Reşat Çalışlar, gazeteci Oral Çalışlar ile yazar İpek Çalışlar'ın oğlu. Babasıyla TRT Haber'de Kuşak Farkı isimli bir program hazırlayan Reşat Çalışlar, internet dünyasının da yakından tanıdığı isimlerden. Özellikle yeni paylaşım ağı twitter'da, değişen
Türkiye'ye yönelik tespitleriyle dikkatleri çekiyor.
-Ne zamandır twitter kullanıyorsunuz?
Bir yıl civarında. İlk birkaç ay aktif kullandım. 6 ay ara verdim. Birkaç aydır yine aktifim. Başlarda kurak bir ortam vardı. Yeniden döndüğümde canlanmıştı, ben de ortama adapte oldum.
-Döndüğünüzde neler değişmişti?
Başta twitter'da magazin ünlüleri ön plandaydı. Daha sonra twitter kendi şöhretlerini çıkarmaya başladı. İlgi odağı, fikirleriyle bir şeyler üreten insanlara kaymaya başladı.
-Yazı daha öne çıktı…
Evet. Mesela
Onur Gökşen örneği var. Adamın magazinel hiçbir yönü yok. Sadece yazdıklarıyla 5 binden fazla takipçiye ulaştı. Bir dönem
Ekşi Sözlük'te de yazmıştı.
-Sizin için halihazırda nasıl bir twitter fotoğrafı var?
Türk internetinin büyük kısmında gözlemlediğimiz, internetin Batı merkezci ve
modernist kesimin ağırlığında olması, twitter'da da geçerli.
Ekşi Sözlük'te de bu vardı.
Twitter, ‘modern' olarak tanımlanan bir
yaşam tarzında, modernizmde, Batı merkezcilikte ısrar edenlerin yeri.
İnternet, bu ülkede hâlâ Batı'dan naif şekilde büyülenen insanların odak noktası. Twitter'da da Batı merkezci-elitist-modernist-hedonist karakterler daha popüler; ama bu yüzde 100 genellenemez. Yıldıray Oğur'un 3 binden fazla takipçisi var. Buna istisna eğilimler de var, ama hâlâ yüzde 80 civarında Batı'dan büyülenen kesimin elinde.
-‘Batı'dan büyülenmeyen' o yüzde 20'lik kesimin yazılarını nasıl buluyorsunuz?
O kesimin ürettiği şeyler, daha orijinal ve özgün olabilir. Ama öbür kitle, daha kalabalık olduğu için, kendi aralarındaki top çevirmeleriyle çok ses çıkartıyorlar. Tabii bu oran önümüzdeki 3-4 sene içinde ciddi bir değişim geçirebilir, yani Türk internetinin toplumsal rengi hızla değişebilir.
-Bu sesin yüksekliği, popüler kültüre daha yakın olmalarıyla mı ilgili?
Biraz magazin, biraz hedonizm, biraz cinsellik, biraz aşk-meşk, biraz laf cambazlığı, biraz
İngilizce kültür… Zaten magazin dünyası da son dönemde modernistleşti. Tabii Türkiye'deki
sosyal paylaşım platformlarının siyasi rengi ile ülkenin genel eğiliminin birbirine ters gittiğini de gözden kaçırmamakta yarar var.
-O hâlde twitter için ‘beyazlar' ve ‘esmerler'in çok net olduğu bir alan diyebiliriz…
Türk internetindeki çoğu platform, ‘beyazlar'ın egemenliğinde. Baştan beri böyleydi. Twitter'da da böyle oldu. Ama internette dominant olan ‘beyaz kesim'in kendi içinde çok büyük gerilimleri var.
-Mesela…
Mesela 1.80 boyunda,
mavi gözlü, kaslı, sportif
vücutlu bir Türk erkeği ile 1.50'lik bir Türk erkeğinin davranış modeli aynı olmuyor. Bundan kaynaklı gerilimler olabiliyor; ‘çirkin beyazlar'la ‘
çekici beyazlar'ın çatışması oluyor mesela.
Obez beyazlar, ‘beyazların esmerleri' olarak tanımlanabilirler belki.
-Esmer Türkler ve beyaz Türklerin ‘karşılaşma'sı anlamında twitter'a nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?
Twitter çok
sürpriz karşılaşmalara imkân veriyor olsa da genelde beyazların kendi arasında top çevirdiği (ve hatta
kavga ettiği) bir yer. Ekşi Sözlük için de bu geçerli.
-Sizi takip eden kitlenin nasıl bir niteliği var?
Dünyayı ‘Postmodern
Ortadoğu ruhu'yla algılayabilme özelliği olan bir insan profili benim yazdıklarımı seviyor sanki.
-Postmodern Ortadoğulu derken…
Batı modernizmine alternatif olarak Ortadoğu'nun kendi düşünce dünyasından yola çıkan alternatif yaşam yolları önerebilen, kendi bireysel sentezlerini yapabilen insanlar. Ortadoğu'dan ve kendi içlerinden aldıkları enerjiyi, ‘küresel-teknokültürel' normlarla sentezlemeyi deneyen insanlar… Tabii benim kendi beynimde çizdiğim bir Ortadoğu tasavvuru var. Bu, kişiden kişiye değişebilir.
-Ortadoğulu olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
4-5 sene
Almanya'da, bir süre İspanya'da yaşadım. Alman Lisesi'nde okudum. Yani çocukluğum ve gençliğimin bir bölümü Batılı ortamlarda geçti. O ortamlarda kendimi iyi hissetmedim. Daha sonra, içimdeki Ortadoğulu yönü daha net bir şekilde hissetmeye başladım. Beni twitter'da okuyan kitle içinde, kısmen gelenekçi-muhafazakâr grup var. Ama sinir olmak için okuyan bir ‘beyaz Türk' kitlesi de var. Mazoşist bir duyguyla, rahatsız olduğu şeyi takip eden insanlar bunlar, ki bunu da
doğal karşılıyorum.
-Siz kimleri takip ediyorsunuz?
Ben aslında o kadar seçici değilim. Çeşitli kesimlerden çok aktif olan insanları toplayarak kendime göre bir liste sentezledim. Sonra çok sık yazanları, her yaptığı şeyi yazanları çıkarmaya başladım. Giderek seçici olmaya başladım. Bundan ötürü alınanlar da olabilir. Belli bir kalıbım yok.
Sinir olmama rağmen takip ettiğim kişiler var mesela. Fikirlerine karşı olduğum kişileri değil, sayfayı sürekli boş mesajlarla doldurarak takip edilemez hâle getiren kişileri listemden çıkarıyorum. Yaşadıkları aşklarla ilgili, derin olduklarını düşündükleri ama içi boş aforizmalar yazmaya çalışan, modernist, beyaz Türk kızları da var listemde. Bunları da sinir olmama rağmen takip ediyorum. Nedenini tam bilmiyorum. Biraz
analiz etme peşindeyim belki, ilginç de geliyor, o
beyin dünyası. Bazen zekânın dışındaki şeyler de çekici olabiliyor.
-Sizi şaşırtan isimler oldu mu?
Beyaz Türk ruhu taşıdığını söylediğim Sibel Alaş'ın ve Levent Kazak'ın aşırı sinirli şekilde tepki göstermelerine şaşırdım. Sibel Alaş'ın 90'larda yaptığı müziğin bende nostaljik bir yeri vardır, ama nedense yaptığı işlerle duygusal bağım olan birçok insanın klişe beyaz Türk tavırlarından kopamadığını görüyorum. Sibel Alaş'ın normal normal konuşurken aniden aşırı sinirlenmesi tuhaf geldi, belki bu da bir beyaz Türk özelliğidir.
-Peki siz; karşı tarafa batan, rahatsız edici bir tavrınız olduğunu düşünüyor musunuz?
Kasıtlı olarak rahatsız edici bir tutum takınıyor değilim son dönemde. Ben aklımdan geçenleri, çok direkt, biraz da didaktik bir üslupla dile getirmeyi seviyorum. Birisinde bir özellik gördüğüm zaman, ister istemez o yönüyle onu tanımlama huyum var. Mesela bunu rahatsız edici olmak için yapmam, doğal stilimdir. İlgi çekmek için uygulanan bir strateji değildir.
-Üslubunuzun özellikle belli kesimler tarafından daha iyi algılandığına inanıyor musunuz?
Zihinsel olarak Ortadoğu'ya daha açık insanların daha iyi anladığını söyleyebilirim. Postmoderniteye, farklı düşünce sistemlerine daha açık insanların, daha iyi anladığı söylenebilir.
-Siz böyle bir
ailede yetişmediniz sanırım…
E tabii, modernist sayılabilecek bir aile ortamında yetiştim. Babam, evrim teorisini büyük oranda benimseyen bir insan. Ben mesela benimsemiyorum.
-Böyle bir ortamda kendi kimliğini inşa etmek zor oldu mu?
Babam hoşgörülü olduğu için o kadar zor olmadı. Belki annemin feminist yönü bir gerginlik yapmış olabilir. Feminizm de modernizmin bir boyutu olarak değerlendirilebilir sonuçta. Gerçi postmodernizmin içinde de feminizm var. Annemin sanki feminizmle modernizmi sentezleyen bir duruşu var. “Batı medeniyetinde kadına şöyle yaklaşılır, doğru olan budur.” şeklinde yani. Annem bunu içselleştirmiş. Benim kafamdaki kadın algısı, Batı medeniyetinin kadınla ilgili çizdiği profille tam örtüşmüyor.
-Aile içi moderniteden koptuğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Belki 20'li yaşlardan itibaren… Bu, özellikle Batı'ya bakış açısı konusunda ortaya çıktı. İspanya'da yaşarken, orada tanıdığım insanlarla ilgili, babama eleştiriler yapıyordum. Mesela; evinde kaldığım, odasını kiraladığım
İspanyol bir kadın vardı. Bir davranışını eleştirmiştim; babam doğruluğunu savunmuştu. Aramızda bir gerilim oluşmuştu. Ama babam karakter olarak yapıcı olduğu için, ölçülü bir gerilim oldu.
-Babanızın da kendisine dair çok ciddi ‘değişim'
itirafları var. Mesela 60 darbesini o zamanlar çok olumlu görürken, yıllar içinde bunun çok büyük bir yanlış olduğunu fark ettiğini itiraf ediyor. Babanızın dönüşümüne dair gözlemleriniz ne?
Babam, çok klasik bir solcu aileden geliyor. Aileden sonra da 68 Hareketi'nin yükseldiği dönemde üniversite okumuş. Onun da etkisiyle, çok klasik bir sol çerçeve içinde hayatı okumuş, ilk dönemlerde. Zaman geçtikçe, bunun dar bir çerçeve olduğunu düşünmeye başlayıp farklı kesimlerle de diyaloğa girerek oradan önemli ölçüde uzaklaştı. Ama benim çizgime çok yaklaştığını düşünmüyorum.
-Babanızın Cumhuriyet'ten
Radikal'e geçmesi sizin için bir kırılma mıdır?
Güzel bir soru; ama düşünmem lazım. Kesinlikle kırılma değil ama hayatımdaki önemli bir olay olarak tanımlanabilir belki. Cumhuriyet'in sosyal ortamı ile Radikal'inki çok farklı. Radikal, biraz daha plaza gazetesi. Cumhuriyet'te bir okul ve aile sıcaklığı vardı. Çocukluğumun önemli bir kısmı, Cumhuriyet'te babamı ve annemi ziyaretle geçti. İdeolojik olarak örtüştüğüm bir çizgi değil; ama o sosyal ortamdan çok beslendim. O sıcak ilişkilere hâlâ bir özlemim de var. Şu an onlarla farklı düşüncedeyiz; ama beni reddetmiyorlar. Beni kafalarında farklı bir yere oturtuyorlar. Babamın Radikal'e geçmesinden sonra, orada babama ve bana karşı çok sert bir duruş gözlemlemedim. Ben hayatımın her döneminde içinde bulunduğum sosyal ortama uyum sağlayamayan adam konumunda oldum zaten. Bazen kendi
tercihimle, bazen ortamın…
-‘Uyumsuz' olmak yük mü,
kazanç mı?
Şu noktadan sonra buna alıştım. Ama eski dönemlerde bu daha çok yüktü. Vücut dilimle, bakışımla, ses tonumla, girdiğim birçok ortamda amaçlamadığım şekilde dikkat çeken bir karakter oldum.
-Bununla nasıl başa çıktınız?
Kendi içime kapanarak, sosyal olmamayı seçerek, diyebilirim. O içe kapanma, beni internete sürükledi. Reel hayatta yaşadığım uyumsuzlukları, internette de yaşamaya başladım.
-Dünya daha mı daraldı?
Evet, kendimi bir labirentin içinde hissettim. Tuhaf yönlerim, belki de özellikle beyaz Türklere çok battı. Beyaz Türklerin kafalarında çok dar bir normallik çerçevesi vardır, onun dışındaki şeyleri tolere edemezler. Teoriden ve absürdizmden de rahatsız olurlar, pratik odaklı, normalliği, yüzeyselliği ve hızı yücelten bir yaşama stilleri vardır. Gerçi, bütün suçu beyaz Türklere yüklemek istemiyorum, sonuçta en çok içinde bulunduğum sosyal çevrenin onlar olması da, tuhaf yönlerimin en çok onlarla çatışmasına yol açmış olabilir.
-Beyaz Türklerin karşısındaki ‘esmer' dünyayı nasıl tanıdınız?
Bilinçaltımda hep biraz esmerlik taşıdım aslında. Ten rengim de esmere yakın sayılabilir sonuçta. Beyaz Türklerle hiçbir zaman aynı frekansta olmadım. Ama esmerliğim bir ‘solcu esmerliği' gibi de gelmedi bana hiçbir zaman. Kendime özgü bir ‘karışık Ortadoğu esmerliğim' var, düşünce yapımda da bu var. Beynim beyaz Türk grameriyle çalışmıyor, o nedenle Türkçedeki üslubum da bazı insanlara tuhaf gelebiliyor. Tabii, beyaz Türklerin dışındaki dünyaya uzanmamda, internette tanıştığım
dindar insanların da rolü oldu. Onlar bana birçok şey anlattı, sohbetlerimizde. Gerçek hayatta da görüştüğüm insanlar oldu; ama daha çok internet ağırlıklı.
-Kendi ‘doğru'larınızı hırpalayan ya da büken şeyler mi anlattılar?
Ben hiçbir zaman Batı medeniyetinin mükemmelliğine de Türk modernleşmesinin mükemmelliğine de inanmadım. Hep alternatif düşünce sistemlerine kapılarımı açık tuttum. O bağlamda, ‘doğru'larım yıkılmadı ya da bükülmedi. Ama ‘öteki mahalle'nin ‘doğru'larının ne kadar zengin olduğunu gördüm… İslami kültür, hem zenginliğiyle hem de Batı kültürünün antitezi olarak konumlanmasının etkisiyle, bu dünyadaki Batı'dan şüphe eden bütün insanların ilgisini çekmeyi sürdürecek.
-Twitter'ı bir
blog olarak mı görüyorsunuz?
Sözlük/sosyomat formatına yakın buluyorum daha çok. Türk internet dünyasındaki sohbet kültürünü ilk Ekşi Sözlük deneyimiyle iyi tanıdım, 6 yıl önce. Sonra diğer
sözlükleri tercih etmeye başladım, ardından Sosyomat geldi. Twitter'a ise çok geç sıçradım. Ekşi Sözlük bir kolektif sohbet ortamı gibidir. Twitter'ı da böyle değerlendiriyorum. Bir sohbet ve
tartışma ortamı gibi. Blog biraz daha kişisel ve içe dönük bir dünyadır. İnsanın kendi içinden haber verdiği bir dünyadır.
-Hangisini daha keyifle yazıyorsunuz?
Galiba kişisel bloğumdan daha çok keyif alıyorum. Orada daha
küçük ama nitelikli bir takipçi kitlesi oluşuyor. Twitter'da 140 karakter zorunluluğu var. Ve insanlar sizden aforizmatik şeyler bekliyor. Bunları ‘retweet'lemek için pusuda bekleyen insanlar da var. Twitter, yeteneklerinizi sergilediğiniz bir
futbol sahası gibi!
FATİH VURAL
AKSİYON