Mahalleyi değil omurgayı konuşalım!

İktidar kontrolündeki medyanın gündemi değiştirme gayretlerine rağmen bir şekilde sesini duyurabilen deprem mağdurları hala çaresiz ve kendilerine ulaşılamadığından şikayetçiler.

SHABER3.COM

KADİR GÜRCAN

Eskimiş ve kullanım süreleri dolmuş kavramları gündeme taşıyıp bir kaç hafta gününü gün etmeye bayılan modası geçmiş ve sinn-i iyas ile selisu’l-bevl rutinleri sıklaşmış bir zümre hiç eksik olmadı. Onların durumlarını yaşları ile orantılı olarak bu arkaik kelimelerle anlattık ki, yaş ortalamalarını tahmin edin. Siz durumu, bunama evresi ya da prostatın kendini iyice hissettirdiği zamanlar şeklinde de anlayabilirsiniz. Bu zümreden şikayetçi değiliz, o halleri ile de fikir dünyasına renk kattıklarını düşünüyoruz. 

Halk arasında  “Nerenin buğdayı çok oranın tavuğu olmak!” şeklinde bilinen bu tür, entelektüel camiada hiç eksik olmadı. Uzun yaşamanın sırrını da çözmüş olmalılar ki, üç çeyrek asrı devirdikten sonra bile hala kendilerinden bahsettirmeyi beceriyorlar. Liberalizm’den demokrasiye oradan Saray Soytarılığına evrilen bir düşüş bile olsa popüler kalmak vazgeçilir bir konfor değil bilesiniz.

6 Şubat Depremi’nde eskiyen yelkenlerine rüzgar toplayan köhne yazar-çizer takımı, Saray ve iktidarın yaptıklarını(!) abartıp tek kale oynamak için birbirleriyle yarışırken, yapamayıp beceriksizliğin ayyuka çıktığı zamanlarda da yanaşık düzene geçmeyi vatani görev saydılar. “Depremi siyasete alet etmeyelim!” dedikten sonra, depremde vefat edenlerin iktidar seçmeni olduğu ancak, öyle de olsa Saray’ın seçimi kazanacağını söyleyen ve Saray’ın kaybetme korkusuna teselli olmaya çalışanlar da yine o eski tüfekler. Hani depremi siyasete alet etmeyecektik? Bu naive ve safdil avunma bizim gibi yufka yürekliler için. İktidarın “Şahin Tetikçileri” bundan muaf.

“Mahalle Baskısı” kullanımının literatüre girmesinin üzerinden epey bir zaman geçti. Eski mahallesinden sıkılıp, kadr-u kıymetinin daha çok bilineceği karşı mahalleye taşınmaya can atan tipler “Bende daha ne kabiliyetler var ama oynayacak yerim dar. Ne yaparsınız mahalle baskısı!” kuruntuları, kerameti kendinden menkul kıt akıllılar için iyi bir sığınak oldu. Fazla kullanılıp çabuk eskiyen her şey gibi “Mahalle Baskısı” da miadını doldurmuşa benziyor.  Öyle olsa gerek, kavramı her yerde joker olarak kullananlar da daha geniş bir zemin arayışındalar. Daha önce kendilerini farklı departman, mahalle, elit sınıf ve bilumum entel kategorilerde serbest dolaşım ile şımartan bu ekibin son demir attıkları yer “Benim bir mahallem yok!” limanı. 6 Şubat Depremi’nde iktidar ve Saray’ın yanında olmak için böylesine bir frekans değişikliği kimseyi rahatsız etmez hatta devlet nişanı ile onure edilebilirler. Yıllardır göz kırptıkları mahallede kendilerine yer buldular sonunda. Aman ne güzel! 

Muhalif görünüp iktidar ile gizli-açık flört eden bu kesimin öne çıkan duayenlerinden birinin yıllar önceki “Ben omurgasızım!” manalı yazısı ve iki hafta önceki “Benim mahallem yok!” itirafını bir araya getirince, bizim açımızdan resim tamamlanmış oldu. İleri yaşların kendilerine pek şefkatli davranmadığı bu meşhur yüzlerin “Mahallesizim, omurgasızım ama yakışıklı ve popülerim!” avunmasını ileri yaş sendromu olarak görüyoruz. Lise kitaplarında hayvanların dahil olduğu “omurgalı ve omurgasız” kategorisi burada işimize yarıyor. Ekolojik sistem açısından bu ayırımı korumak zorundayız.

Saray’ın havuz medyasına sipariş ettiği son görev, gündemin değiştirilip “mucize ya da mucize ötesi!” dramatik hikayelerden romantik bir hava üreterek devletin işe vaziyet ettiğini göstermek. Hemen arkasından bölgeden uzak hastanen ziyaretlerinin devreye alınması da PR çalışmasının bir parçası. Vefat edenlerin kabirlerini ziyaret etmeyi düşünürler mi dersiniz. Hiç zannetmiyorum. Ha bu arada, havuz medyası depremde hayatının kaybedenlerin sayılarını iç sayfalara çekip küçük fontlara düşürmeye başladı. Aman canım insanların yürekleri kalkmasın! İyi ama bölgede devam eden artçı ve yeni depremler kesilmedi ki. 6 Şubat’ın üzerinden üç hafta geçtikten sonra Hatay 6.4 ve 5.0 ile tekrar sallandı. Artçı depremler, Saray ve iktidarın sinir uçlarına dokunmaya devam ediyor. 

İktidar kontrolündeki medyanın gündemi değiştirme gayretlerine rağmen bir şekilde sesini duyurabilen deprem mağdurları hala çaresiz ve kendilerine ulaşılamadığından şikayetçiler. Hataylı depremzedenin, felaketin 17. gününde buraya hala kimse gelmedi feryadı hadiseyi unutturmak isteyenlerin neşesini kaçırıyor. 17. günün sonunda bölgede hala devletin ulaşamadığı yerler var. Mesele Saray, iktidar ve omurgasız takımının birbirlerine kur yapması, birbirlerinin sırtlarını tapışlamaları ya da iyi iş yaptıkları için kendilerini iyi hissetmelerine bağlanınca, Saray’ın kürsüye abanıp Mussolinevari höykürmelerine kimse gıkını çıkaramıyor. “Kime kızıyorsun, derdin ne? Sığırtmaç gibi kime heyheyleniyorsun?” diyebilmek için omurgalı kategorisinde ısrar etmek gerekiyor. Seçim kaybetme korkusu hazretin aklını almış ayol, bunda gizlenecek ne var? 

Şubat depremi ortada kalmayacak kadar büyük. İktidarın havayı soğutmak için kendi medya maymunlarına dağıttığı günlük konular sade suya tirit cinsinden şeyler. “Deprem Bakanlığı Kurulmalı!” klişesi şu an çok popüler ve herkesin altına odun taşıdığı boş lakırdılardan biri. Beklenmedik felaketlere hazırlıklı olması gereken başta İçişleri Bakanlığı ve ilgili bakanlıklar bir iş beceremedi, bir de Deprem Bakanlığı’nı deneyelim. Yeni bir bakanlık teklifi seçim için iyi bir top çevirme taktiği ama bir sonraki depreme yetişir mi bilemem. Şu an için seçimin önceliği var ve Saray endişelerinden kurtulmak için bütün anti-depressionlar’ı deniyor.

Piyasaya yeni giren ve bir önceki kuşağın esneyen omurga ve iyice zedelenen karakter özelliklerine imrenen çaylak ve acemi takımı da “İşin ucu kime dayanırsa dayansın sorumlular cezalandırılmalı! Öz eleştiri yapılmalı!” diyerek entelektüel bir havaya girmeye çalışıyorlar. Bu zavallılar Leyla-Mecnun Hikayesi’nde Mecnun’un erkek-kız tarafını ayıramayan budalalar. İşin ucu Saray ve ilgili bakanlıklara dayanıyor, ne yapacaksınız? İstanbul Adliyesi’ne ifadeye mi çağıracaksınız?

Koskoca bir ülkeyi derinden sarsan depremin enkazı arasında Saray ve iktidarın dökülen cilalarına trajik hikayelerden çare arayan tiplerin hangi mahalleden olduklarının bir ehemmiyeti yok. Ama iş ilerleyen yaşlarda omurgasızlık ve karakter erozyonuna dönüşünce onun tedavisi imkansız. Türkiye gibi ülkelerde omurgalı kalabilmenin ve karakterli olabilmenin bedeli ağır; ya tahammül ya sefer!
<< Önceki Haber Mahalleyi değil omurgayı konuşalım! Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER