Rû- be- Rû

Bazıları elimin içine elini biftek gibi bırakıveriyor. Nefret ediyorum. Lakin O, elimi sımsıkı tuttu.

Rû- be- Rû

Gözümün içine baktı… Ben de onun gözünün içine baktım… Gözünü benden kaçırmadı. O an şunu hissettim: “Bu adamın geçmişinde saklamak istediği hiçbir şey olamaz.” Merhum Cem Karaca'nın 'elini sımsıkı tutan, gözlerinin içine bakan' bu kişiyle ilk karşılaşmasındaki intibalarıdır bunlar. 24 Haziran 1994'teki bu ilk buluşmanın üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçer. Takvimler 15 Ağustos 1995'i göstermektedir. Polat Otel'in havuzlu bahçesinde Hakan Şükür ve Esra Elbirlik'in nikâhı gerçekleşecektir. Otele biraz erken gelmiştir Cem Karaca. Yine kendi ifadeleriyle seyredelim bu muhteşem ânı: “Bahçenin bir köşesinde metruk bir halde bekliyordum. Etrafta tanıdık birkaç sîma vardı ama pek samimiyetim yoktu onlarla. Emre vardı az ileride, sonra Bülent'i görebiliyordum ama dedim ya konuşabilecek samimiyetim yoktu onlarla. Birden içeriye O girdi. Seri adımlarla protokol masasındaki yerine doğru yöneldi. Hemen arkasında, tıpkı yaban kazlarının liderlerini takip etmesi gibi “V” pozisyonunda sevenleri yürüyordu. Etraftaki bakışlara aldırmadan ilerlerken, bir ara göz göze geldik. Aramızda oldukça mesafe vardı. O, olduğu yerde birden bire duruverdi. Arkasındakiler bunu tahmin edememişti. Şaşkınlıkla patır patır ona çarptılar. Kendisi için belirlenen yere doğru ilerlerken ani bir refleksle yönünü bana doğru çeviren bu adam, kalbimin atış seyrini değiştirmişti. Elimdekini koyacak yer bulamadım. Yere bırakıp ben de ona doğru ilerlemeye başladım. Ortada buluştuk. Bana sarılıp “Dostum, nasılsın?” dedi. Bir yıl kadar önce sadece birkaç dakika görüştüğüm bu zât, şimdi benim elimi tuttu ve protokolde yanı başına oturttu. O an, az önceki metruk hâlim sona erdi. Sahiplenilmenin hazzını yaşadım. Yüz yüze yapılan son görüşmedir bu. Birbirini seven bu iki insan bir daha yüz yüze görüşememişlerdir. Cem Karaca, sağlık sebepleriyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan zâtla defalarca telefon görüşmesi yapmış, sözün yerini bazen kağıda yazılan birkaç samimi cümle almış ve mektuplaşmışlardır. Gurbetten gelen ve buram buram memleket hasreti kokan mektuplardan bir tanesinde yazılmış olan: “Yolumuz gurbete düştü Hazin hazin ağlar gönül, Araya hasretlik girdi, Dertli dertli ağlar gönül.” mısraı Cem Karaca'yı derinden etkilemiştir. Gurbeti Cem Karaca kadar iyi anlayabilecek kişi sayısı azdır memlekette. O, yasaklı yıllarında kaleme aldığı “Hep Kahır” adındaki şiirinde, Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp, Köprüler, Sarayburnu, Minareler ve Haliç'e, Deyiverdin mi bir “Merhaba” gizlice” satırlarıyla bu duygusunu zirvede ifade etmiştir. Uzun zaman “Beyefendi!” diye hitap ettiği “Yârân”ına, bir gün gelip “Hocam!” demeye başlaması dikkatleri çekmiş, sebebi sorulunca: -“Onu, oturup dinleme fırsatı bulamadım. Kitaplarından da okuyamadım. Onun için rahle-i tedrisine oturmadığım birine “Hocam” demek pek hoş gelmiyordu. Geçenlerde bana imzalamak lütfunda bulunduğu “Sufizm” kitabını gönderdi. Okudum. Feyz aldım. Bundan böyle O, benim de “Hocam”dır.” Cem Karaca gurbete açtığı telefonları, özel günlere denk getirmeye çalıştı. Doğum günlerinde, bayramlarda… “Gurbetin en yoğun yaşandığı zaman dilimleridir bunlar. Aramalıyız. Hal hatır sormalıyız. Ona en güzel ilaçtır bu aramalar” derdi. Bir gün Cem Karaca'nın kalp spazmı geçirdiği haberi gazete ve televizyonlarda yayınlandı. Aslında gerçeklik payı olmayan bu haberler gurbete de ulaşmıştı. Kendi ifadesiyle “Hocası” çok üzülmüş ve Cem Karaca'nın Silivri'deki evine birkaç dostunu göndererek durumunu öğrenmek istemişti. Gurbetteki yârânın bu hassasiyetinden ziyadesiyle etkilendi Cem Karaca. Gurbete ulaştırılmak üzere çiziktirdi duygularını beyaz bir kağıda: “Esasen bir rivayetten ibaret olan “gûya rahatsızlığıma”, ilgi ve alakanız ve de hayatım boyunca unutamayacağım hassasiyetiniz, beni baht-ı yâr etti. Aslolan Zât-ı Âlinizin sağlığı iken beni düşünmeniz ancak sizden sadır olabilecek bir nezaket, hassasiyet ve hazakat örneği olsa gerektir. İçimizin gizlisinde mekânı daim olan “ALLAH”a duamız, tez elden RÛ-BE-RÛ olabilmektir.” Hürmet ve Muhabbetle Ben ve Refikam *** Bir daha Ru-be-ru olamadılar. Zira o, bir kış günü, şubat ayının sekizinde, hakîki “YÂR”ine kavuştu. Gurbetteki dostu cenazesine katılamadı. Şu satırlarla uğurladı dostunu: “Hoşgörü ikliminin ülke çapında yayılmasında büyük emeği geçen, kıymetli sanat adamı ve müstesna insan Cem Karaca Beyefendi'nin vefatını teessürle öğrendim. Diyaloga açık ve uzlaşmacı kişiliği ile sanatını kitlelerin birlik ve beraberliği adına kullanan, aydın duruşu ve kendine has çizgisi ile halkımızın sevgi ve saygısını kazanan Cem Karaca Beyefendi'ye, Rahmet-i Rahman'dan afv-u mağfiret, başta değerli eşi İlkim Karaca Hanımefendi olmak üzere ailesine, sanat dünyasına ve yakınlarına başsağlığı dilerim.” Fethullah Gülen *** Bu güzel hüsn-ü şehadet gibi binlerce hüsn-ü şehadet yükseldi cenazesinde. Bu şehadetler elbette ki Rabbin (C.C.) rızasına vesile olabilir. “Allah Yâr” diyerek şarkılarına son noktayı koymuştu. “Aman benim cenazemi alkışlamayın, beni tekbirlerle gömün” dedi. Öyle de oldu, tekbirler arşa yükseldi. İşte her iki gurbet adamının ortak dostu Gürkan Vural Bey'in anlatımıyla Merhum Cem Karaca ve Fethullah Gülen dostluğunun kısa hikâyesi… Geçtiğimiz Perşembe günü Cem Karaca'nın vefatının seney-i devriyesiydi. Sevenleri ile birlikte mezarı başındaydık. Geçtiğimiz yıllarda karların üzerinden yürüyerek ulaştığımız Cem Karaca'ya bu defa bahardan kalma sıcak bir günde ulaşıyoruz. Kırmızı karanfiller kondu kabrine, sevenleri ve sevgili eşi İlkim Karaca tarafından. Bir ömür boyu “söyleyen” insan, şimdi sükût içinde sadece başında söylenenleri dinliyordu. O şimdi hakîki Yâriyle… Dualarımız her daim seninle olacak… Allah Yârin olsun Sevgili Cem Karaca. Harun Tokak - Yenişafak

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER