Yenişafak'ta SKANDAL köşe yazısı

Yenişafak yazarı Mehmet Gündem, bugün "Skandal" ismini verdiği köşe yazısında, Elazığ'da teğmenin tüyler ürperten cezası sonucu şehit olan askerlerin hesabını Genekurmay Başkanı Başbuğ'a sordu.

Yenişafak'ta SKANDAL köşe yazısı

17 Ağustos 2009 pazartesi günü öğleden sonra acı bir haber düştü ajanslara. “Elazığ'da el bombakazası: Dört şehit” Devamı bir paragraflık, rutin bir durum gibi... “Elazığ'ın Karakoçan İlçesi Koçyiğitler Piyade Taburu'nda vatani görevini yapan bir askerin devriye görevi yaparken elindeki el bombası kaza sonucu patladı. Patlamada dört asker şehit oldu, dört asker de ağır yaralandı.” Haberlere göre; Er İbrahim Öztürk'ün elindeki bomba kazara patlıyor, Öztürk'le birlikte yanındaki arkadaşları İbrahim Yaman, Ali Osman Altın ve Mesut Bulut şehit oluyorlar… O anda ateş en hararetli haliyle bir kere daha düştü sinelere. Şehitler ailelerine teslim edildi, törenler yapıldı, gözyaşları arasında defnedildiler. Kalabalık dağıldı ve herkes kendi dünyasına çekildi. Birilerinin içi yanmaya koyuldu. Birileri de vicdanlarını susturma gayretine… Acılar yaşanmayı beklerken öğrendik gerçeğin bambaşka bir şey olduğunu… Tam 11 gün sonra… Taraf gazetesi şok eden bir haber veriyor. Gazete ifade tutanaklarına ulaşmış. Tutanaklar olayın kaza sonucu değil, nöbette uyuyakalan Er İbrahim Öztürk'ün, komutanı Teğmen Mehmet Tümer tarafından cezalandırılmak istenmesi nedeniyle yaşandığını gösteriyor. Teğmen, pimini çektiği el bombasını Er Öztürk'e verdikten sonra, “Mandalı bırakırsan ölürsün, bırakmazsan yaşarsın” diyor. Er Öztürk pimi çekilmiş el bombasıyla dolaşıyor. Teğmen'in yanına gidiyor; “25 yaşına geldim. 75 gün askerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” diyor. Teğmen; “Nöbet yerine git, ben gelip takacağım zamanı biliyorum” şeklinde karşılık veriyor. Er Öztürk, çevredeki diğer mevzilere, pim aramaya arkadaşlarından yardım istemeye gidiyor çaresizce… Teğmen hiç oralı değil, cezayı kesmiş bir kere… Zaman geçiyor, er güçten düşüyor, eli terliyor. Ve bomba patlıyor, dört asker şehit oluyor. Pimci teğmen Mehmet Tümer; “fırsat eğitimi kapsamında el bombasının pimini çektiğini, mandalı bırakmadığı sürece bombanın patlamayacağını şehit Er İbrahim Öztürk'e söylediğini” ileri sürüyor. Tanıklar ise birlik içinde pimi çekilmiş şekilde el bombası eğitimi verilmediğini söylüyorlar. Genelkurmay karargahı insanı kanını donduran bu haber üzerine sessizliğini korudu, iki gün boyunca. Halbuki üzerine vazife olmayan konularda, -gerekirse gece yarısı- bildiri yayınlamaktan kaçınmıyordu. Siyaset, Çankaya seçimi, kürt açılımı, laiklik, demokratikleşme, AB sizin ilgi alanınıza giriyor da, size emanet edilen dört askerin nasıl öldüğü konusu ilgi alanınıza girmiyor mu? Bu “basit” konuda susmayı tercih ettiler. Sustunuz da ne oldu, toplumdaki soruları susturabildiniz mi? Akıllardaki şüpheleri susturabildiniz mi? TSK istiyor ki; biz ne söylersek sorgusuz sualsiz onu kabul edin, söylediğimizle yetinin, bizi sorgulayamazsınız, bize hesap soramazsınız… Doğmalara karşı olan TSK, neden kendisine karşı dogmatik davranılmasını ister ki? Hesap sormayan toplumun “teslimiyetçi hali” de skandaldır, TSK'da bu tür olayların yaşanması ve bunların saklanması da skandaldır. Bu kadar skandalla bu ülke nereye gider ki… Susmak çözüm değil… Çözüm, gerçeği kabullenip sorumluluk almaktır. Temizlik iyidir, lekeler kötüdür. Lekeleri küçük görürsek, gün gelir büyük, temiz alanlar leke olarak algılanmaya başlanır. Nihayet 28 Ağustos günü Genelkurmay bir açıklama yaptı; Elazığ'da dört askerin ölümünün 'kaza' değil 'ceza' sonucu olduğunu kabul etti. Açıklamada, Teğmenin patlamada birinci derecede sorumlu olduğu belirtilip, 'TSK suç işleyeni yargıya götürür' dedi. Açıklama da, olayla ilgili aynı gün soruşturma açıldığı ve teğmenin ertesi gün tutuklandığına da yer verildi. Fakat olayla ilgili neden yanlış bilgi verildiği, 11 gün neden beklendiği ve ailelerden gerçeğin neden saklandığı soruları cevapsız kaldı. Asker neden toplumu ciddiye almaz ve neden ona gerçeği söylemez? Bizde ordu sanki toplumdan hep bir şeyler saklıyor gibi… Kitleleri sloganlarla avutmayın artık. TSK'ya olan güveni suistimal etmeyin. Orduyu yıpratmayın, mesleğinize geri dönün, konuşmanız gereken konularda daha aceleci davranın. Susmanız gereken yeri de konuşmanız gereken yeri de tefrik edin… Sizi güçlendiren şey; hesap verebilir konumda olmaktır, şeffaflıktır, kendini sorgulama cesareti göstermektir, meslek sevgisidir, demokrasiye bağlılıktır, hukuka inanmaktır, vicdandır, onurlu davranıştır, emanete sahip çıkmaktır. Sloganlar artık yetmiyor… “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganının hedefi ordunun sistem içindeki ağırlığını artırmak olsa gerek… Bu yanılgıdan da kurtulun, “Güçlü Türkiye güçlü Ordu” dönemine geçin. 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları için Afyon'a giden Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, gazetecilerin Elazığ'da dört askerin ölümüyle ilgili sorularına “Yeter artık, burada Zafer Bayramı'nı kutlamak için bulunuyoruz” dedi. Sayın Başbuğ; bu konuda susma hakkınız yok, size emanet edilen hayatlara böyle mi sahip çıkıyorsunuz? Size bir sorum daha var; Elazığ'da dört askerin nasıl şehit olduğunu, yani olayın kaza değil da teğmenin pimi çekilmiş el bombası cezası kesmesi sonucu olduğunu aynı gün öğrendiniz mi? Aynı gün öğrendiyseniz ne yaptınız? Neden kamuoyundan gerçeği sakladınız? Neden kayıtlara “kaza” olarak geçmesine izin verdiniz? Taraf gazetesinde o haber çıkmasaydı, açıldığı belirtilen soruşturmanın sonuçlarını kamuoyuna duyuracak mıydınız? Siz bu süreçte tarihi bir skandal, örtbas etme, yalan görüyor musunuz? Toplumu ciddiye alıp, gerçeği söylemez ve olup bitenin net bilgisini vermezseniz ve gerektiğinde bedel ödemeye hazır bir yerde sağlam durmazsanız TSK yıpranmaz mı? TSK'nın yıpratılmasına neden ve nasıl göz yumarsınız? Unutmayın, toplumdaki “açık sorulara” cevap verilmediğinde sorular çığ gibi büyür. Akıl işliyor, çağrışım dünyası genişliyor, başka başka konular da bu çizgide yerini buluyor. Soru büyüyor; Acaba Elazığ'da dört askerin şehit olması hadisesinde gösterilen tavır münferit midir, yani bizden gerçek yüzü saklanmış başka olaylar da var mı? Yani rutin bir durum söz konusu mu? Kızmayın ama kuşkulanmak hakkımız. Çünkü zayi edeceğimiz bir tek insanımız yok. Gözden çıkaracağımız ve birilerinin keyfine bırakacağımız bir ordumuz da yok. Sizden beklenen kuşkularımızı beslememenizdir. Sayın Genelkurmay başkanı; Hatırlar mısınız, 7 Mayıs 2009 tarihinde Hakkâri'nin Çukurca ilçesi kırsalında askeri aracın geçişi sırasında patlayan mayınla altı asker şehit olmuştu. Duymuşsunuzdur, o altı askeri şehit eden mayınların bizim askerler tarafından döşendiği iddiaları ayyuka çıktı... Patlamayla ilgili birkaç ay sonra internete ses kayıtları düştü. Hakkâri Tümen Komutanı Tümgeneral G.K. ve Çukurca Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E. arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmalarında Z.E. altı askerin şehit olduğu mayınlarla ilgili Hakkâri Tümen Komutanı'nı bilgilendirirken “Bu mayınlar büyük bir olasılıkla bizim” diyor. Olayın ardından Genelkurmay bu alaya PKK eylemi dememiş miydi? Yanlış hatırlamıyorsam, saldırı sonrasında hava kuvvetlerine bağlı uçakların Avaşin-Basyan bölgesindeki PKK kamplarını vurduğunu da duyurmuştu Genelkurmay… Daha neler duyacağız. Farkında değil misiniz, birileri TSK'yı çok kötü bir şekilde kullanıyor. Biliyor musunuz, bu alemde hiçbir gerçek uzun ömürlü gizlenemiyor. İyi olan da, kötü olan da çıkıyor ortaya... İyi ve güçlü olanlar elbette gerçeğin yanında, yanlış ve kötünün karşısında konumlanmalı. Kışlada “asker” gibi durun ve bitirin şu skandalları… Siyaset, iktidar, güç, silah, strateji, hepsi insanı yaşatmak için değil mi… Biliyor musunuz, ben şehit olmuş o dört askerin fotoğraflarına bakamıyorum. Askeri kışlada tutamayan siyasilerin, ordunun siyaset yapmasına izin veren generallerin yüzlerine bakamadığım gibi… Ya siz… Orduyu yönetemeyen siyaset ülkeyi nasıl yönetir? Kışladaki eri arızalı teğmenden koruyamayan komutanlar koca bir ülkeyi tehlikelerden nasıl koruyabilirler… Skandallarla bir köy bile yönetilemez… Kim ve nasıl soracak bu beceriksizliğin hesabını…
<< Önceki Haber Yenişafak'ta SKANDAL köşe yazısı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER