Müjdeli Bir Ramazan Olsun!

Samanyoluhaber.com yazarı Fikret Kaplan son yazısında 'Ramazan Ayı'ndan istifadenin yolunu anlattı

SHABER3.COM

FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM 


Mübarek Ramazan Ayı, hayırla, hüzün ve duayla bereketlendirilmiş, nihayet bayram sabahına kavuşulmuştu. 

Ashab-ı güzin efendilerimiz (ra) mescitteki yerlerini almış, Şefkat Peygamberi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) arkasında sabah namazı için saf tutmuşlardı. 

Ve sabah namazının ikinci rekâtında, rükûya kalktıklarında Rasûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ellerini kaldırıp dua etmesini bekliyorlardı. Fakat kunut duası yapmadan doğrudan secdeye gitmişti Kâinatın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem). 
Selam verilir verilmez, Hazreti Ömer (radıyallahu anh) heyecan ve merakla sormuştu:
 
- Ya Rasûlallah, ne zamandır hicranla yâd ettiğiniz kardeşlerimize bugün dua buyurmadınız?
 
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek çehresinde tebessüm belirmişti: 

- Allah kardeşlerinize kurtuluş lütfetti; yola çıktılar, geliyorlar.

Geride kalan ve zulümle inleyen ashabı için çok istediği müjdeye Ramazan Ayı’nın bayram sabahında kavuşmuştu Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem).  

Fakat, çehresinde beliren bu mübarek tebessümün gerisinde çok büyük ızdıraplar vardı. Ramazan Ayı boyunca arşı titreten inlemeler yükselmişti Şefkat Peygamberi’nin mübarek dudaklarından. Yürekleri yakan, sahabeyi gözyaşlarına gark eden içten içe inlemelerdi bunlar. Hicret edemeyip de arkada kalan arkadaşlarına ağlamıştı İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem):

- Ashabımı kurtar Allah’ım!.. Müminleri kurtar Allah’ım!.. 

Bu içten yakarışlar, sadece ashabının gönüllerini değil, mescid-i Nebevi’nin hurmadan olan sütunlarını, kerpiç duvarlarını; Medine’nin sokaklarını, evlerini, taşlarını titreten gözyaşlarına dönüşmüştü. Teheccüd namazında, sabah namazında, akşam namazında… oradan diğer vakitlere:

- Hapsedilen, işkence gören, ezilen müminleri kurtar Allahım!..

Gökten gelen ikazla hicret etmişti Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ama kalbinin bir parçası, hicrete yol bulamayıp Mekke’de sıkıntı çeken ashâbının yanındaydı. Orada hâlâ hicret etmek için fırsat kollayan bir hayli insan vardı. Onlar da hicret için bütün güç ve kuvvetlerini sarf etmişlerdi fakat bir türlü engelleri aşamamışlardı. Elleri ayakları zincire vurulmuş ve zaman zaman en vahşi işkencelere maruz bırakılıyorlardı. Şartlar aşılması güç bir engel gibi duruyordu önlerinde. 

O masumların, mazlumların mahpus kalmaları ve sürekli zulüm görmeleri, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüreğini hüzünle dolduruyordu. Rahmet Peygamberi, her gün defalarca onları anıyor, sabah-akşam kunutlarında onlar için dua ediyor, ağlıyordu. Özellikle sabah namazının son rekâtında rükûdan secdeye geçeceği sırada ellerini kaldırıyordu:

"Allahümmehdina fîmen hedeyte. Ve âfinâ fimen âfeyte. Ve tevellena fimen tevelleyte. Ve bariklena fîma â'tayte. Ve kınâ şerra mâ kadayte. Feinneke takdî velâ yukdâ âleyke. Ve innehu lâ yezillü men vâleyte. Velâ yeizzü men âdeyte. Tebârekte Rabbenâ ve teâleyte. Felekel hamdu âla ma kadayte. Nestağfirüke ve netubu ileyke. Ve sallallahu âla seyyiddina Muhammedin ve âla alihi ve sahbihi ve sellem."

"Allah'ım, hidayet ettiklerinin yoluna bizi de hidâyet et. Allah'ım, âfiyet ver. Dost edindiklerinle beraber bizi de dost edin. Verdiğin şeyleri bize mübârek eyle. Hükmettiğin şeylerin şerrinden bizi koru. Şüphesiz Sen hüküm verirsin, fakat kimse sana hüküm veremez. Senin sevdiklerin zelil olmaz. Senin düşman oldukların ise aslâ aziz olmaz. Rabbimiz, sen mübarek ve yücesin. 

Allah’ım! İbn-i Ebî Rabîa’yı kurtar! Allah’ım! Seleme ibn-i Hişâm’ı halâs eyle! Allah’ım! Velid ibn-i Velid’e necat ver. Allah’ım! Mekke’de hakları ellerinden alınan ve sömürülen bütün müminleri kurtar!

O’nun mübarek gözlerinden yağmur gibi yaş boşalırken, Ashab-ı Kirâm da buna kayıtsız kalmıyordu. Onlar da gözyaşlarıyla Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hüznüne iştirak ediyorlardı. 

Onlar, kadınıyla erkeğiyle, geride kalanıyla hicret edeniyle, dünya yüzüne güleniyle gülmeyeniyle, gazi olanıyla şehadet şerbeti içeniyle bütün sahabîler, kendi başlarına gelenleri Hakk’ın hususî iltifati, ihsanı biliyorlardı. Dağınıklığa meydan vermeden, suçlu arama peşine düşmeden, yıkıcı, kırıcı eleştirilere kapılmadan Allah’ın kendilerine sunduğu krediyi tam değerlendirirken diğer taraftan arkada kalanlar için kederlenip kavlî ve fiilî dualar ediyorlardı. Asla taş atmıyorlardı kadere. En küçük bir imayla olsun Yüce Yaradan’ı kimseye şikâyet etmiyorlardı. 

Ve o Ramazan’ın bayram sabahında, iki mutluğu birden yaşıyorlardı. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hüznüne iştirak ettikleri gibi O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek çehresinde beliren tebessüme de eşlik ediyorlardı. 

Bugün biz de, çok zor günlerden geçtiğimiz bu Ramazan Ayı’nda, Yüce Rabbimiz’in bütün arkadaşlarımıza ve kardeşlerimize kurtuluş lütfedeceği bir müjdeyi hasretle bekliyoruz. Böyle bir lütfa çok muhtacız. Bize necat verecek olan sadece ve sadece Allah’tır. Ancak O (cc) bizi, kardeşlerimizi ve sıkıntı çeken herkesi bu ağır imtihanlardan kurtarabilir. Ama bu kasvetli havanın, şiddetli fırtınanın dinmesi için bir vakit vardır. Biz bilemiyoruz. 

‘Dua dua yalvarıyoruz ama olmuyor!’ demek suretiyle, O’nun takdirât-ı Sübhâniyesine itiraz nev’inden laflar etmek, düşüncelere dalmak, tasavvurlar içinde bulunmak, O’na (cc) karşı saygısızlık olacaktır. Bundan dolayı, ‘sürecin ne zaman biteceği’ mevzuunda sabırlı ve saygılı olmak lazımdır.

Bize düşen vazife, fiili ve kavli duayla daima İlahi Dergah’a iltica edip hüznümüzü, derdimizi Rabbimize arz etmektir. İnsan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk'ın icraatına karışmamalı.

Omzumuza yüklenen sorumlulukları yerine getirebileceğimiz eşsiz bir zamanda bulunuyoruz. Günleri süratle geçen çok kıymetli bir ay... Ramazan-ı Şerif’in gecesi, gündüzü, sahuru, iftarı Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) müjdeye nail olduğu Kutlu Bir Zaman dilimi gibi duruyor önümüzde. Bu fırsatı kaçırmamak lazım. 
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan Ayı hakkında bize çok ciddi ikazda bulunuyor.   

Cebrâil’in (as): ‘Ramazana yetişmiş, Ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah'ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun! Burnu yere sürtülsün!' dediği duaya Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘amin' diyor. (Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998;  Taberanî-evsat- h. no: 8994) 
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de yaşadığımız bu günleri görmüşçesine bize hitap ediyor:

‘Aziz, sıddık kardeşlerim, 

Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenab-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimîn’den niyâz ederim. 

Saniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem İslam âlemi için, hem Risale-i Nur şakirtleri için gayet ehemmiyetli, pek çok kıymetlidir.  

Risale-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i âmâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, her bir kardeşlerine aynı miktar amel defterine geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlasla girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşaallah, emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, her birisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların her birisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir. 

Demek, Risale-i Nur’un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs’at-i rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümitvârız.’

Sorguda, zindanda, çaresizliğin kollarında veya göç yolunda, hicret yurdunda ızdırap çekenlere duayla el uzatma seferberliğini bu Ramazan atmosferinde daha ciddi bir şekilde devam ettirelim. Teheccüdsüz bir gecemiz olmasın. Rahmeti Sonsuz’a içten içe yalvaralım. 

Hizmetimizin geleceği için her türlü fedakârlığa katlanarak sıkıntı çeken arkadaşlarımızı dualarımızda sık sık zikretmek bizim için öncelikli ve çok önemli bir vefa borcudur. Hislerimiz, heyecanlarımız ve beyanlarımızla her ellerimizi kaldırışımızda onlar için Cenâb-ı Hak’tan kurtuluş dilemek aynı davaya gönül vermenin gereğidir. 

Dikkat edersek, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin değişik beldelerde bulunan Nur talebeleri için çok dua ettiğine şahit oluruz. Lâhikalardaki ifadelerinde de görüldüğü üzere sadece onlara değil, çoluk çocuklarına, akrabalarına ve beldelerine de dua etmek suretiyle onlara iman ve Kur’ân hizmetlerinde destek olmuştur. Ayrıca dualarının bereketine inandığını ifade ederek, hem kendisi hem de diğer Nur talebeleri için onlardan dua talep etmiştir. “Sizin dualarınızın bereketiyle, inayet-i ilâhiye her günümü bir ay kadar mesûdâne bir ömre çevirdi.” demiştir.

Hasılı, Ramazan Ayı’nı sıkıntılar içindeki kardeşlerimizi unutmadan çok yönlü değerlendirmek lazım. Bediüzzamanın ifadesiyle, Ramazan-ı Şerifteki orucun hem Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine (terbiye ediciliğine), hem insanın toplum hayatına, hem şahsî hayata, hem nefsin terbiyesine, hem Allah’ın verdiği nimetlere karşılık şükre bakan çok hikmetleri olduğundan çok iyi istifade etmeli. 

‘İnsanın nefsi gafletle kendini unutur. Mahiyetindeki sonsuz aczi, fakrı, son derece kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf, yokluğa maruz ve musibetlere hedef olduğunu, çabuk bozulan, dağılan et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta çelikten bir vücudu varmış, ölmeyecekmiş gibi, kendini ebedî hayal edercesine dünyaya saldırır. Şiddetli bir hırs ve açgözlülükle, şiddetli bir alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeye bağlanır. Kendisini tam bir şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Ömrünün neticesini ve ahiret hayatını düşünmez, kötü ahlâk içinde yuvarlanır.

İşte ramazan-ı şerifteki oruç en gafillere ve inatçılara bile zayıflığını, aczini ve fakrını hissettirir. İnsan açlık vasıtasıyla midesini düşünür, midesindeki ihtiyacı anlar. Zayıf vücudunun ne kadar çürük olduğunu hatırlar. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu idrak eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp tam bir acz ve fakr ile Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına sığınmaya bir arzu duyar ve manevî bir şükrün eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamışsa…’

Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun, bütün insanlığa hayır ve bereket getirsin… Çok arzuladığımız o müjdeyi Rabbim acilen nasip etsin inşallah… Amin. 

<< Önceki Haber Müjdeli Bir Ramazan Olsun! Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER