Osmanlıca öğrenmeye yöneliş başladı

Aslında bu, yeni bir durum değil.

Osmanlıca öğrenmeye yöneliş başladı

Beyazıt’ta Divan Yolu’ndan Gülhane’ye doğru ilerlerken, sağlı-sollu birçok yerde “Osmanlıca kursu kayıtlarımız başlamıştır” ilanları ilişir gözümüze. Sultanahmet, Süleymaniye bir anlamda Osmanlıcanın varlığını sürdürebildiği ve meraklısı ile buluşabildiği semtlerdir. İnsanlardan uzak düşürülen, araya mesafe konulan Osmanlıca bu semtlere hapsolmuştur demek pek de yanlış olmaz. Zira bugün Osmanlıca birçok kişi tarafından yabancı ve bambaşka bir dil olarak algılanıyor. Halkın penceresinden durum böyleyken akademi dünyasında da çok iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil. Tarih, edebiyat, siyaset bilimi ve daha birçok alanda çalışan akademisyenlerin çoğu Osmanlıcaya hâkim değil. Osmanlıcanın bu kadar uzağına düşmenin yanlış olduğu geç olsa da anlaşıldı. Bu yüzden bir dönem sadece muhafazakâr kesimin iltifat ettiği Osmanlıcaya bugün farklı kuruluşlar da sahip çıkmaya başladı. Yapı Kredi Yayınevi’nin Beyoğlu’nda Osmanlıca dersleri vermeye başlaması da bunun bir kanıtı. Osmanlı medeniyetinin birikimini bugüne aktarmak, geçmiş ile bağımızı yeniden kurabilmek için Osmanlıcaya bir yöneliş başladı. Osmanlıca bilmek belirli bir dönemin belirli bir zümresi için her zaman bir değer ve anlam ifade etti. Fakat harf devrimini takip eden zaman zarfında Osmanlıca, popüler olmak şöyle dursun, hasır altı edilen ve resmi ideoloji eliyle unutturulan bir ‘şey’ oldu uzun bir süre. Osmanlıca modası geçmiş, bilinmesi çok da elzem olmayan, idealist küçük bir topluluğun ilgilendiği bir uğraş idi artık. Hatta Osmanlıca zihnimizde farklı bir dil olarak yer aldı. Nasıl öğrenileceğine dair bir fikrimiz olmasa bile uzaktan oldukça zor görünen ‘yabancı’ bir dil olarak... Bu yüzden de Osmanlıca öğrenmek zahmetine girmeyi çok düşünmedik. Osmanlıca, bazı fakültelerin çeşitli bölümlerinde çok derine inmeden öğretilen, birkaç vakfın çalışmaları ile gönüllü öğrencilere aktarılan bir dil haline geldi. Yakın zamana kadar Osmanlıcanın Türkçe, Arapça ve Farsçanın bir araya gelmesi ile oluşan bir dil olduğunu çoğu kişi bilmiyordu. Fakat tüm bu olumsuz yargılar yavaş yavaş yıkılıyor. Sayıları hızla artan Osmanlıca kurslarına taleplerde yaşanan yoğunluk bunu açık bir şekilde ortaya seriyor. Osmanlıca kursu veren en köklü mekanlardan biri Kubbealtı Akademisi. Burada Osmanlıca dersleri verilmeye başlandığı dönemlerde sadece üniversitelerde Osmanlıca öğretiliyordu. On yıldır Osmanlıca dersleri verilen Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı Müdürü Mehmet Nuri Yardım, Osmanlıca eğitimine, tarihi gelecek nesillere öğretmek ve bu kursa tarihin sadece tekerrürden ibaret olmadığını aktarmak için, önce amatör olarak başladıklarını söylüyor. Osmanlıca öğrenmek isteyenler için daha sonra farklı seçenekler yavaş yavaş artmaya başladı. Gazeteciler Cemiyeti ve Tarih Vakfı da yıllardır verdikleri Osmanlıca dersleri ile biliniyor. İSMEK’in son yıllarda açtığı Osmanlıca kursları da halkın Osmanlıcaya yönelişinde önemli bir faktör. Ümraniye’den Esenler’e kadar farklı birçok noktada Osmanlıca kursu açan İSMEK’in kursları her yıl yoğun talep görüyor. Son olarak Yapı Kredi Yayınları’nın geçtiğimiz haftalarda açtığı ve Yücel Demirel’in ders vermeye başladığı Osmanlıca kursu da olaya farklı bir boyut getirdi. Kurs için Yapı Kredi Yayınevi’ne günde 100-150 talep telefonu gelmesi de artık Osmanlıcanın eskisi gibi “modası geçmiş” algısının yok olduğunu adeta kanıtlıyor. Peki ne oldu da birden insanlar Osmanlıcayı keşfetti? Nasıl oldu da TV’nin popüler dizilerinden Kuzey Rüzgârı’ndaki bir sahnede bile Osmanlıca bilen birinin kıymetine atıf yapıldı. Oysa toplum olarak Osmanlıca ile o kadar ayrı düşürülmüştük ki bir vesile ile evimizde bulunan Osmanlıca yazılı metinleri ‘dua’ zannedip başköşeye koyar olmuştuk. Artık geçmiş ile bugünün arasındaki yıkılan köprüyü tamir etmek için insanlar Osmanlıca öğrenmeyi kendileri istiyor. Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, Osmanlıcadan kaçmanın mümkün olmadığı tespitinde bulunuyor ve bunun sadece bir özlem ve fanteziden ibaret olmadığını belirtiyor. Dedesinden kalma eski yazılı metinleri okumak için Osmanlıca kursuna başlayan avukat Zuhal Dönmezerçakıroğlu’nun “Geçmişle kopukluk beni rahatsız ediyor.” ifadesi de bunu gösteriyor. Avukat Gökhan Özdemir’in Osmanlıcaya merak salmasına da müvekkillerinin getirdiği eski yazılar sebep olmuş. Fakat öğrendikçe aslında bugüne ışık tutmanın geçmişin kültürünü, dilini, edebiyatını bilmekten geçtiğini fark etmiş. Tarih Vakfı’nda ders veren Doç. Dr. Muharrem Kesik, kursa gelen kişilerin çoğunun sandıklarından çıkan eski yazıları ve tarihî eserlerin üzerinde yazan yazıları anlamak için kursa geldiklerini söylüyor. Eline geçen bir metnin yönlendirmesi ile Osmanlıcanın peşine takılan birçok kişinin Osmanlıca da birçok akademisyenden daha iyi bir seviyeye geldiğini ve birçok kitabın (Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan ‘Cumhuriyet Halk Partisi Grup Toplantı Tutanakları’) ve makalenin hazırlanmasında katkıda bulunduklarını Yücel Demirel’den öğreniyoruz. Akademi dünyasında işlerin çok iç açıcı olmadığını ne yazık ki biliyoruz. Bugün 120 bin yazma eserin 70 bininin bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi’nde Osmanlıca bilen çalışanların olmadığı haberleri bu durumun trajedisini gösteren bir olaydı. Oysa iyi bir tarihçinin, Osmanlıcayı mükemmel bilmesi gerektiğini söyleyen Dursun Gürlek, İstanbul Üniversitesi’nin kapısındaki şaheseri okuyamayan profesöre nasıl bir unvan verilmesi gerektiğinin düşünülmesinin şart olduğunu söylüyor. Yücel Demirel de aydın sayılmanın bir dil kıstasının olması gerektiğinin altını çiziyor ve “Aydın, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Nutuk”unu 1927 dilinden anlayandır.” diyor. Prof. Dr. Fatih Andı, Türkçeyi ve Türkçe ile oluşturulmuş kültürü, bilimi, edebiyatı dışlamadan bir bütün olarak kavramak için Osmanlı Türkçesinin şart olduğunu söylüyor. Oysa biz Osmanlıcayı okuyamadığımız gibi Osmanlıca kelimelere de çok kısa sürede yabancılaştık. Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin eserlerini dahi anlayacak bir dil zenginliğinden yoksun kaldık. Osmanlıcaya yöneliş aslında bir milletin kendi kültürüne, tarihine ve zenginliğine dönüş. Yoksa amaç bu dilin pratikte kullanılması değil. Osmanlı Türkçesini bilmeden toplumun köklerine inmek mümkün değil Prof. Dr. M. Fatih Andı: Türkiye’de yıllar ve yıllardır Osmanlı kimliğine, Osmanlı’ya ait olan her türlü değere bir “haramzade” inkârı ile olumsuz bakan, bu değerler manzumesinin beslendiği estetik, inanç ve düşünce dünyasının karşısında kamp kuran bir okur-yazarlar mevcudunun var olduğunu biliyoruz. “Osmanlıca”, masum dil alışkanlığı olarak kullanılışların yanında, bu kamptakilerin menfi niyetlerini yükledikleri bir adlandırma olarak da kullanılagelmiştir bugüne kadar. Bu menfî niyetlerin yansıması olarak, Osmanlı Türkçesini bilmek, öğrenmeye çalışmak ise, kendi geçmişi ile bağlarını kurma, tarihiyle yüzleşme yahut zenginleşme, bugününü mazisi ile “tahkim” etme soyluluğu ve erdemi olarak görülmek yerine en basit ve sığlaştırıcı nitelemeyle “gericilik” diye görülmüş ve gösterilmiştir. Şunu kavramalıyız: Osmanlı Türkçesi bilgisi olmadan Türk toplumunun köklerine inmek, ayakları bu toplumun değerlerine dayanan bir edebiyat, tarih, iktisat tarihi, hukuk tarihi, uluslararası ilişkiler, felsefe, sanat tarihi, tıp tarihi, siyaset tarihi vb. bilimi ortaya koymanın imkânı yoktur. Taşıma suyla değirmen dönmez. Suyun kaynağı bu alanlardaki kavrayıcı ve kapsayıcı çalışmalar için Osmanlı Türkçesini öğrenmektedir. Ecdadın eserleri orijinalinden okunacak Dursun Gürlek: Bugün, yirmi yaşındaki bir Fransız genci Balzac’ı, Viktor Hugo’yu orijinalinden okuyabiliyor. İngiliz delikanlısı Şekspir’in eserlerini incelerken dil ve anlama problemiyle karşılaşmıyor. Lise çağındaki bir İranlı Firdevsi’yi, Sâdi’yi, Hafız’ı rahatça anlayabiliyor. Diğer birçok millet için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ne yazık ki, bunun tek istisnasını biz teşkil ediyoruz. Bugünkü Türk gençleri, üzülerek belirtelim ki, suyu kaynağından içmenin zevkinden mahrum bulunuyorlar. Fuzûli’yi, Bâki’yi, Şeyh Galib’i orijinalinden okumayı bir yana bırakalım, Latin harfleri ile yayımlanan nüshalarını bile, telaffuz yanlışı yapmadan okuyamıyorlar, okusalar bile anlayamıyorlar. Zaten sözlük kullanma diye bir alışkanlığımız yok. Uzun sözün kısası, Osmanlıcaya duyulan ilginin artmasıyla birlikte (ki günden güne bu ilgi çoğalıyor) aradaki kopukluk giderilecek, kütüphane raflarında unutulan ecdat eserleri aslından, orijinalinden okunacak. Osmanlıcanın ihyası Türkçeyi zenginleştirir Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç: Osmanlıca ile aramıza sokulan mesafe zorlama ile oluşmuş birşey. Dilde bozulma olsa da aşk, metafizik ve hikmete dair ifadeler Osmanlıca ile ifade ediliyor. Osmanlıcada dil canlıdır ve süreklidir. Bugün Nobel ödülü alan Orhan Pamuk da Osmanlıcaya başvuruyor. Osmanlıcanın yeniden ihyası Türkçeyi zenginleştirir. Türkçe, Farsça ve Arapça gibi üç zengin dilin bir araya gelmesi ile oluşturulmuş güçlü bir dildir. Osmanlıcadan kaçmak mümkün değildir. Osmanlıca kimsenin tekelinde değildir. Ben ilkokuldan itibaren Osmanlıca öğretilmesi gerektiğini düşünüyorum. ZAMAN PAZAR
<< Önceki Haber Osmanlıca öğrenmeye yöneliş başladı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER