ÜSTÜNE DE BÜYÜK BİR MUŞAMBA
  

Doğumdan önce ebe ile telefonlaşmıştık. Neler almamız gerektiğini söylemişti. Büyük bir muşamba, büyük bir çöp kovası, çöp poşeti mutlaka olsun demişti. Muşamba almak için bir dükkana girdiğimde ‘bu kadar büyük muşambayı ne yapacaksınız, halı mı yıkayacaksınız’ diye sormuştu satıcı. O bölgede kapılarda halı yıkamak, silkelemek çok meşhurdu. Evet dedim tebessüm ederek, halı yıkayacağız… Her soruya boğazımız düğümlenerek cevap verdiğim hiçbir zaman unutamayacağım anlardı.

Kaldığım ev çok küçüktü, 45-50 metrekare büyüklüğünde. Ebeler gelince önce yere yorgan serdiler. Onun üstüne muşamba… Küçük bir odaydı. Bir üçlü, bir ikili koltuk, bir de televizyon sehpası vardı. Ortada da 4 metrekare halı… Ebeler gez, yürü dediler. 4 metrekarelik alanda dolanıp durdum ve saat 09.00’da Yusuf Muhsin dünyaya geldi.

Diğer doğumlarımda yorgunluktan gözlerimi açamamıştım, bebeği görecek halim yoktu. Yusuf doğduğunda gözüm ondaydı. Sağlığını merak ediyordum. Eli ayağı, kaşı gözü oynuyordu. Çok şükür dedim, derin bir nefes aldım… Sonra yıkayıp yanıma verdiler. Çok yorulmuştuk ikimiz de… Uyumak istiyordum, uyudum.

Normal doğum olunca daha kolay toparlanıyorsun. 2-3 güne kalkıp kendi işlerini yapabiliyorsun. çok büyük sıkıntı olmadığı sürece. Ben de hemen toparlandım. Hatta Yusuf 2-3 günlüktü, çok bunalmıştım. Nefes alamıyorum dedim ve çocuğu bırakıp kendimi dışarı attım.

Bana en çok sesini çıkarmadan nasıl doğum yaptın diye soruyorlar. Verecek tek bir cevabım var: Bağıramazdım… O vakte kadar acıya dayanmayı öğrettiler bize. İki yıl saklanmak zorunda kalmak, çocuklara bir şey belli etmemek, ailelerimizle bir şey konuşamamak, derdini söyleyememek… İki kez evimize polis gelmiş. Arkadaşlarımın başına gelenler. Zaten evde doğumu göze alarak bağırmamaya, ah etmemeye, acıya sabretmeye… Birçok şeye evet demiştim. O kadar hadiseden sonra bu yaşadığımız ne ki diye düşünüyorsunuz.

Ayrıca bağırsam ne olacak ki… Hem kendimin hem bebeğin hayatını riske atıyorum. Bağırarak her şeyi mahvedemezdim. Bunları hesaplamak, düşünmek zorundasınız. Elbette belim ağrıyor, kasıklarım acıyor ama o acıya sabrediyorsunuz. Canı çok az biri değilimdir, dayanıklıyımdır.


BEN İLK DEĞİLDİM, SON DA OLMAYACAKTIM!
Bir de dört çocuğumu da normal doğumla dünyaya getirdim ama doğum hakkında birçok ayrıntıyı Yusuf’a hamileyken öğrendim. Bağırdığım zaman bebeğe giden oksijen azalacaktı, o yüzden de susmak zorundaydım. Bu hadiseyi ben yaşamış, eşim de anlatmış olabilir. Ama inanın ben tek değilim. Türkiye’de evde doğum yapmaya mecbur bırakılan birçok kadın var.

YUSUF’A KİMLİK ÇIKARTAMADIK
Yusuf Muhsin dünyaya geldi çok şükür, sorunsuz bir doğum yaşamıştım ama başka sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Yusuf’un Türk kimliği yok, vatandaşlık numarası yok. Nüfus müdürlüğüne gidersek sistemde direkt anne-baba ile ilgili arama kaydı düşüyor. Anne-baba sorgusu yapıyorlar bu kurumlarda. Yine risk altındaydık.

Gerçi bir kere eşim gitti ama bakmamışlar kimliğine. Aslında normalde bir kanun var. Evde doğum yaptıysanız İl Nüfus Müdürlüğü sizin beyanınıza dayanarak nüfus cüzdanı vermek zorunda. Eşim de durumu anlattı. ‘Aile hekiminizden evde doğum yaptığınıza dair belge getirmeniz gerekiyor’ demişler. Yeni bir uygulamaymış.

Yusuf’un kimliği olmadığı için doktora da götüremiyordum. Tanıdık bir doktor bulmuştuk ama yine de çok zor oluyordu. Hastalanıyor, bir şey yapamıyoruz. Aşılarını aile hekime yaptırdık. Ama doğum belgesi veremeyeceğini söyledi doktor. Sizi takip etmedim, doğumunuzu görmedim vs. dedi. Muayeneye gidemediğim için bana kızmıştı.


YUSUF MASADAN DÜŞTÜ, DOKTORA GÖTÜREMEDİK
Bir ay kadar o evde kaldık. Sonra taşındık. Geçen yıl Ramazan’ın son 10 gününde kayınpederim, eltimler iftara geleceklerdi. Ben de mutfakta uğraşıyorum. Artık Yusuf 7-8 aylık olmuştu. Çocuklar Yusuf’u masanın üzerine koymuşlar. İftara da çok az var. Yusuf masadan düştü. Ne yapacağımızı bilemedik. Ağlıyor, kusuyor, kafasını tutamıyor, gözünü açamıyor.

Misafirlerim geldi. Eşimin ailesi zaten Yusuf’a çok düşkün. Çok babalık yaptı kayınpederim. Doğumdan sonra beni ziyarete geldiğinde de onu görünce çok ağlamıştım. Evine gidince görümcemi aramış, ‘neyi var bu kızın, çok ağladı. Onlar o küçücük evde, 4 çocuk, ne yapacaklar’ diye dertlenmiş. Öyle merhametli bir insandır… Allah ebeden razı olsun.

İftarda Yusuf çok ağladı. Çorbaları koydum ama kimse yemeğini yemiyor. Kayınpederim koltuğun kenarına oturdu, ağlıyor. Doktoru aradık. ‘Sürekli kusmuyorsa sorun yoktur’ dedi. Ama çocuk durmuyor, mızmızlanıyor, içimiz rahat değil. Aradan birkaç gün geçtikten sonra kaynım ve ailesi ziyarete geldi ve bize ‘artık gidin buradan’ dedi. O zaman biz Türkiye’den ayrılmaya karar verdik.

Büyük oğlumun 5. sınıfa başlama zamanı gelmişti, kayıt yapılması lazım, güncel adresimiz yok. Görümcemler sağ olun çocuklar bizde kalsın dediler ama ben başımıza ne geleceğini bilmediğim için çocuklardan ayrılmak istemedim. Hep yanımızda olsunlar istedik. Geçirebildiğimiz kadar birlikte vakit geçirelim diye düşünüyorum.


BİR GECE 23.00’TE KAPIMIZ ÇALDI…
Ben bir gece Yusuf’u uyutuyorum. Saat 23.00’te kapı çaldı. Eşim camdan baktı. İki ekip arabası kapıda. Eşim hemen Yusuf’u al git dedi. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Apar topar yangın merdiveninden yukarıya doğru çıktım. Orada bir saat kadar bekledik.

Bizim apartman 15 katlıydı. Biz 11. katta oturuyoruz. Evimiz de asansörün dibindeydi. O asansör her inip çıktığında kucağımda bebekle ben kahroldum, mahvoldum… Sonra eşim geldi. Yan apartmandan birilerini alıp gittiler dedi. Biz o kadar kötü olduk ki o gece. Eşim uyumadı, ben yarım yamalak… En büyük korkumuz çocukların gözü önünde yanında alınmaktı. Hep böyle iki arada bir derede yaşadık.

Artık gitmek gerekiyordu. Önce eşim, ben önden gideyim, siz sonra gelin dedi. Sonra vazgeçti. Erkek kardeşim de geçmeyi düşünüyordu. Eşim sen ve Yusuf Muhsin onlarla geç, ben diğer çocuklarla geleyim dedi. Ondan da vazgeçtik. Hep birlikte geçmeye karar verdik. Kardeşim 25 Haziran 2018’da geçti. Biz 3 Temmuz 2018’de.

ÜÇ KÜÇÜK MERİÇ’TEN GEÇTİK

Atik ailesi, Meriç’i geçtikten sonra Yunanistan tarafında… Yusuf Muhsin sağda babasının kucağında, çantada 2 yaşında başka bir çocuk uyuyor.

Meriç’ten geçmek bizim için zor olmadı. Türkiye tarafında yarım saat yürüdük. Pirinç tarlaları vardı. Demek ki orası sulak bir yerdi. Dizimize kadar çamura girdik. Eşim beline kadar battı neredeyse. Nalan omuzlarında, sırtında çanta… Denize yakın tarafı olduğu için nehrin çatallaşan kıyısından karşıya geçiyoruz, bu yüzden ayrı ayrı üç nehir geçtik diyebilirim.

Yunanistan’a geçtikten sonra, gece saat ikiden sabah altıya kadar yürüdük. Sonra Yunan polisi geldi. İki ay Atina’da kaldık. İki kez Avrupa’ya geçmeye çalıştık, olmadı. Elde avuçta çok bir şey olmayınca Selanik’e yerleştik.




250 euroya giriş kat ama geniş bir ev tuttuk. Normalde burada kiralar 400 Euro civarında. Bizimki herhalde Selanik’in en ucuz evlerindendi. Biraz yukarı tarafta, kırsal bir bölgedeydi. UNESCO’nun MFC adı verilen yardımı ile geçiniyoruz. 400 euro civarında bir miktar, aile sayısına göre verilen bir para… Sağ olsunlar sevdiğimiz dostlar, arkadaşlar da hiç yalnız bırakmadılar. Türkiye’deki ailemiz de hep destekledi.

Eşim Selanik’te iş imkanlarını araştırdı. Fakat zor görünüyordu. Eşimin Amerika vizesi vardı, benim de var ama çocukların pasaportları, hatta Yusuf’un kimliği yoktu. Nereye kadar böyle yaşayacaktık… Biz Selanik’te kaldık, eşim önce ABD’ye oradan da İngiltere’ye geçti. İngiltere deport etti. İlk deport edilenler arasındaydı eşim. ABD’ye döndü mecburen. Oraya iltica etti. 2,5 ay sonra oturum aldı. 45-50 gün sonra da aile birleşime evet dediler. Şimdi aile birleşiminin hızlanması için girişimlerde bulunduk, onu bekliyoruz…
<< Önceki Haber Muşambanın üzerinde yaptığı doğumu anlattı: Bebeğimi... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER