''Mazlumların ahı saltanatınızı da sarayınızı da yıkacak…''

''Bu davadan ne çıkar, Erdoğan bunu nasıl göğüsler bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var: Ege Denizi sularında üç küçük çocuğuyla boğulan annenin ahı sizin yakanızı bırakmayacak. Mazlumların ahı saltanatınızı da sarayınızı da yıkacak…''

SHABER3.COM

Adem Yavuz Arslan / Tr724

Türk-Amerikan ilişkilerine dair son günlerde yaşananlar, Zarrab davasındaki gelişmeler ve ABD’de tartışılmaya başlayan ‘Türkiye’ye yaptırım’ ihtimalini analiz etmek üzere yazıma başladığımda önüme tek cümlelik bir haber düştü.
 
Habere göre Türkiye’deki zulümden kaçan bir aile, üç çocuğu ile birlikte Ege Denizi’nde boğulmuştu.

Aynı cümleyi defalarca okudum. Üzeri örtülmüş bir cesedin fotoğrafına uzun uzun baktım.

Kimdi, hikayesi neydi bilmiyorum.

Haberin şoku ile uzun süre yazımı yazamadım. Gazetelerin internet sitelerini, televizyonların sayfalarını dolaştım.

Twitter’da vakit geçirdim.

Fakat hiçbir yerde boğulan aile ve üç çocuğuna dair haber yoktu. Onun yerine, Rasim Ozan Kütahyalı denen müptezelin ahlaksız sözleri ve ona gösterilen tepki gündemdeydi.

Bir de AKP ve Havuz korosunun Zarrab davasına ilişkin ‘Hedef Türkiye, hedef Erdoğan’ propagandası.

Bir anne ve baba ile üç çocuğu zulümden kaçarken hayatını kaybediyordu ama hiç kimsenin dikkatini bile çekmiyordu. Dahası Twitter’da paylaştığım haberin altına AK-trollerce yapılan yorumlar mide bulandırıcıydı.

Hayatını kaybeden aile ve üç masum çocuk için yazılan yorumlar, söylenen sözler…

Tarifi yok bu ‘seviye’nin…

Tarihe havale edip muhasebeyi gelecek nesillere bırakmaktan başka bir seçenek de göremedim.

İlerleyen saatlerde hayatını kaybeden aile ve çocuklarına dair kısıtlı bilgiye ulaşabildim. 15 Temmuz sonrası baskılara maruz kalmış bir Cemaat mensubu, eşi ve çocuklarıymış.

Hüseyin Maden, KHK ile ekmeğinden edilmiş 40’ında bir öğretmen, 36’sındaki eşi Nur Maden ve çocukları Nadire (13), Bahar (10) ile oğulları Feridun. Daha 7 yaşındaki Feridun.

Zaten kalbi taşlaşmış, aklı esir alınmış Türk halkı için önemi de olmayacaktı.

Tıpkı işkence altında hayatını kaybeden Gökhan öğretmen, savcı Seyfettin Yiğit, işadamı Mustafa Torer’de olduğu gibi.

Ya da Meriç’te boğulan yazılım mühendisi Mustafa Zümre’ye empati yapmadıkları gibi. Mustafa Zümre hapiste gördüğü ağır işkencelerden sonra eşi ve iki çocuğunu alıp Türkiye’den çıkmaya karar vermişti.

Edirne’nin dondurucu soğuğunda bindiği tekneden nehre düşüp boğuldu. Yetkililer ‘yardım etmeyi’ reddettiler. 90 gün sonra cesedine ulaşıldığında tanınmayacak haldeydi.

33 yaşındaki polis Kadir Eyce tutuklandığında günlerce aç bırakılmıştı. 

İşkenceler ve kötü muamele cezaevinde de sürdü. Aylar sonra ‘erimiş’ halde fotoğrafları düştü sosyal medyaya.

Ardından da ölüm haberi geldi.

Bu süreçte beni en çok etkileyen ölüm haberlerinden birisi de 12 yaşındaki Furkan’dı.

Tek kare fotoğrafı gözümün önünden gitmedi uzun zaman.

Melek yüzlü Furkan, beyin kanseriydi ve tedavi için yurt dışına gitmesi gerekiyordu. Fakat ‘günümüz Firavunları’ izin vermediler.

Birkaç hafta sonra da hayatını kaybetti Furkan. 

Benzeri çok dram var. Fakat bunların hiçbiri televizyonlara, gazetelere yansımadı. Anlı şanlı gazeteciler (!) üç maymunu oynadılar.

Çünkü bu dramların ortak özelliği ‘Cemaatçi’ olmalarıydı. İktidara ve yandaşlarına göre Cemaatçilerin malları ‘ganimet’ canları da ‘helal’di. Dolayısıyla bir annenin üç çocuğuyla birlikte boğulması da onlar için önemli olmayacaktı.

Olmadı da.

HERŞEY ZARRAB İÇİN

Aslına bakarsanız zulümden kaçarken Ege Denizi’nde hayatını kaybeden anne ve üç çocuğu ile Zarrab konusu doğrudan ilgili.

Çünkü 17 Aralık 2013’ten bu yana yaşanan zulümlerin tek nedeni var: Zarrab.

Eğer söz konusu operasyon olmasa bugünleri yaşamıyor olacaktık.

17 Aralık’ta suçüstü yapılan ‘suç örgütü’ kendini korumak için ülkeyi ateşe verdi.

Suçları büyük olduğu için zulümleri de ağır oldu.

Yeri gelmişken bir daha hatırlatayım, durduğum yeri bir daha kayda geçireyim: FETÖ diye bir terör örgütü yok. Cemaat terör örgütü değil, müntesipleri de terörist değil. Bütün bu ithamlar suçüstü yapılan Erdoğan’ın kendini kurtarmak için uydurduğu bir söylem.

Erdoğan, ‘terör örgütü’ söyleminin altını doldurmak için elindeki kamu gücünü pervasızca kullandı. Emrindeki Havuz medyası ile akla hayale gelmedik yalanlarla Cemaati şeytanlaştırdı.

Erdoğan bir ‘Amok koşucusu’ olarak kan döktükçe daha da coştu, coştukça daha da çok kan döktü, acımasızlaştı.

Çünkü Zarrab’ı kurtarmak aslında ‘kendini kurtarmak’tı.

Peki Türkiye’yi yakıp yıktıktan, çocuk çoluk demeden yüz binlerce insana zulmettikten sonra nereye geldik?

Uğruna ülkeyi yaktığı Zarrab, ABD ile anlaşıp Türkiye’den kaçtı. Hapse girmeyi göze alıp Türkiye’den neden kaçtığı, Erdoğan’ın ‘sır küpü’nün bu kaçışa neden göz yumduğu da ayrı bir soru işareti.

Şimdi ABD’li savcılarla işbirliği yapıyor.

Kuvvetle muhtemel bu davadaki tek ‘itirafçı’ o olmayacak. Halkbank yöneticisi Hakan Atilla’nın da itirafçı olması kimseyi şaşırtmasın.

Erdoğan, Zarrab için Türkiye’yi yakıp yıkmıştı şimdi aynı şeyi NATO ve ABD için de yapıyor.

Düşünsenize, Zarrab için -üstelik yargısal bir konuda- iki kez ABD’ye nota verdi.

Örtülü ödenekten sınırsız bütçe ayırdı. Zarrab davası için çalmadık kapı, dilenmedik yardım bırakmadı.

Attıkları her adımda başarısız oldular. Şimdi son çare olarak ABD’yle çatışma senaryosu yürürlükte.

Bir diğer adım da ‘NATO’dan çıkma tehdidi’.

Hep bir ağızdan ‘Hedef Türkiye’ söylemindeler. Böylece davadan çıkabilecek olumsuz sonuçları milliyetçi dalgayla göğüslemeye çalışacaklar.

Bir başka ifadeyle, daha önce Rıza’nın önüne yatmışlardı, şimdi de tüm Türkiye’nin geleceğini Rıza’nın önüne yatırmayı planlıyorlar.

Bu aşamada uzun uzun, kapsamlı analizler yapmaya gerek yok. Her şey herkesin gözü önünde.

Davanın içeriği hakkında hiçbir şey bilmeseniz bile Erdoğan’ın icraatlarına bakarak sonuca varmanız mümkün.

Şunun şurasında bir hafta kaldı. Erdoğan’ın neden bu kadar çok korktuğunu hepimiz görebileceğiz.

Ya da ne uğruna ülkeyi yakıp yıktığını anlayabileceğiz.

Bu davadan ne çıkar, Erdoğan bunu nasıl göğüsler bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var: Ege Denizi sularında üç küçük çocuğuyla boğulan annenin ahı sizin yakanızı bırakmayacak.

Mazlumların ahı saltanatınızı da sarayınızı da yıkacak…

NOT: Başta dediğim gibi, aslında son dönemde Washington’da sıklıkla dile getirilen ‘Türkiye’ye karşı yaptırım’ seçeneklerine dair bir analiz yazacaktım.

Özetle söyleyeyim… ABD Kongresi’nin 2012’de kabul ettiği Manitsky Act Türkiye için tartışılmaya başlandı.

Bu yasa bir tek kişinin (Sergei Manitsky) cezaevinde kötü muamele sonucu ölümü üzerine çıkarılmıştı. Bu ölümde ihmali olan görevlilerin yurt dışı hesapları donduruldu, Rusya’ya yaptırımlar getirildi.

ABD’yi Kanada ve AB ülkeleri takip etti.

Ankara, NATO üyesi ve ABD’nin uzun soluklu müttefiki olan bir ülke için böyle bir yaptırımın tartışılıyor olmasının önemini anlamamakta ısrarlı gözüküyor.

<< Önceki Haber ''Mazlumların ahı saltanatınızı da sarayınızı da... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER