Hukukçulara saç-baş yolduruyorlar

Cemaat soruşturmaları genellikle delili olmayan, emir böyle olduğu için sanıkların tutuklu yargılanıyor olması ve bu tutukluluğun kanıksanması şeklinde sürüp gidiyor.

SHABER3.COM

Eğer iddianame yazılabilirse, burada da delil yerine hukuk dışı hezeyanlar yer almak zorunda. Ki genellikle öyle oluyor.

''Erdoğan'ın düşman kabul ettiğini düşman, dost kabul ettiğini dost kabul etme'' hukukunu karşısında gören avukat ve sanıkların durumu bunlardan en zoru elbette. Maalesef bu yeni icat iddianameler ve biatçı savcı hezeyanlarına bazen saç-baş yolarak hukuki savunma hazırlamak zorundalar.

Samanyoluhaber'e ulaşan bir hukukçu bu iddianamelerden birini incelemiş ve hukuki savunma yapmaya çalışmış...

İşte o inceleme

X Cumhuriyet Baş Savcılığı'nın düzenlediği iddianamede yer alan deliller:

1-) Cemaat aslında illegal faaliyetleri olan bir örgüttür. 

DELİL NEDİR?: Kendi içinde hiyerarşik bir yapılanması vardır. Her bölge veya birimden sorumlu olanlar farklı kişilerdir. İş adamlarından burs parası toplamışlar. Manevi bağları diri tutma adına toplantılar düzenlemişlerdir. Okullar için öğrenci yetiştirmişler. Soru çalarak bu öğrencilerin sınav kazanmasını sağlamışlar.

-Hukuki Açıdan İnceleme;
Yapılanma şekli, kendi gönüllerinden para toplama, onlarla sohbet toplantıları düzenleme, farklı kurumlara yerleşecek öğrenci yetiştirme ve son olarak soru çalma. Yer verilen bu iddialar tek başına bir "suç" oluşturuyor mu? Hayır. Sadece soru çalma iddiası suç teşkil edebilir ki, bu iddia da henüz ülke çapında sadece bir iddia seviyesinde olduğu için bu suça dair tek bir delil de iddianameye konmamış.
- CMK 170/4 ve 174/1-b maddelerindeki emredici hüküm şudur: İddianamede, suçun sübutuna etki edeceği "mutlak" sayılan  deliller toplanmak zorundadır.

- Yargıtay'ın görüşü şudur: İddianamede suçu oluşturan olayın anlatılması tek başına yeterli değildir. Olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanması gerekir. Bu ise ancak delillerin somut bir biçimde ortaya konulmasıyla mümkündür (11.Ceza Dairesi 2014/21917-2015/24294, 3. Ceza Diaresi 2015/7099-10801).

- Doktrinde "Şüphe"nin dereceleri; basit şüphe, makul şüphe, yeterli şüphe ve kuvvetli şüphe olarak sıralanmaktadır. CMK ya göre "arama ve el koyma" yetkisi için, makul şüphe derecesi yeterli iken, iddianame düzenlenebilmesi için CMK 170/2'ye göre aranan şüphe derecesi "yeterli şüphe"dir. Doktrinde ağırlık görüş (özellikle Gökçen ve Balcı); Dava açılabilmesi için gereken "yeterli şüphe"nin oluşup oluşmadığına dair takdir yetkisi Savcı'nın kendisinde olmakla birlikte, bu  yetki, bütün bütün bir serbestiyi ifade etmez. Soruşturma "basit şüphe"yle başlar ancak dava açılması, şüphenin yeterli düzeye ulaştığında mümkün olur ki, Savcı "yeterli şüphe"yi, edinmesine olanak sağladığı hukuki delilleri tartışmak ve açıklamak zorundadır. Ayrıca (Centel ve Zafer'e göre); yeterli şüphe, yeterli delille ortaya koyulur.

2) Cemaatin illegal faaliyetleri ortada olduğuna göre bu bir terör örgütüdür. 

-DELİL NEDİR?:
A) "Milli Güvenlik Kurulu’nun 26/02/2014 ilâ 26/05/2016 tarihleri arasında gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarda FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, Devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleri ile iş birliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığı...". 

B) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın cemaatin aslında bir cemaat olmadığı, İslamiyetle alakası olmayan bir topluluk olduğu iddiası...

-Hukuki Açıdan İnceleme;
Hem MGK hem de DİB devletin elbette önemli kurumlarındandır. Ve bu kurumlar kendi faaliyet alanlarıyla ilgili tespitlerde bulunabilir, uyarmaları gereken kişi veya kurumları bu konularda uyarabilirler. Onların  tespitleri, hakaret, iftira gibi suç unsurlarını barındırırsa, bu durum muhataplarıyla aralarında çözülebilecek hukuki bir sorundur. Ancak bir Savcı adı HSYK, MİT, MGK veya DİB olursa olsun, tüm bu idari kurumların tespitlerini tek başına delil olarak kabul edemez. Çünkü bu tespitler, hukuki sahada ispata muhtaç durumdadırlar ve bir ilamla belirginleşmedikçe de, tek başına delil vasfı kazanamazlar. 

İddianame dikkatle incelendiğinde zemine bir kabul oturtulmuş ve tüm bina bu zemin üzerine inşa edilmeye çalışılmış. 

Ancak bu zemin sağlam bir temel teşkil etmiyor, kaygan bir yerse, sizin yükseltmeye çalıştığınız bina kendi üzerinize her an yıkılabilir. Bir hukukçu her şeyden önce bunu hesap etmelidir. Cemaati, terör örgütü kabul etmek için salt delil olarak bu kurumların tespitlerini kullandığınızda, cemaat üyesi olarak kabul ettiğiniz insanların aralarındaki sohbet, toplantı, burs adı verilen maddi yardım alma-verme, legal bir telefon programını aynı anda kullanıyor olma gibi tek başına hiç birisi suç olmayan faaliyetleri de, terör örgütünün "organik bağı" olarak kabul etme gibi bir hataya düşülmüş olur.

3)Sohbetlere katılanlar, burs ödeyenler veya birbiriyle telefon trafiği olanlar silahlı terör örgütü üyesidir.

DELİLİ NEDİR?: Tanık beyanları, sanıkların kendi aralarında telefon görüşmeleri, TİB kayıtları.

-Hukuki Açıdan İnceleme: Sanıklar savunmalarında sohbet, burs, toplantı vb. vasıtaları kabul etmiş olsalar bile salt tanık beyanları ile bu kişilerin bir örgüte üye oldukları kabulüne varılması mümkün değildir. Önce temellendirilmesi ve delilleri gösterilmesi gereken husus; bir terör örgütünün varlığı, ikinci olarak; sanıkların TCK anlamında "yeterli" görülen faaliyetleri nedeni ile örgüt üyesi olduklarının kabulüdür. Her ne kadar ilk husus ihmal edilmiş olsa da Yargıtay'ın örgüt üyeliği konusundaki içtihatları açıktır: "Örgüte üye olmaktan anlaşılması gereken, örgütü kuranlar ve yönetenler dışında kalmakla beraber, örgütün amaçlarını benimseyerek verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere, örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmaktır. Bir suç örgütü ile ilişkiye giren, ona sempati duyan veya adına bir takım faaliyetlerde bulunan insanları, doğrudan doğruya “suç örgütü üyesi” olarak kabul etmek isabetli değildir. Çünkü suç örgütüne üyelik, örgütün rızasını ve örgüte katılmak önceden belirlenmiş şekli prosedürü yerine getirmeyi gerektirir. Kişinin suç örgütü üyeliği ile suçlanabilmesi için, suç örgütü varlığından haberdar olması, örgüte bilerek ve isteyerek üye olması, hatta suç örgütünün kurucu veya yöneticisi tarafından suç örgütüne üye olarak kabul edilmesi, üye olanın da bu kabulü bilip örgüt üyesi olarak hareket etmesi gerekir. Burada belli bir amaç doğrultusundaki örgüte üyelik şeklindeki fiil arandığından, bu suç tipinin de olası kastla işlenemeyeceği kabul edilmelidir.

Örgüte üye olmak için örgütün niteliklerini bilerek üye olmayı istemek ve örgüte bir katkı sağlamak da yeterli değildir.  Aynı şekilde örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek; buna ilişkin yayınları okumak da örgüt üyeliği için yeterli değildir. Bir diğer anlatımla örgüt üyeliği için bu durumun fiilen gerçeklemesi gerekir. Fail, cebir ve tehdide karışıp ve bunları bir yöntem olarak örgüt amacı için kullanırsa  suç örgütünün üyesi olarak kabul edilir.

Sadece bir kereye mahsus örgüt adına gösteriye katılan veya başka bir suça karışan kişi, sırf bu sebeple örgüt üyesi olarak kabul edilemez. Örgüt üyeliği suçunun oluşumu için failin eylemlerinde belirli bir süre devam eden bir yoğunluk aranmalıdır. Örgütle belirli bir süre eylemi ve birlikteliği olmayan failin üye olarak kabulü mümkün değildir.(Y.6.CD.2008/15466 E.2009/4055 K.- Y.8.CD.2008/4959 E.-2009/3809 K.-Y.9.CD.2006/6245 E.2008/339 K.)"

Son olarak izaha ve ispata muhtaç olan ama yine iddianamede hiçbir şekilde değinilmeyen husus; bu sanıkların, "cemaatin terör örgütü ilan edilmesinden" sonra da örgüte üye olup olmadıkları, faaliyetlerinin devam edip etmediği hususu. Değil her hukukçunun, okul yüzü gören herkes duymuştur ki; "Hiç kimse işlediği zaman suç olmayan bir fiilin daha sonra suç haline gelmesi nedeniyle cezalandırılamaz" 

Suçların kanuniliği olarak benimsenen bu ilke, İnsan Hakları Bildirgesi, AİHS, 1982 Anayasası ve ceza kanunlarımızda mevcuttur. 

Sonuç olarak; cemaatin terör örgütü olup olmadığı, eğer böyle ise ne zamandan itibaren böyle kabul edildiği, sanıkların üye olmasına yetecek eylemlerinin ne olduğu ve bu eylemleri ne zaman işlemiş oldukları en azından "YETERLİ ŞÜPHE" düzeyinde açıklanması gerekirdi. Ama tüm Roma Hukuku ve genel hukuk kaidelerinin yerini, Yeni Türkiye'de  "GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ" kabulü aldığı için hukuktan, kanundan ve adaletten bahsetmenin bir anlamı kalmadı.

Bir hukukçu

Samanyoluhaber.com
<< Önceki Haber Hukukçulara saç-baş yolduruyorlar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER