Hocaefendi Ahram'a konuştu: Küfür devam eder zulüm devam etmez

Mısır önemli gazetelerinden Ahram Gazetesi yayınlarından olan Al-Ahram Al-Arabi dergisi Fethullah Gülen Hocaefendi’yle ikinci röportajını yaptı.

SHABER3.COM

Gülen, derginin kapak yaptığı röportajda, Türkiye’deki güncel konulardan, siyasi gelişmelere, 24 Haziran seçimlerinden Hizmet Hareketi’nin son durumu hakkındaki sorulara kadar bir çok alanda merak edilen sorulara cevap verdi.

-Hizmet hareketinin gerek Türkiye içinde, gerekse Türkiye dışında ulaştığı ufku anlatabilir misiniz?

Bu camia, her insanı aziz tutmak, farklılıkları bir kavga sebebi değil; zenginlik unsuru saymak, herkesi kendi konumunda kabul etmek ve hususiyle eğitim yoluyla gençlerin ellerinden tutmak gibi yüksek insani değerler etrafında bir araya gelmiş insanlardan müteşekkildir. Eğitim müesseseleri, hastaneler, insani yardım kuruluşları ve diyalog projeleriyle bu değerlere hizmet etmeyi “Kur’ani ma’kuliyet” diyebileceğimiz bir çerçevede makul bularak bir ucundan tutmuş insanlardan oluşur. Çoğunun Müslüman olması ve ilhamlarını dini kaynaklardan alması itibariyle bir manada İslami, ama bütün insanlığa kucak açması ve hizmet götürmeyi hedeflemesi manasında da insani bir harekettir. Onlara şimdiye kadar dünyanın 160 ülkesinde, farklı inançlardan ve milletten insanlar kucak açtılar ve bu projelerin hamisi oldular.

Siyasi iktidar sahipleri Türkiye’de başlattıkları cadı avını dünyada da devam ettiriyorlar. Diplomatlar birinci vazifeleri olarak Hizmetin eğitim müesseselerini Maarif vakfına devrettirmeye veya kapattırmaya uğraşıyorlar. Buralarda vazife yapan arkadaşlarımızı da uluslararası hukuku hiçe sayarak uçağa koyup Türkiye’ye göndertmeye çalışıyorlar.

Ancak bütün bu zulümler, onların hiç hesaba katmadıkları bir şeye vesile oldu. Dünya, hizmeti çok daha iyi tanıdı. İslam’ı siyasete alet edenlerle aynı çizgide olmadığımızı gördü ve bir merak ve yer yer teveccüh oluştu. Bu da faturası ağır olmakla birlikte Cenab-ı Hakk’ın bir lütfudur.

-Erdoğan’la aranızda meydana gelen ayrışmadan sonra Hizmet hareketine destek verenlerde ya da harekete mensup olanlarda bir gerileme ya da azalma oldu mu?

Hizmeti iyi tanımış ve gönül vermiş insanlarda, çok az istisna dışında geri adım atan olmadı. Ancak irtibatı zayıf olan insanlarda baskı ve korkunun etkisiyle sessiz kalan veya bir sure uzak durmayı tercih edenler oldu. Devletin topyekun bir grubun üzerine geldiği ve günah keçisi haline getirdiği bir ortamda toplum psikolojisi açısından kısmen bunu normal karşılamak lazım. Türk Hükümeti belki bazı ülkelerde müessir olabildi. Yer yer rüşvet, tehdit ve devlet ilişkilerini şantaj unsuru olarak kullanarak bazı yerlerde okulları kapattırmayı veya Maarif vakfına devredilmesini sağladılar. Ancak batı ülkelerinde, Amerika’da, Avrupa’da, Avustralya’da, Afrikada’da Mısır, Nijerya, Kenya, Güney Afrika gibi parayla insanları satın alıp hukuku teslim alamadıkları ülkelerde muvaffak olamadılar. Tam tersine Türkiye’nin bu baskıları ve zulmü, dünyanın birçok yerinde hizmete karşı müspet bir merak ve teveccüh oluşturdu. Bazı batı ülkeleri de Türkiye’deki zulümden kaçıp gelen hizmet katılımcılarına sahip çıktı.

Zulüm bir yere kadar sürer. Siyasetçilerin zamanı sınırlıdır. Demokratik yollarla bir gün gideceklerdir. Fakat sevgiye ve gönüllülük esasına dayalı olan bu hareket, Allah’ın izniyle, imkanların elvermediği yerlerde kalplerde, imkanların elverdiği yerlerde de müesseseleriyle devam edecektir.

-Samimi gayretleriniz sonucunda okullar, hastaneler ve kültür merkezleri açıldı. Bu kurumlar zihinlerin aydınlatılmasında büyük rol oynadı. Faaliyetler aynı yoğunlukta devam ediyor mu, yoksa eskisine göre şartlar biraz değişti mi?

Hak rızası için insanlığa hizmet, hem dini hem de insanlık zaviyesinden bir vazifedir. Temel prensipler bellidir ve değişmez. İnsanların barış içinde birbiriyle ahenk içinde yaşadığı, her insanı aziz tuttuğu, herkese hoşgörü ve saygıyla yaklaştığı, birbirini kucakladığı bir dünya için başta eğitim olmak üzere değişik sektörlerde bir gayret içinde olmak gerekir. Ancak zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak bu hizmetlerin sekli, formatı değişebilir.

-Herkesi kendi konumunda kabul, itidal, denge ve sağduyu hizmetinizin en önemli özellikleri arasında yer alıyor. Erdoğan’ın otoriteyi tamamen ele geçirmesinden sonra Türkiye’de itidal ve denge döneminin bittiğini söylemek mümkün mü?

Ne yazık ki bugün Türkiye’de bu değerler siyasete kurban edilmiştir. Hizmet, Türkiye’de itidali temsil ediyordu. Erdoğan’ın son dönemde takip ettiği kutuplaştırıcı politikayla radikalizm öne çıktı. Dini okullar siyasallaştı, din ve dini eğitim siyasete alet edildi. Toplumun fertleri birbirine düşman hale getirildi. Bununla toplumda meydana gelen tahribatı tamir etmek yıllar alacaktır. Hizmet fertlerine gelince onlar bunca baskı ve zulümler altında, hukukun üstünlüğü ve şiddete tevessül etmeme gibi temel değerlerinden taviz vermediler ve onlara zulmedenler için de adaletten başka bir şey istemiyorlar.

-Siz, farklılıklara karşı hoşgörü ve İslam’ın sair dinlerle diyalogu hususunda bir model teşkil ediyorsunuz. Size göre Hizmet bu konularda kendini tam anlatabildi mi?

Müslümanların azınlıkta olduğu Batı ülkelerinde Hizmet hareketinin diyaloga ve birlikte yaşamaya açıklığı dikkat çekti ve takdir gördü. Hizmet katılımcıları İslam’ı batıda hakkıyla temsil etme gayreti içindeyken aynı zamanda modernitenin İslam’a ters düşmeyen cihetlerini kendilerine entegre ederek bir hüsn-u misal sergilediler. Müslümanlarla ilgili batıda oluşan menfi kanaatlerin kırılmasında rol oynadılar. Ancak bunun Müslüman çoğunluklu ülkelerde tam anlatılabildiği söylenemez. Türkiye’de 90’lı yıllarda diyalog faaliyetleri, adeta İslam’ı sulandırma ve taviz verme gibi değerlendirildi, karalama kampanyaları yapıldı. Son dönemde de Erdoğan iktidarı, Hizmeti yabancı güç odaklarının, Vatikan’ın, CIA’nin, MOSSAD’ın bir piyonu şeklinde lanse ederek halk nazarında itibarını sarsmaya çalıştı. Onlarla irtibatlı bazı gruplar da Türkiye dışında Müslüman nüfuslu ülkelerde bu propagandayı yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. O yüzden Müslüman nüfuslu ülkelerde kendimizi hakkıyla anlatabildiğimizi söyleyemeyiz.

-Daha önce Türkiye’de şehirleri gezdiğimizde İŞİD’liye pek rastlanmazdı. Sizce, Hizmet hareketinin Türkiye’den tasfiyesi İŞİD gibi yapılanmaların ortaya çıkıp rahatça yayılmasının temel sebebi olabilir mi?

Son dönemde çok sayıda uzman emniyet görevlisinin, terör uzmanlarının siyasi mülahazalarla görevinden çıkarıldığını ve bazılarının hapse konduğunu medya ve uluslararası gözlemciler dile getirdi. Erdoğan’ın bölgedeki bir takım silahlı radikal örgütlere değişik yollarla destek verdiğini ve bunlar vesilesiyle bölgesel bir güç haline gelmek istediğini de dünya medyası yazdı. Bu sebeplerle şu son donemde İŞİD gibi terör örgütleri ve onların sempatizanlarının Türkiye’de çok daha rahat bir ortama kavuştukları söylenebilir.

-Terörün ve İŞİD gibi yapıların ortadan kaldırılması adına sizce neler yapılmalıdır?

Bu mevzuda hem Müslümanlara hem de güçlü devletlere ve uluslararası kuruluşlara vazifeler düşüyor. Müslümanların en başta terör mevzuunda faturayı hep Batı ülkelerinin dış politikalarına çıkarmayı bırakıp bir nefis muhasebesi yapması lazım. Bizim aramızdan teröristlerin ağına düşen gençler neden bu kadar çok çıkıyor, sorgulamamız lazım. Gençlere hem dini hem de müspet ve insani ilimlerle mücehhez güzel bir eğitim vermek, eğitim müfredatlarında evrensel insani değerleri işlemek, cemiyetlerimizde insan hakları ve hürriyetlerinin tam manasıyla yaşanmasını sağlamak Müslümanlar olarak bize düşen vazifelerdir. Güçlü devletlere düşen, terör problemini sadece askeri ve istihbari tedbirlerle çözülecek bir emniyet problemi olarak görmeyip, onun siyasi, ekonomik ve sosyolojik yanlarıyla alakalı da adımlar atmalarıdır. Kendi ülkelerinde yaşayan Müslümanların daha hızlı bir şekilde entegre olmalarını sağlayacak adımlar atmaları ve kendi vatandaşlarının hayatına verdikleri değer kadar başka ülkelerde yaşayan insanların hayatına da değer vererek dış siyasetlerini belirlemeleridir. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlara düşen de temel insan hakları ve hürriyetlerini dünyanın her yerinde koruyacak tedbirleri almaları, kendi halkına zulmeden ülke idarelerinin korkunç insan hakları ihlallerini durdurmaya matuf yaptırımlar uygulamalarıdır.

-Erdoğan’la aranızdaki anlaşmazlığın temelinde ne var? Halbuki bir çok uzman, Erdoğan’ın sizin sadık talebelerinizden biri olduğunu söylüyordu?

Beni ve hareketi yakından tanıyanlar bilir ki, Erdoğan hiçbir zaman talebem olmamıştır. Başta dinin siyasete alet edilmesi olmak üzere birçok alanda köklü fikir ayrılıklarımız vardır.

Talebelik bir yana, hiçbir zaman Erdoğan’la yakın da olmadık. Sadece birkaç defa görüştük. Arkadaşlarımızın birer vatandaş olarak onun partisine desteği onların demokrasi, insan hakları ve hürriyetleri vaatlerine binaendi. Nitekim bu camianın fertleri, ondan önceki dönemlerde de demokrasi diyen, Avrupa Birliği üyeliğini savunan, temel haklar ve hürriyetler vurgusu yapan partilere destek verdiler. Ama Erdoğan’ın kendisi ve partisi bu değerlerden ve vaatlerinden 180 derece dönüş yapınca bizim artık desteğimiz mevzuu bahis olamazdı ve nitekim öyle oldu.

İhtilafın önemli nedenlerinden biri de, dünya çapında başarılı eğitim faaliyetleri yürüten Hizmet Hareketi, Erdoğan’ın iddia ettiği ‘’Dünya Müslümanlarının liderliği’’ söylemini benimsemeyip uluslararası arenada destek vermemiştir. Bundan dolayı da şimdi devlet imkânlarını kullanarak, bütün diplomatları ve istihbarat teşkilatını seferber ederek dünyadaki Hizmet eğitim müesseslerini kapattırmaya veya Maarif vakfına devrettirmeye, oradaki Hizmet katılımcılarını da Türkiye’ye iade ettirip hapse koymaya çalışıyorlar.

-Bazıları hizmet düşüncenizin temelde milliyetçilik, liberalizm ve demokrasiden ilhamını aldığını, Erdoğan çizgisinin ise kıtaları ve sınırları aşkın bir İslam halifeliği düşüncesine dayandığını söylüyor. Doğru mudur bu?

Ne ben ne de hizmete gönül verenler Batı menşeli ideolojileri esas alarak yola düşmedik. Bizim referansımız her zaman Efendimizin (s.a.v) hayatında temsil edilen ve aynı zamanda evrensel değerler olduğuna inandığımız İslami değerler oldu. Her insani aziz tutmak, hukuk karşısında eşitlik, kadınlara cemiyet hayatında rol alabilme fırsatı vermek, yönetimde hukukun üstünlüğü ve vatandaşların katılımıyla yapılan bir idare.. bunlar İslami ve evrensel değerlerdir. Bu duruşumuza bazıları bazı benzetmeler yapabilir ama bizim kaynağımız bellidir.

Erdoğan’ın ise kendisini dünya Müslümanlarının lideri olarak gördüğü, gerek sözleri ve davranışları, gerekse Türkiye devletinin kaynaklarını dünyada kendisine kredi toplamak için kullanmasıyla artık müsellem olmuştur, diyebiliriz. Hatta çevresindekiler bununla da yetinmeyerek ona dünya lideri yakıştırmasını da yaptılar.

-Batıdaki bazı siyasi otorite ve partilerin, Erdoğan’ın da mensubu olduğu İhvan hareketini terör örgütü ilan etme çabaları var. Bu çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İhvan içinde teröre ve şiddete bulaşmış kişiler olabilir. Avrupa ve Amerika`da bu görüşü dile getirenler de olmuştu. Şayet böyle bir teröre bulaşma söz konusuysa bu asla tasvip edilemez. Bizim her türlü terör hareketine karşı ilk günden itibaren değişmeyen temel yaklaşımımız şu oldu: “Hakiki bir Müslüman terörist olamaz. Bir terörist de asla hakiki Müslüman olamaz.” Dolayısıyla İslami gruplar, terör ve şiddete karşı net tavır almalı ve kesin bir duruş ortaya koymalıdırlar. Yoksa İslam’ın drahşan çehresi karartılmış ve dine ihanet edilmiş olur.

Ancak dünyada farklı ülkelerde, hiçbir şekilde şiddete bulaşmamış samimane dine hizmet eden çeşitli İslami hareket mensuplarını, toptancı bir yaklaşımla terörle irtibatlandırmak da doğru değildir. Aksi taktirde teröre karşı olan kimselere haksızlık yapılmış ve dolayısıyla da bazı kimseler böyle haksız/hukuksuz bir uygulamayla radikal hareketlerin kucağına itilmiş olur.

-Türkiye’yi, sıfır düşmanı olan bir ülke konumundan, sıfır dostu olan bir ülke durumuna getiren Erdoğan, niçin her problemi size fatura ettirmeye çalışıyor?

Evet, ülkeyi sıfır düşmanı olan bir ülke konumundan sıfır dostu olan bir ülke durumuna düşürdü. Çünkü çevre ülkelerin iç işlerine karışarak, o ülkeleri, kendisinin değişik yollarla desteklediği silahlı radikal gruplar üzerinden dizayn etmeye kalktı. Kendini Orta Doğu’nun lideri ve İslam dünyasının halifesi konumuna oturtarak kendinde bu hakkı gördü. Biz ise bunların hiçbirini tasvip etmedik. Onun için bizi düşman ilan etti. Bundan sonra da her menfi oluşumu Hizmete fatura ederek neticede siyasi hedeflerine ulaşmaya çalıştı. Mesela, Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmasını bahane ederek bütün yargıyı siyasallaştırdı ve bununla yargıyı işlemez hale getirdi. Ülkenin yıllardır yetiştirdiği tecrübeli emniyet kadrolarını dağıtarak emniyet teşkilatını çalışamaz hale getirdi. Büyük medya gruplarının yandaşlarına transferini sağladı ve diğerlerini de yer yer reklam desteği ve ihalelerle, yer yer de tehditle susturarak doğruların seslendirilmesine mani oldu. 15 Temmuz hadisesi bahanesiyle de Silahlı Kuvvetlere en büyük tarihi zararı verdi ve onları vesayeti altına aldı. Yani kısacası Erdoğan, devlet müesseselerini siyasi emellerinin birer enstrümanı haline getirdi ve halkı hiç görülmedik şekilde kutuplaştırdı.

İşte bütün bunları meşru gösterebilmek için bir düşmana ihtiyacı vardı: Kendi siyasi emellerine hizmet hareketi alet olmayınca Hizmet’i düşman ilan etti ve bununla tabanını motive etmeye başladı. Bu motivasyonu devam ettirmek için de şimdi her problemi, hala Hizmet hareketinin üzerine yıkmaya çalışıyor. Kendisi açısından isabetli bir seçim yaptığı da söylenebilir. Çünkü ne kadar karalama ve zulüm yaparsa yapsın, kendine misilleme yapılmayacağını ve hizmet insanlarının elini bir yumruk sıkmak için bile kaldırmayacaklarını çok iyi biliyordu.

-15 Temmuz 2016 hadisesini nasıl okuyorsunuz?

Hadise cereyan ederken lanetledim ve bana yapılan suçlamaları reddettim. Erdoğan’ı uluslararası bir soruşturma komisyonu kurmaya davet ettim ve onların hükmüne razı olup beni suçlu bulurlarsa kendi biletimi alıp dönmeyi vadettim. Bu teklifime cevap dahi vermediler. Bu, sakladıkları çok şey olduğunu gösteriyor. Nitekim dünyayı iftiralarına inandıramadılar. Ben 15 Temmuzun, Erdoğan’ın da içinde bulunduğu bir senaryo olduğunu düşünüyorum. Gerçekler Allah’ın izniyle zamanla ortaya çıkacaktır.

-Batılı ülkeler ve Amerika, niçin Erdoğan’ın işlediği insan hakları ihlallerine ve binlerce insanın hapishanelere atılmasına ses çıkarmıyor?

Batı ve Amerika’nın Türkiye’deki insan hakları ihlallerine karşı verdiği tepkiler beklenenin çok gerisinde kaldı. Hiç ses çıkarmadılar, diyemeyiz. Gerek milletvekilleri, senatörler, bakanlık sözcüleri ve gerekse Avrupa Birliği içindeki kuruluşlardan yer yer sesler yükseldi, ancak bunlar çoğunlukla sözde kaldı ve bir yaptırıma dönüşmedi. Maalesef devletlerarası ilişkilerde kısa vadeli çıkarlar ön plana çıkıyor. Avrupa’nın Suriyeli mülteciler mevzuundaki endişeleri, Amerika’nın da Türkiye ile stratejik ilişkileri konuya yön veren temel dinamikler arasında. Esasen Türkiye’nin Suriyeli mültecilere kucak açması, Erdoğan’ın şahsi kararı değildir, Türk halkının genel tavrıdır. Meseleye güvenlik zaviyesinden bakınca diyebiliriz ki; Erdoğan’ın, Türkiye’nin bütün demokratik müesseselerini birer birer vesayeti altına alması, bölgeyi bir problemler yumağı içine sürüklemektedir. Bir yandan askeri ve istihbari sahalarda zoraki bir işbirliği yaparken, diğer yandan şiddet ve terörün artarak devam etmesine zemin hazırlayan politikalar izliyorlar. Demokratik bir hukuk devleti olmaktan uzaklaşan bir Türkiye, bölgede istikrar ve barışın temsilcisi olmaktan ziyade, radikallikler ve çatışmaların parçası olmaya namzettir… Nitekim, bunun misallerini de görüyoruz.

-Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Türkiye tekrar bir demokratik ve hukuk devleti olursa dönmeyi arzu ederim, ama bu ne zaman gerçekleşir bir şey demek mümkün değil. Kısa vadede ümitvar olacak bir emare görülmüyor. Ama küfür devam eder, zulüm devam etmez. Cenab-ı Hakk bir şeyi murad ederse, esbabını da halk eder. Mü’min asla ümidini kesmez. Biz de ümidimizi kesmedik, kesmeyeceğiz.

-İtidal ve sağduyu anlayışının temsilcisi Erdoğan değil, sizsiniz. Buna rağmen uluslararası toplum niçin Hizmet Hareketi’ni, Erdoğan ve AKP’nin zulümlerinden himaye etmiyor?

Devletler, ülkelerarası ilişkilerinde sadece stratejik çıkarlarını koruma çerçevesinde hareket ediyor. Bir yere kadar bu makul karşılanabilir. Ancak Türkiye tarihinde benzeri görülmemiş insan hakları ihlalleri yaşandı ve yaşanıyor. Hizmet gönüllüleri, Birleşmiş Milletlerin soykırım tariflerinde bahsi geçen muamelelere tabi tutuluyor. Allah için yardım yapan, yardım kuruluşlarına kurban verip etinin fakirlere ulaştırılmasını isteyen, muhtaç talebeler için burs veren vs. gibi insanlar bir şaki gibi gözaltına alındı ve işkencelere maruz bırakıldı. Masum insanların el emeği ile yıllarca çalışarak edindikleri mallarına, işlerine ve iş yerlerine el koydular. 150 bin devlet memurunu, kazanılmış bütün hukuki haklarını iptal ederek, zulmen ve gadren görevden azlettiler. Onları ve ailelerini topluca açlığa mahkum ettiler. İşte bunca zulümler karşısında, Türkiye’nin tarihsel süreçte dostu ve müttefiki olmuş ülkelerden daha yüksek sesler çıkmasını beklerdik. Hiç çıkmadı, diyemeyiz. Devlet idarecileri ve meclis üyeleri düzeyinde endişelerini ifade eden, hukuk çizgisine dönmeye davet eden liderler oldu, ancak bunlar etkili olabilecek yaptırımlara dönüşmedi.

Öte yandan birçok ülke, Erdoğan’ın ikili ilişkileri bir pazarlık unsuru yaparak şantajlarına boyun eğmedi. Ülkelerindeki hizmet gönüllülerine ve müesseselere dokundurmadılar. Türkiye’de zulümden kaçıp gelen mültecilere kapı ve kucaklarını açtılar. Mısır, İsveç, Norveç, Almanya, Amerika, Kanada, Avustralya ve daha başka birçok ülke. Bunu da şükranla yad etmek isterim.

-Erdoğan döneminde parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada değişik idare sistemleri var. Bunlar ülkeden ülkeye değişiklik arz edebilir. Ancak esas olan kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları ve hürriyetlerinin garanti altına alınması gibi evrensel prensiplere riayet edilmesidir. Türkiye’de hayata geçirilmek istenen sistemde ise bu prensiplere riayet edildiğini veya edileceğini düşünmüyorum.

-Erken seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu seçimler, Erdoğan’ın 2029’a kadar iktidarda kalma çabası mıdır?

Son yıllarda atılan her siyasi adımın arkasında, Erdoğan’ın yönetimde tek güç sahibi olarak kalma arzusu olduğu söylenebilir.

-Suriye’nin bölünmesi durumunda, Türkiye’de de Alevi ve Kürt nüfusun olması nedeniyle Türkiye’nin toprak bütünlüğü de tehlikeye girer mi?

Suriye mevzuunda kanaatlerimi daha önce ifade etmiştim. Sünni Arap nüfusun, Nusayri nüfusun, Kürtlerin ve Müslüman olmayan unsurların hepsinin kendisini içinde göreceği ve temsil edildiği bir yönetim, Suriye için sağlıklı bir çözümdür. Bunun için gerekirse yönetime demokratik ve kademeli bir geçiş fırsatı verilmesi düşünülmelidir.

Muhaliflerin, mevcut yönetimin içinde olduğu hiçbir formülü kabul etmediğini medyayı takip eden arkadaşlarım ifade ediyor. Ancak daha çok can kaybı ve mağduriyet yaşanmaması için, bu mevzuda “en iyi elde edilemiyorsa, iyi olanda ittifak etme” prensibi ile hareket edilmesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyim.

Erdoğan ve AKP’nin 2029’a kadar iktidarda kalacağına inanıyor musunuz? Yoksa, Türk seçmeni, duruşunu değiştirebilir mi?

Türk seçmeni elbette duruşunu değiştirebilir. Ancak şu anda seçimler adaletli yapılmıyor. Medya vesayet altında, yargı vesayet altında, sermaye vesayet altında. Bu şartlarda Türk seçmeninin, gerçekten ne düşündüğünü sağlıklı bir şekilde tespit etmek çok zor.

-Sizce, neden Erdoğan var gücüyle Mısır devletine zarar vermeye çalışıyor?

Kendini bütün İslam dünyasının lideri gibi görüyor ve göstermeye çalışıyor. Halkı Müslüman olan ülkeleri, değişik yöntemlerle etki alanına almaya çalışıyor. Buna rıza göstermeyen ve içişlerine müdahale ettirmeyen ülkeler ve liderlere karşı tavır alması bundandır.

-Bütün bir Ortadoğu’nun içinden geçtiği şu sıkıntılı süreçte, Mısır devleti ve Mısır halkını nasıl görüyorsunuz?

Mısır’ın İslam dünyasında müstesna bir yeri vardır. Tarihte medeniyetler beşiği olmuş bu coğrafya, İslam tarihinde de mühim zatlar yetiştirmiş ve ilim yuvalarını kucağında barındırmıştır. Ortadoğu’nun geleceği adına da Mısır, hususi konumunu ve önemini korumaktadır. Mısır’ın iç barış ve istikrarı bu coğrafya için çok kritik öneme sahiptir.

-Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılma isteğini ve Rusya’dan S400 füzeleri satın almasını ciddi buluyor musunuz?

NATO, soğuk savaş yıllarında Türkiye’nin güvenliğinin temininde kritik bir rol oynadı. Aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesine de NATO üyeliği için atılan adımlar katkı yaptı. Bu üyelik devam ederken Türkiye, demokratik ve hukuk devletleri olan NATO üyelerini kendine örnek aldı. Erdoğan’ın girişimi, bu ittifaka zarar veren bir harekettir. Ancak bu mevzuda samimiyetlerini bilmek çok zor. Çünkü o kadar çok yalan söylediler ki, bunda da samimiler mi, yoksa Amerika ve Avrupa’dan bazı tavizler koparmak için mi yapıyorlar, bilemiyoruz.

-Küçükken aldığınız İslami eğitimde anne-babanızın rolünün çok büyük olduğunu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

İlk Kur’an hocam annemdi. Küçük yaşta bana Kur’an’ı hatmettirdi. O dönemde, devletin baskısına rağmen köy çocuklarına da Kur’an öğretirdi. Kur’an öğretmek yasak olduğu için bizim evin yanında, girişi gizlenmiş bir şekilde ahırda öğretirdi. Onun bu fedakârlığı beni çok etkiledi. Babamdan sahabe sevgisini ve İslam ulemasına karşı saygıyı öğrendim.

-Pek çok eseriniz var. Bu dönemde kaleme aldığınız yeni kitaplarınız var mı?

Bu günlerde Çağlayan dergisine yazılar yazıyorum. Bir de arkadaşlarımız bazı sohbetleri yazıya döküp kitaplaştırıyorlar, onların tashihini yapıyorum.
<< Önceki Haber Hocaefendi Ahram'a konuştu: Küfür devam eder zulüm devam... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER