Derin Eyalet Tartışması

Kenan Evren’in ‘bölge valilikleri kurmak istedik, Özal karşı çıktı’ sözleriyle başlayan eyalet tartışması başkentte yankı buldu.

Derin Eyalet Tartışması

Tartışmalar, devletin derinliklerinde, sınır aşan federasyonlara kadar uzanan bir beyin jimnastiğinin başladığının işaretçisi. Üç kıtada 2 milyon kilometrekarelik alanda at koşturup devlet yöneten Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyılın başlarında 32 eyaletten oluşuyordu. Daha sonra bu sayı 40’a kadar çıktı. Haricî baskılar, dâhilî şartlar nedeniyle 1864’te Vilayet Nizamnamesi yayınlanınca eyalet sistemi ortadan kalktı. Sancak sistemine, yani vilayetlerin kabul edildiği idarî bir yapılanmaya geçildi. 1804 Sırp İsyanı ile başlayan Osmanlı’nın parçalanma süreci Misak-ı Milli sınırları içinde Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki 63 vilayetten oluşan idarî yapıya kadar sürdü. Bu ‘bölünme’ endişeleri ve savaşlarla dolu bir sürecin son noktası oldu. Siyasi ve idari tercihlerle Türkiye Cumhuriyeti sınırlarındaki il sayısı en son 81’e kadar yükseldi. 12 Eylül 1980 tarihli askerî darbenin mimarı, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başlattığı ‘bölge valilikleri’ tartışması dönemin askerlerinin kafasında kuşkusuz ‘sıkıyönetim’ hâlinin tedrici olarak kaldırılması, bölgesel olarak yaygınlaştırılması, askerî otorite tesisi ve güvenliğin bölgesel bazda asker eliyle kolayca sağlanması amacını güdüyordu. Sabah gazetesine verdiği röportajla Türkiye gündemine bölge valiliği ve eyalet tartışmalarını sokan 90 yaşındaki Evren Paşa, şimdi “Amacıma ulaştım, artık sistem tartışılıyor.” diyor. Peki, sonradan eyalet ve federasyon tartışması noktasına çekilen ‘bölge valiliği’ açıklamaları nereden icap etti? O dönem askerlerin kafasında ne vardı, şimdi askerler tartışmanın neresinde? Bu tartışmaların Türkiye’nin yanı başında Kuzey Irak’ta yeni oluşumların şekillendiği, Doğu ve Güneydoğu’da farklı siyasi tartışmaların sürdüğü bir süreçte ortaya atılmasının anlamı ne? 2007 seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimiyle irtibatı var mı? TSK kimi emekli generallerin yaptığı gibi tavır mı koyacaktı, yoksa sessiz kalıp tartışmaların öncesi ve sonrasında seçimleri nasıl etkileyeceği üzerinde mi kafa yoracaktı? Tam reformcu ve demokrat bir görüntüye kavuşan Evren Paşa’nın açıklamalarıyla kimi siyasilerin Kürt sorunu özelinde yaptığı açılımların bir bağlantısı var mı? Milliyetçi cephenin kapıları kapama tutumuyla bir bağı var mı? TURGUT ÖZAL: SİVİLLER ÜLKEYİ BÖLÜYOR DAMGASI VURULUR Daha birçok soru akıllarda kaldı, tartışma sürüyor. Soruların cevabını anlamak, seçim öncesi ve sonrası siyasi gelişmelere ışık tutabilmek için işe bölge valiliği fikrinin nasıl ortaya çıktığından başlamak gerekiyor. Tartışmalar ilk olarak 12 Eylül 1980 ihtilalinin hemen akabinde başlayan idari yapılanma reform hazırlıkları ve yeni yasal düzenleme teklifleriyle başladı. İhtilalin hemen ardından Milli Güvenlik Konseyi’nce (24 Haziran 1983) kabul edilen 71 numaralı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yaklaşık bir yıl sonra (11 Temmuz 1984) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesiyle reddedilerek ortadan kaldırıldı. KHK’ya göre Türkiye Erzurum, Diyarbakır, Adana, Kayseri, Ankara, Konya, İstanbul ve İzmir olmak üzere 8 bölge valiliğine bölünüyor; bu valiliklere geniş yetkiler tanıyan bir sistem öneriliyordu. Ancak tek başına kanun yapma yetkisini ellerinde toplayan Milli Güvenlik Konseyi ve ihtilalci paşalar yasayı çıkartamamış, geç kalmışlardı. KHK’yı reddeden ise 6 Kasım 1983 seçimleriyle Türkiye’ye siyasi ve ekonomik anlamda yepyeni bir pencere açmak için işbaşına gelen Turgut Özal hükümetiydi. 12 Eylülcülerin giderayak hazırladığı ‘Bölge Valileri Kararnamesi’ aslında 27 Mayıs İhtilali sonrası hazırlanan Merkezî Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi (MEHTAP) raporuna kadar (1962) uzanıyordu. Evren’in başkanlık ettiği darbe yönetimi ihtilal sonrası kurulan Bülent Ulusu hükümetinden Türkiye’nin ‘merkeziyetçi ve militarist’ bir yapılanmayı öngören vilayet sistemine geçirilmesini istedi. Darbeden bir ay sonra kolları sıvayan yönetim devlet teşkilatını Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarını örnek alarak yeniden düzenlemek istedi. Dönemin Başbakanlık Müsteşar Vekili Hasan Celal Güzel’in tespitine göre darbe yönetimi bunun için 29 sayfalık bir rapor hazırladı ve Başbakanlığa gönderdi. O gün raporu eline alan Başbakan Ulusu, Hasan Celal Güzel’den görüş hazırlamasını ister. O da raporu aldığı gibi Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Turgut Özal’ın yanında soluğu alır. Güzel, o zaman Özal’ın da desteğini alarak neden bölge valiliğine geçilemeyeceğini anlatan 40 sayfalık bir rapor hazırlar. Durum izah edilir. Ancak KHK’nın oluşturulması ve sonradan Ulusu hükümetinin Özal iktidarına kambur olarak devri engellenemez. 71 sayılı Bölge Valiliği Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Haziran 1983’te kabul edilir. Dört ay bekledikten sonra Eylül 1983’te Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer. Ancak fiili olarak hiçbir şey yapılamaz. Türkiye seçim sürecindedir. ANAP seçimi kazandıktan sonra Türkiye’yi 8 vilayete bölmeyi isteyen yeni idari yapılanmanın yol haritasını oluşturan KHK’yı kucağında bulur. O gün Bakanlar Kurulu’nda konuşulurken Başbakan Turgut Özal tarihe not düşer: “Biz Türkiye’yi bölgelere ayırır ve bu kararnameyi uygularsak, bize, siviller Türkiye’yi bölüyor, damgasını vururlar.” KHK TBMM’ye sevk edilir. İçişleri Komisyonu ve Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra millet iradesiyle reddedilir ve hükümleri ortadan kaldırılır. O gün tartışmaların göbeğinde yer alan Özal’ın bakanlarından Hasan Celal Güzel, “31 maddelik KHK ile 8 vilayet bölge valiliği haline getirilmek istenmiş ve bölge valilerine ‘olağanüstü hâl’ yetkileri verilmişti.” diyor. Üstelik KHK’nın 24. maddesinde de olağanüstü hâl valilerinin atanması Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bırakılıyordu. Bakan Güzel, “Bu düzenleme, eyalet sistemindeki gibi yerinden yönetim prensibine değil, tam aksine militarist denetimli merkeziyetçi bir yapılanma görüşüne uygun şekilde hazırlanmıştı.” diyerek KHK’nın yanlışlığına ve mahzurlarına dikkat çekiyor. Güzel’e göre üniter yapı muhafaza edilerek Türkiye’de ‘başkanlık sistemi’ne geçilebilir. Ancak federatif sistem ya da bölge valilikleri yöntemiyle baskıcı militarist bir idari yapılanma Türkiye’de gerçekleştirilemez. Bu demokrasinin işleyişine ve Anayasaya aykırıdır. KHK’nın Meclis’te reddedildiği oturumda Sivas Milletvekili Ahmet Turan Soğancıoğlu bölge valiliği fikrinin ta o günlerde bölücülüğü artıracağı fikrini ilk dile getiren isimlerden olmuş: “Biliyorsunuz memleketimizin hassas bölgeleri vardır. Bir zamanlar başkent diye ilan edilen illerimiz vardı. Bölge valiliği bir nevi federatif sisteme esas teşkil eden, zemin teşkil eden yasadır. Bu yönüyle de tehlikelidir.” KHK ile ilgili o gün yapılan önemli tespitlerden biri de Anayasa’nın üçüncü, 91. ve 126. maddelerine aykırılığı olmuş. KHK’daki kimi cümleler ise aslında Konsey’in kanun çıkarmak istediğini, Meclis’e yetiştiremeyeceği kaygısıyla bunu kararnameye çevirdiğini de gösteriyor. ‘BÖLGE VALİLİKLERİ JANDARMA TEŞKİLATINA GÖRE TAYİN EDİLMİŞTİ’ Özal’lı yılların İçişleri Bakanlığı müsteşarı, eski Milletvekili Galip Demirel de tartışmaları çok net hatırlıyor. Hükümeti temsilen İçişleri Komisyonu ve TBMM görüşmelerine katılan Demirel, KHK’nın valileri kaymakam seviyesine düşüreceği uyarısıyla işe başlamış. O gün yaşanan ama unutulan bir noktaya da dikkat çekiyor: “KHK Meclis’e gelmeden önce ilk hazırlığı Jandarma Komutanlığı yapmıştı. Hatta 8 vilayete göre yapılanmalarını tamamlayacak yönetmeliklerini çıkardılar. Jandarma teşkilatına göre vilayetler de teşekkül ettirilecekti. Ancak kanun geçmedi ve hazırlıkları yarım kaldı.” Dönemin müsteşarı Demirel, bölge valiliklerinin temel amacının ‘askeri yapılanmanın sivile uygulanması’ fikrine dayandığının altını çiziyor. Yani 12 Eylül darbeci zihniyeti o gün zaten mevcut bulunan Jandarma Komutanlığı gibi askerî yapıları sivil idari yapılara devşirme ve çevirme telaşı içindeymiş. KHK’ya giren iller ve jandarma bölge komutanlıkları birbirine bakarak şekillendirilmiş. İlk hazırlıkları da dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’un talimatıyla jandarma yapmış. KHK ortaya çıktığında Zonguldak’ta valilik görevini yürütürken de Başbakan Bülent Ulusu’ya konuyu ilk izah eden yöneticilerden biri yine Galip Demirel olmuş: “Efendim bölge valiliği sistemi fayda getirmez. Valiliklerin yetkileri alınıp adeta kaymakam hâline getiriliyor. Yetkiler az görülüyorsa, valilerin yetkileri artırılmalıdır. İstenen hizmet ve yerinden yönetim talebi böylece karşılanabilir.” KHK reddedildikten sonra Türkiye’nin sıkıyönetimden çıkışıyla ilgili siyasi ve sivil inisiyatif çok hızlı şekilde yayıldı. Ve darbe sonrası sıkıyönetim ortamından hızla çıkıldı. O dönemde Doğu ve Güneydoğu’da 13 il sıkıyönetim kapsamından çıkarken 1987’de Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği (OHAL) kuruldu. İlk başlarda 6 ayda bir Meclis onayı ile devam ya da tamam kararı alınan OHAL uygulaması 15 yıl sürdü. Avrupa Birliği yolunda hızlı adımlar atılırken OHAL, 2002’de kaldırıldı. Özal iptal etmiş olmasaydı 8 ayrı bölgede OHAL olacaktı ve belki de kimi bölgelerde uzun yıllar işletilecekti. Özellikle terör sorunu nedeniyle Güneydoğu’da her başı sıkıştığında, askerî müdahaleyi öne çıkaran teklifler ve idari yapılanmalar gündeme getirildi. Hatta Temmuz 2006’da 14 güvenlik görevlisinin şehit edilmesinin ardından gazetelerde Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun gündeminde ve masada OHAL’in de olduğu ileri sürülmüştü. Kuşkusuz Türkiye eski günlere dönmeyecek, OHAL de ilan edilmeyecek. Ancak Başbakan Erdoğan’ın Güneydoğu gezisi sırasında sert çıkışıyla hatırlanan 14 şehit hadisesinin dışında da; OHAL beklentisi hâlâ kimi çevrelerin kafasında var. Ankara kulislerinde konuşulan ancak dillendirilmeyen hususlardan biri cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesi için OHAL şartlarının bile beklendiği yönünde. Senaryoya göre bir kısım çevreler Güneydoğu ya da Kuzey Irak merkezli askerî müdahalelere kapı aralayacak ortamları bekliyor. Böylece seçimlerin ertelenmesine zemin hazırlayacak senaryo da hayata geçmiş olacak. Peki Kenan Evren’in başlattığı bölge valiliği tartışması ve eyalet-federasyon tartışması kimlere hizmet ediyor? Beklenen ne? Başkentteki kimi siyasi gözlemcilere göre tartışmalar tamamen cumhurbaşkanlığı sonrası siyasi ve idari yapıya ve daha çok genel seçim sonuçlarına hizmet ediyor: “Askerlerin konuşmaması kadar, emekli askerler üzerinden birtakım siyasi tavırların tartışılması manidar. Tartışmanın zamanlaması ilginç. Hem Irak merkezli gelişmelere bakan yönleri, hem de seçimleri etkileme amacı taşıyor olabilir bu tür çıkışların. Tartışmalar safiyane değil.” EVREN’İN BU TÜR ÇIKIŞLARINA DİKKAT Manidar olan sadece bu tartışma değil kuşkusuz. Kıbrıs’ta AK Parti hükümetinin çözüme yönelik inisiyatif aldığı bir dönemde en ilginç çıkış yine Evren Paşa’dan gelmişti. Annan Planı’nın işletilmeye çalışıldığı süreçte Evren “Vermek için toprak almıştık.” deyivermişti. İç kamuoyunda çok tartışılmasa da özellikle Rum ve Yunan kesimlerinin eline geçebilecek en güzel koz, dönemin önemli askerî isimlerinden birinin ağzından çıkıvermişti. Evren’in her iki çıkışının da zamanlamasına dikkat çeken çevreler onu ‘kaos tüccarlığı’ ile suçluyor. Sistem tartışmasına ihtiyacı olmadığı halde Türkiye’nin ‘12 Eylül Cuntacısı’ namıyla tanınan bir ismin gündeme getirmesiyle ‘kulvar’ değiştirmesi mayınlı arazilerde ‘eyalet’ ‘federasyon’ tartışmalarında çıkış araması söz konusu değil tabii. Ancak konuşulanlar dış dünyada da farklı okunuyor. Yabancı diplomatik çevrelerin her fırsatta gazetecilere ‘Ankara’da neler oluyor?’ sorusunu yöneltmesi de bundan mütevellit. Evren Çankaya’dayken basın danışmanlığını yürüten Ali Baransel’in Hürriyet gazetesinde Yalçın Doğan’ın köşesinde duyurduğu anekdotu ise paşanın kafasındakini kısmen ortaya koyuyor. Baransel’in anlattıklarına göre Evren, idari yapıyı resmen askerî yapıyla aynılaştırma isteğini dile getirmiş önceleri: “Ben Genelkurmay başkanı iken (12 Eylül öncesi), bir emir verdiğimde dört kuvvet komutanına veriyorum, onlar hiyerarşi içinde aşağıya iletiyor. Yönetim kolaylaşıyor. Cumhurbaşkanı olunca, yönetimde kopukluk gördüm. Türkiye’yi idari açıdan bölgelere ayırmayı düşündüm. Bunu Milli Güvenlik Konseyi’ndeki arkadaşlarla konuştum, onlar da kabul etti. Ancak, bazı bakanlar itiraz etti, sonra bu kararnameyi çıkardık, uygulama yeni hükümete kaldı. Özal da, kabul etmedi. Ben merkezdeki yoğunluğun azaltılmasından hareket ettim. Yoksa, etnik soruna çözüm arayışı asla değil.” Bugünkü konuşmaları da bu fikirlerinin tezahürü. Evren ile ilgili en ilginç değerlendirmeyi ise SHP Milletvekili iken 1992’de Bölge Parlamentolarının Kurulması Hakkındaki Kanun Teklifi’ni sunan Mahmut Alınak yapıyor. Halen DTP Kars İl Başkanlığı görevini yürüten Alınak, o dönem merkezî parlamentonun sorunların altından kalkamadığı düşüncesiyle bölge parlamentolarını önerdiğini iddia ediyor. Yerel parlamento kararlarının halk tarafından referanduma götürülmesi haklarını da içeren 7 bölge parlamentosu önermiş Alınak. Bugün düşünce özgürlüğü çerçevesinde Evren’e destek verilmesi taraftarı ama şu soruyu da sormadan edemiyor: “Anlaşılan o ki devletin derinliklerinde bölge valiliği, eyalet vs. konularıyla ilgili bir tartışma var. Evren devletin, bana göre derin devletin adamı. B planı olmadan konuşmayacak biri. Neden şimdi konuştu konusu da dikkate alınmalı.” Evren’in bölge valiliği teklifini reddeden ancak ‘federasyon bile tartışılır’ diyen Özal’ın kafasında eyalet, federasyon ve bölge valiliği konuları nasıl yer etmişti? Ölmeden ve öldükten sonra bu konularda neler yapıldı? Özal’a yakın isimlerden Gazeteci Cengiz Çandar, Hakkari’de askerî bir operasyonun ardından Van’da bir otel odasında konuşulanları yazdı. Çandar’a göre Özal kesinlikle federasyon yanlısı değildi. Federasyonun, Türkiye’nin idari geleneği ve mevcut yapısına uyacak gerçekçi ve yararlı bir uygulama olamayacağı düşüncesindeydi. Tartışmayı istemesi ise tamamen ‘neden olmayacağını’ herkesin görmesi fikrinden kaynaklanıyordu. Çandar, federasyonu reddedip tartışalım diyecek kadar cesur olan Özal’ın eyalet taraftarı olduğu hâlde bu konuda sustuğunu da hatırlatıyor. Özal, eyalet sistemi ile Kürt sorununun çözümünü, ‘adem-i merkeziyet’ yani yerinden yönetimi güçlendirmeyi irtibatlı düşünüyordu. Eyalet taraftarlığının kafasındaki başkanlık sistemine geçişle de alakası vardı. Merhum cumhurbaşkanı Özal’ın kardeşi Yusuf Bozkurt Özal ile Yeni Parti (YP) bünyesinde ‘eyalet sistemi’ üstünde çalışan Cumali Ünaldı, farklı bir modelden bahsediyor. Turgut Özal’ın vefatından sonra onun fikirlerini hayata geçirme niyetiyle YP’yi kuran Yusuf Bozkurt Özal ile Ünaldı, Türkiye’yi havzalarına göre eyaletlere ayırma projesi üstünde çalışmış. Yağış, tarım haritaları ve ekonomik yapıya uygun bu havzalar sisteminin Almanya ve ABD’de de uygulandığını anlatan Ünaldı, “Yerelden genele doğru bir idari yapılanma, vergi ve parlamenter sistemi de buna uygun hale getirmek için uzun süre bu proje üstünde çalıştık. Yusuf Bey’in kafasındakiler Özal’ın düşündükleriydi. Ve sonunda Türkiye’yi havzalarına göre 26 ayrı vilayet olarak ortaya koymamız gerektiğine karar verdik. Ancak bunu da hayata geçiremedik.” diyor. Ünaldı, Türkiye’nin 5 yıllık kalkınma planları çevre, tarım ve ekonomi ihtisas alanlarının da havza yapılanmasına göre şekillendiğine değiniyor. Yusuf Bozkurt Özal ile proje bitirilmiş olsaydı Türkiye, Gediz, Fırat, Dicle, Konya, Sakarya havzaları gibi 26 ayrı bölgesel yönetim modeli teklifini de tartışabilecekti. Özalların fikrini yakından bilen Ünaldı, Evren’in bugün ortaya attığı bölge valiliği fikrinin demokratik olmadığı ve zamanlaması itibariyle düşündürücü olduğu görüşünde: “Onun çıkışı ortalığı karıştırmaya matuf. Evren siyasal sivil yapıyı dejenere eden bir tartışma başlatmıştır. Art niyetli kimi kesimler bunu kullanıyorlar. Tartışmanın cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere bakan yüzü de var. Bu seçimler yönlendirilmek isteniyor.” COĞRAFYA KİTAPLARINDAKİ 7 BÖLGENİN SIRRI Türkiye’nin bölge, eyalet sistemi tartışmalarıyla ilgili gözden kaçırdığı bir nokta daha var. O da bugüne kadar coğrafya kitapları başta olmak üzere Türkiye’nin neden 7 bölgeye ayrıldığı konusu. Onun hikâyesi de İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı dönemine kadar uzanıyor. Haziran 1941’de Ankara’da toplanan Türkiye 1. Coğrafya Kongresi sonucunda yer şekilleri, iklim, bitki örtüsü, insan ilişkileri dikkate alınarak Türkiye 7 bölgeye ayrılmış. Siyasi veçhesi olmamakla birlikte bu ayrımdan sonra Türkiye’de eyalet, bölge valiliği, kimi kamu kuruluşlarının bölge müdürlükleri ve idari yapılanmaları ve tartışmaları bu sisteme göre şekillenmiş. Eski bakanlardan Hüsnü Doğan, eyalet tartışmalarına farklı bir açı kazandırıyor: “ABD, Almanya, gerekse diğer büyük ülkelerdeki eyalet sistemleri kurucu Meclis ve kurucuların iradelerine bağlıydı. Hiçbir devlet sonradan tartışılan yanıyla bundan yarar sağlayamamıştır.” Ankara’nın 10 gündür gündemini meşgul eden bölge valiliği ve eyalet tartışmaları konusunda son olarak dikkat çekilecek anekdotlardan biri de hükümetin yerel yönetimleri güçlendirmek için ortaya koyduğu yeni reform ve yasa hazırlıkları ile ilgili. Örneğin Köşk’ten dönen Yerel Yönetimler Yasası ile ilgili değişikliğin de önümüzdeki günlerde Evren Paşa’nın tartışmalarının içinde yer alacağından söz edenler var. Bir başka ilginç nokta ise Can Dündar’ın geçen hafta köşesinde bir Avrupa başkentindeyken davetlisi olduğu büyükelçinin ileri sürdüğü Kürt-Türk federasyonu ile ilgili tezi: “Bir yıl önce güzel bir Avrupa kentinde, Batı’da önemli görev yapan bir büyükelçiyle yemekteydik. Rezidanstaki sofrada diplomatlar ve akademisyenler ile eşlerinden oluşan 10 kişi vardı. Laf dönüp dolaşıp Kuzey Irak’a ve Kürt sorununa geldi. Büyükelçi, Öcalan yakalandıktan sonra Türkiye’nin soruna dair hiç adım atmayarak önemli bir fırsatı heba ettiğini söyledi. Ardından ‘Yarın orada bir Kürt devleti kurulursa Türkiye ne yapmalı?’ diye sordu. Kimisi acilen askerî müdahaleyi, kimisi kurulacak devlete hamiliği savundu. Büyükelçi, bu görüşleri dinledikten sonra, sofradakilerin samimiyetine güvenerek farazi bir senaryo attı ortaya: Kuzey Irak’taki Kürt devletiyle Türkiye, bir Kürt-Türk federasyonu kursa... Buna ne dersiniz? Sofradakiler donup kaldı. ‘Hangi temelde bir federasyon?’ diye sordu bir davetli. Büyükelçi daha da ilginç bir cevap verdi: ‘Petrol karşılığı deniz.’ Yani Kuzey Irak, Türkiye’ye petrol desteği verecek, Türkiye de Kuzey Irak’takilere denize çıkış sağlayacaktı. Konu tartışıldı... Öneri oylandı: 5’e 5 ortada kaldı.” Zaman gazetesi yazarı Tamer Korkmaz ise bambaşka bir noktaya dikkat çekiyor yazılarında: “Evren’in ‘Amerikan yapımı 12 Eylül’ün lideri olması, eyalet sistemi fikrinin arkasında ABD’nin olduğunu göstermez. Tersine, Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesi ABD’nin asla işine gelmeyen/aleyhine bir gelişmedir. Özal’ın Kuzey Irak planını boşa çıkarmaları bu yüzdendi. Zaten eyalet sistemi fikrinin yıllardır öcü gibi gösterilmesinin ardında ABD ile eklemlenmiş ‘içimizdeki İrlandalıları’ vardı.” Evren’in çıkışı ile başlayan tartışmalarda bazı emekli askerler çok sert cevaplar verdi. Kamuoyundaki genel kanaat ise askerin bu konuda sessizliğini koruduğu yönünde. Ancak Cumhuriyet gazetesinin 5 Mart tarihli nüshasında ‘Evren Projeleri’ başlığı ile manşetten verilen haber dikkatlerden kaçmamalı. Haberde 1981’de Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı’nca hazırlanan raporda halkın Ankara’ya güvenini kaybettiği belirtilerek 67 il merkezinde millet meclisi kurulması önerildiği anlatılıyor. Habere göre raporda Kıbrıs’ın dörde bölünerek Girne’nin Türkiye’ye, Baf’ın Yunanistan’a bağlanması, kalan topraklarda Türk-Rum Federe Devleti’nin kurulması bile istenmiş. Tümgeneral Mahmut Boğuşlu imzasıyla hazırlanan raporun ifadeleri de dudak uçuklatacak cinsten: “Türk’ün coğrafyasını, tarihini, müsamahasını Ortadoğu ve Balkan şartlarına göre yorumlayanlar öz benliklerini yitirme eşiğine gelmişlerdir. Milletin Ankara’ya güveni ciddi biçimde sarsılmıştır ve Türkiye’miz bugün tek merkezden idare edilebilme imkanını yitirme sınırına gelmiştir. Her il merkezi, teşrii, icrai ve kazai yetkileriyle teçhiz edilerek 67 il merkezimizde millet meclisleri kurulmalıdır. Yunanlılar eski Osmanlı vatandaşlarıdır. Yunanistan’la bir federasyon kurmalıyız. Kıbrıs dörde bölünüp Girne Türkiye’ye bağlanabilir, Baf’ı Yunanistan’a bırakabiliriz. İngiliz üsleri bir süre bu konumunu sürdürür, bunların dışında kalan topraklarda da federe bir devlet kurulur.” Başkentteki üst düzey bir diplomatın ifadesiyle, Genelkurmay belgeleri arasında yer alan raporun yayınlanması bile askerin sessiz sedasız da olsa konu üzerinde konuştuğunun göstergesi. Aynı isim son 3-4 ayda askerin doğrudan açıklamalarla değil, stratejik rapor ve belgeler ile kimi çevreler üzerinden konuştuğu iddiasını hatırlatıyor. Kenan Evren’in ‘bölge valilikleri kurmak istedik, Özal karşı çıktı’ sözleriyle başlayan eyalet tartışması başkentin ve devletin derinliklerini de sardı. Osmanlı’dan beri bölünme paranoyasının temelini teşkil eden eyalet tartışmaları devletin derinliklerinde sınır aşan federasyonlara kadar uzanan bir beyin jimnastiğinin başladığının işaretçisi. Görünen o ki devletin derinliklerinde Türkiye’nin idari yapılanması ile ilgili büyük faylarda kırılma tartışmaları var. Türkiye yakın gelecekte yepyeni konuları tartışmaya başlarsa kimse şaşırmayacak. Eski Bakan, ANAP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler: KONSEY SIKIYÖNETİMİ HER YERE YAYMAK İSTEMİŞTİ Mehmet Keçeciler, Milli Güvenlik Konseyi 71 numaralı KHK'yı oluşturduktan sonra bunun neden uygunsuz olduğunu Turgut Özal'a anlatan isimlerden biriydi. İdari reformların altyapısını hazırlayan Keçeciler, o günkü şartlarda bölge valiliğinin Türkiye'nin üstünde demokratik hakları kısıtlayıcı mahiyet taşıdığından reddedildiğini anlatıyor: "Özal yetkileri Ankara'nın çok fazla topladığını, vatandaşa yerinden hizmet verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bölge valiliklerinin ihdası değil, valilerin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Evren Paşa'nın teklifiyle getirilen sistemde bürokrasinin daha çok artacağını, hizmet süratinin azalacağını dile getirmiş ve itirazımız bunun üstüne kurulmuştu. Konsey kararnamelerinde bölge valilerine temel hak ve hürriyetleri kısıtlama, gözaltı sürecini uzatma, arama yapma, kapatma hatta yargılama gibi yetkiler verilerek demokratik olmayan müdahale imkanları doğuyordu. Biz sıkıyönetimden çıkmak istiyorduk, konsey de bu sisteme geçin sonra çıkın diyordu. Terör olayları nedeniyle 6 ayda bir uzatılan OHAL Bölge Valiliği'ni uygulamaya almak zorunda kaldık. Ama bunu Türkiye'ye şamil olmaktan kurtardık." Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Zühtü Arslan : BÖLÜNME KORKUSU TARİHSEL Eyalet tartışmaları ve korkuların temelinde tarihsel nedenler var. Osmanlı sürekli bölünmüş, dağılmış, parçalanmış dolayısıyla Osmanlıdan beri böyle bir dağılma korkusu var. Federal yapıların da böyle parçalı olduğu düşünülüyor yani federasyonun parçalanmaya götüreceği korkusu var. Mesela Kanuni Esasi'nin birinci maddesi var; Osmanlı'nın bölünmez bütünlüğü ile ilgili. 1982 Anayasasının 3. maddesi de Cumhuriyetin bölünmez bütünlüğüne vurgu yapılır. 1876'dan beri bu konuya hem devlet hem de Türk insanı soğuk bakmıştır. Çünkü bölünme korkusu var. Hâlbuki federal sistemler öyle sanıldığı gibi ülkeleri bölünmeye götürmemiştir. Federal devletler demokratik özgürlükçü devletler. Evren'in teklif ettiği şey federasyon falan değil. Federasyon Evren'in söylediğinin birkaç adım ötesi. Konular ifade özgürlüğü bağlamında tartışılmalı. Anayasa Mahkemesi'nin kararları var; federal sistem tartışılmalı diyen partiler kapatılmıştır. Örneğin 1982'de Doğu Perinçek'in Sosyalist Partisi vardı. Federal yapıyı öneriyordu. Anayasa Mahkemesi bu partiyi kapattı. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu: ÜNİTER YAPILARDA DOĞRU OLAN BAŞKANLIK SİSTEMİ Üniter yapıdaki ülkeler elbette ki eyalet tartışmalarını tedirginlikle karşılar. Almanya, Amerika örnekleri doğru örnekler değil. Onların federal yapıları kuruluşlarına dayanıyor. Onlarda var bizde neden olmasın demek bu açıdan çok yanlış. Vatandaşın federal yapının sonuçta müstakil devlete dönüşeceği kaygısı taşıması da normal. Tartışmaktan bile çekinilmesinin sebebi bu. Bu işin çözümü şu. Türkiye'de başkanlık modeline geçersin; merkezin yetkilerini başkan ve merkez yürütme organları kullanır. Mahalli idarelere yetkilerini geniş çaplı verirsin. Federal yapılanmaya gerek kalmadan işi bölgesinde çözecek bir formülü bulursun. İşin özü bu. Biz bu açıdan başkanlık sistemini bizzat parti olarak savunuyoruz. Programımızda bu var. Üniter yapılarda uygun olan başkanlık sistemine geçilmesi. Kenan Evren, bu kadar geniş bir ülke böyle yönetilmez, idari bölgelere ayırmak lazım diyor. Başkanlık sisteminde buna gerek kalmaz. Kamu reformu kanunu hazırladık. Ama Cumhurbaşkanından döndü. Ankara'nın yükünü hafifletecek, belediyeleri kuvvetlendirecek mahalli idarelere birtakım imkanlar sağlanacaktı. Taşranın işi taşrada çözülecekti. Güneydoğuda bir kısım hadiselerin, Kuzey Irak'ta bir kısım oluşumların olduğu bir dönemde bunların dillendirilmesi zamanlama olarak zaten doğru değil. SADİ SOMUNCUOĞLU: TARTIŞMA ABD VE AB'NİN İŞİNE GELİYOR Evren'in önce "bölge valiliği" sonra 'eyalet yönetimi'ne geçilmesini teklif etmesi, zamanlaması ve içeriği bakımından çok dikkat çekici. Bu açıklama BOP çerçevesinde değerlendirildiğinde, ABD, AB ve İsrail'e ciddi bir destek olarak görülebilir. Bu teklifle, Türk Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kastedenler cesaretlendirilmiş, bölücü iç ve dış mihraklar memnun edilmiştir. Tartışmaların böylesine hassas bir konuda yoğunlaşması, tahribatın yanında gündemi perdelemeye yarar. Dün kanlı düşman oldukları Evren, bugün Öcalan, Karayılan, Ahmet Türk ve benzerlerinin takdirini kazandığına göre, bunların ve bunları kullanan dış mihrakların işine yaradığı açık değil mi? 12 Eylül darbesini yapan Evren, "eyalet yönetimi" demekle, merkeziyetçiliği reddetmektedir. Merkeziyetçilikle ademi merkeziyetçilik birbirinin zıddıdır. Dolayısıyla üniter, yani siyasi otoritenin bir merkezde toplanması görüşü, eyalet sistemini kabul etmez. Otoritenin dağıtılması, özellikle bölünme tehdidi altındaki ülkeler için asla düşünülemez. Çünkü bölmek veya ortak olmak isteyen, bir anlamda merkezî otoriteye baş kaldırandır. Onun için resmî belgelerde de görüleceği gibi, ABD ve AB Türkiye'ye "eyalet sistemini-federasyonu" dayatmaktadır. BOP çerçevesinde, sınırları değiştirilecek ülkeler arasında Türkiye'nin bulunması, bunun yolunun ve adının da "demokratik-özgürlükçü siyasal çözüm" olması bundandır. CHP'nin Hukukçu Milletvekilli Orhan Erarslan: BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE EDERASYON TARTIŞMASININ FARKI YOK Federasyon fikrine kimse sıcak bakamaz. Bırakın Türk insanını dünyanın hiçbir yerinde etnik kökende bir ayrıma sıcak bakan bir millet bilmiyorum. ABD bir federasyon değil. O örnekler üzerinden gidemeyiz. Türkiye'de yapılmak istenen etnik temelde federasyondur. Bu gözyaşı, kıyım ve acı demektir. Bunlar ham, sorumsuz, Türkiye'yi parçalayıcı değerlendirmeler. Türkiye üniter devlettir, anayasa gayet açıktır. Bundan taviz verilemez. Başkanlık sistemi eşittir, federasyon. İkisi at başı gitmiştir. Başkanlık sistemini savunanlar örtülü olarak federasyonu istiyor. ABD modeline özeniyorlar. Bu, Türkiye için coğrafi, insani, sosyal ve milli bütünlük açısından bir yıkım olur. Fatih Uğur - Aksiyon
<< Önceki Haber Derin Eyalet Tartışması Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER