'Kuyudaki Yusuf ve aralanan kapılar...'

Zorlukla beraber gelen kolaylıklar ve Yusuf Sûresi'nden ibretlik kesit...

'Kuyudaki Yusuf ve aralanan kapılar...'

Yusuf Sûresi; Seyyidina Hz. Yusuf ve onun muhterem pederleri Hz. Yakup etrafında döner. Hz. Yusuf’un çektiği çeşit çeşit sıkıntılardan ve neticede Hakk’ın inayetiyle onlardan kurtuluşu ve maddî-mânevî mazhar kılındığı lütuf ve ihsanlardan bahseder. Hz. Yusuf’un kardeşlerinin, çocukluk döneminde ona karşı yaptıkları bazı kusurlar anlatılır. Gerçi o kusurlar bizimkilerin yanında deryada katre kalır.

Evet, Hz. Yusuf (alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm), kardeşleri tarafından kuyuya atılmış ve sıkıntılara maruz kalmış olsa da, kuyu onun için nâzırın evine ulaşan bir koridora dönüşecektir. Zira bir kervan tarafından kuyudan çıkarılıp köle olarak satıldığında, iç derinlik ve güzelliğinin zarfı konumunda bulunan dış güzelliği dolayısıyla herkes ona talip olmuş ve âdeta başına üşüşmüşlerdi. Ancak Mısır’ın nâzırı onu satın almıştı. Hz. Yusuf, burada da yine farklı bir imtihana tâbi tutulmuş ve neticede zindana düşmüştü. Ancak bütün bu sıkıntıların sonucunda o, sarayda herkesin imreneceği bir konuma gelmişti. Ancak bundan öte Cenâb-ı Hak onu, peygamberlik dünya görüşünün, tabiri caizse peygamberlik felsefesinin Kıptîler, ehramlar dünyasına girmesine vesile kılmıştı.

Zorlukla Beraber Gelen Kolaylık

İşte dikkatli bir nazarla takip edildiğinde, Kur’ân-ı Kerim’in ifadeleri içinde, bu sûrede, ne zaman bir kapı kapanıyor gibi görünse hemen bir başka kapının aralandığı ve o kapı aralığının müjdesinin verildiği görülecektir. Evet, bir yerde kapı o büyük peygamberin üstüne kapanıyor gibi olduğunda, Kur’an’ın beyanı içinde, o kapıyı aralayacak öyle bir ifade görürsünüz ki, âdeta kapının cızırtılarını duyar gibi olursunuz. Bu sûre-i celîlede, bir kısım zorluk ve meşakkatlerden sonra, ilim ve hikmetin temsilcisi Hz. Yusuf’un şahsında nübüvvet ruhunun Mısır’a girip orada intişar edişini.. hakeza bir kısım sıkıntılar çektikten sonra Hz. Yakub’un, rampadan Allah’a yükseliyor gibi peygamberan-ı zîşan arasında önemli bir makama yükselişini.. Hz. Yusuf’un kardeşlerinin, “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!” (Yusuf, 12/91) ifadeleriyle dile getirdikleri itiraflarını ve bu itiraflarıyla kendi ufuklarında evc-i kemal-i insaniyete çıkışlarını.. ve daha pek çok hikmet parıltısını müşâhede edersiniz. Bütün bunlar insanın içine inşirah salmaktadır. Kur’an, ezelden gelip ebede gittiğinden dolayı, bu sûre nasıl Asr-ı Saadet insanının gönlüne inşirah salmaktadır, aynı şekilde günümüz mü’minlerinin kalplerine de bir beyan zemzemesi hâlinde akıp durmaktadır ve bundan sonra da kıyamete kadar akıp duracaktır. Dolayısıyla bir hikâye tarzında anlatılsa da, bu sûreye asla mücerred bir hikâye gözüyle bakılmamalıdır. O, birçok insanın sergüzeştini anlatan, bir aile etrafında örgülenen, insanlara ders veren, ilim yörüngeli, hikmet tezahürlü bir sûre-i celîle-i kerime-i mübecceledir.

Ümit ve İnşirah Kaynağı

Meselenin daha iyi anlaşılması adına sofilerin meclislerinde yaşanan bir hâli size anlatayım. Cenâb-ı Hak, bir dönem, mehabet ve mehafetle tüllenen bir kısım ehlullahın meclisinde bulunma imkânını bahşetti. Evet, onlar tam bir mehafet ve mehabet insanıydı. Çok ciddi durur, çok ciddi konuşur ve çok ciddi bir hayat yaşarlardı. Öyle ki insanın kalbini ağzına getirecek, yüreğini hoplatacak şekilde sözler sarf ederlerdi. Dolayısıyla çevrelerinde bir daralma ve sıkışma olur ve insanlar boğulacak hâle gelirlerdi. İşte bu noktada gayet latîf bir espri ve mizah ile âdeta çevresindekilere biraz oksijen aldırır, akciğerlerine biraz oksijen püskürtür ve böylece onların rahat bir nefes almalarını temin eder ve onları dinlendirirlerdi. Diyelim ki çok ağır bir meseleden bahsediyorlar. Çevresindeki insanlarda o daralma ve sıkışmayı gördüklerinde hemen güzel bir menkıbe anlatır ve bir tebessümle beraber onlara bir soluk aldırırlardı. Belki sizler de anlatmaya çalıştığım bu tür hâdiselere değişik vesilelerle şahit olmuşsunuzdur.

İşte tam olarak bu hâle benzetemesek de, bir bakış açısı olarak, hikmet edalı, ilim yörüngeli böyle bir sûre-i celîlenin, bir yönüyle, Allah’tan gelmiş emirlere im’ân-ı nazar etmiş, yoğunlaşmış, onları kendine iniyor gibi algılamış, içselleştirmiş ve yaşamış olan sahabe-i kiram efendilerimizi ferahlatmak adına nazil olduğunu düşünebiliriz. Zira bu sûre-i celîlede, bazen bir burkuntu yaşansa da, ardından inşirah gelmiş, ardından başka bir burkuntu yaşanmış ama onu da bir inşirah takip etmiş ve derken encamı itibarıyla hüsnü akıbet ve zafer söz konusu olmuştur. Evet, sûrenin sonunda anlatılan, Mısır ufkunda Cenâb-ı Nâm-ı İlâhî’nin şehbal açması, Hz. Yusuf’un belli bir makama gelmesi, babasına kavuşması öyle hâdiselerdir ki, geçmişte olan acı hatıraların hepsini unutturmuştur. Hazreti Pîr-i Mugan, Şem-i Taban’ın ifadeleri içinde; elemi gitmiş, lezzeti kalmıştır. O çetin imtihanlar sadece bir vakıa-yı mübeccele-i mükerreme haline gelmiştir.

Netice itibarıyla diyebiliriz ki, Yusuf Sûresi, bir taraftan upuzun bir sergüzeşti içinde, ilim ve hikmet yörüngesi etrafında pek çok ders ve ibreti ihtiva etmektedir. Diğer taraftan da bin bir çeşit bela ve musibetler içinde bulunan günümüz mü’minleri için bir ümit ve inşirah kaynağı olarak gönüllerimize su serpmektedir.
<< Önceki Haber 'Kuyudaki Yusuf ve aralanan kapılar...' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER