‘Şah’ diyen Şah İsmail olmasın!

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu son günlerde kamuoyunu oldukça meşgul ederken operasyonların merkezinde İran'ın adının bolca geçmesi dikkati çekiyor.

‘Şah’ diyen Şah İsmail olmasın!

Operasyonla ilgili yapılan ilk açıklamalarda 'devlet kurumlarına nüfuz etmiş dış uzantılı bir yapıdan' bahsedilirken operasyonun ortaya çıkardığı en önemli gerçek, özellikle devlet büyüklerinin de vurguladığı devlete nüfuz eden bir ülkenin varlığıydı. Zaman Gazetesi yazarı Kerim Balcı, işte o ülkeyi yazdı. Hem de,  ''Buyurunuz İran’ın bakanlara, bakan çocuklarına, banka yöneticilerine, gazete yazarlarına kadar uzanmış olan uzun kolu…'' diyerek.
İşte Balcı'nın ‘Şah’ diyen Şah İsmail olmasın! başlıklı yazısı

***

‘Şah’ diyen Şah İsmail olmasın!

İktidar, Büyük Rüşvet Operasyonu’nun devlet kurumlarımıza nüfuz etmiş bir yapının varlığının delili olduğunu söylüyor. Tespit ve tahminlerine göre bu yapı, yabancı bir devletin veya devletler üstü yapının yurtiçindeki uzantısıymış. Bu “illegal örgüte” karşı ivedilikle harekete geçilecek, başta polis teşkilatı olmak üzere bazı şehirlerde “temizlik operasyonları” yapılacakmış.

Memleketin en akıllılarının akıl tutulması yaşadığı bu konuda yazacak değilim. Büyük Rüşvet Operasyonu’nun benim dar aklımca asıl ele alınması gereken yönü İran’ın ülkemizin güç çevrelerine nüfuzunun ne boyutlara ulaşmış olduğudur. Yabancı bir devletin, yurtiçindeki uzantısı mı diyorsunuz: Buyurunuz İran’ın bakanlara, bakan çocuklarına, banka yöneticilerine, gazete yazarlarına kadar uzanmış olan uzun kolu… Birkaç defa, farklı gazetelere bakıp doğrulamak ihtiyacı hissettim: 87 milyon Avro mu aklamışlar, yoksa 87 milyar mı diye. 2009-2012 yılları arasında İran’dan gelen 87 milyar Avro kara para aklanmış deniyor. İddia ama, 87 kat abartılmış bile olsa vahim bir iddia.

Aklanan paraların geriye İran’a sokulmasında ise Halk Bankası kullanılmış deniyor. Aynı zaman aralığında Halk Bankası üzerinden 10 milyar dolar civarında para havalesi yapılmış İran’a. İran’ın BM tarafından belirlenmiş ambargoya maruz olduğu bir dönemde yaşanıyor bu olay. Cenevre’deki görüşmelerde İran’ın Batı ülkelerinde dondurulmuş 4,2 milyar dolarının serbest bırakılması için mücadele ettiği ve bütün nükleer projesini ambargoda yapılacak 7 milyar dolarlık bir esneme karşılığında uluslararası denetime açmaya razı olduğu hatırlanacak olursa Halk Bank üzerinden İran’a sokulan paranın önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Başka bir iddia uçan 1,5 ton altınla ilgili. 1 Ocak 2013’te Atatürk Havalimanı’nda Türkiye’ye giriş için hiçbir evrak ibraz etmeyen bir kargo uçağında 1,5 ton altın olduğu tespit edilmişti. Uçaktaki altının üçte birinin İranlı bir şirkete ait olduğu söyleniyordu. Mühürlenen uçak 18 Ocak’ta yine hiçbir işlem yapılmadan Dubai’ye hareket etti. Olayda siyasilere 1,5 milyon dolar rüşvet verildiği iddia ediliyor şimdi.

Ülkenin en önemli bankalarından biri bakan çocuklarının aracılığıyla İran’a yönelik BM ambargosunu delebiliyorsa; İran’a ait olduğu kaynak ülke tarafından belirtilen altını taşıyan bir uçak ülkenin en büyük havaalanına evraksız inip, kayıtsız kalkabiliyorsa; İran parası siyasilerin banka hesaplarını doldurabiliyorsa; şimdiki Büyük Rüşvet Operasyonu ile direkt alakası var mıdır bilinmez ama Türkiye Aleviliği ile İran Şiası arasındaki tarihî uçurum gün geçtikçe kapanıyorsa; Türk üniversitelerinin ilahiyat fakültelerinin lisansüstü kadrolarında İranlı kız ve erkekler mut’a nikâhı propagandası yapıyorlarsa varın paralel devlet kim, illegal örgüt kim, içeride uzantısı olan dış mihrak kim siz karar verin.

Kimse başkasının günahlarından dolayı hesaba çekilmez. Ezelî hükümdür. Ancak bataklıktan geçenin dâmenine çamur bulaşması kaçınılmazdır. Biz de ister istemez, Gezi olaylarında yakalandığı söylenen İran uyruklular neredeler; o sıralarda PKK ile bilgi paylaşımı yaptıkları tespit edilen ve gözaltına alınan İran ajanları ne oldu; İran’ın nükleer projesi konusunda bütün dünyayı karşımıza alarak BM Güvenlik Konseyi’nde hayır oyu kullanmış olmamızda haklı gerekçelerin yanı sıra dikkate alınmış “duygusal” sebepler de olabilir mi; Suriye politikası konusunda bunca ayrıştığımız Tahran ile ilişkiler nasıl oluyor da hep iyi tutuluyor; böylesine içimize nüfuz etmiş bir rejime petrol ve doğalgaz kaynakları konusunda bağımlı kalmamak için devreye alınabilecek tedbirler niye alınmadı; rüzgar ve güneş enerjisi ihalelerini kim, niye geciktirdi gibi soruları sormaya hakkımız olur.

Sahi İran’da bizim herhangi bir nüfuzumuz, anlamlı bir saha hâkimiyetimiz var mı? Altı asırlık İdris-i Bitlisî rejimi çöküyor mu yoksa?

''Şah'' diyen Cemaat değil de, Şah İsmail olmasın!
<< Önceki Haber ‘Şah’ diyen Şah İsmail olmasın! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER