Gökler mi önce yer mi önce yaratıldı?

Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz'ın yazısı

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ 

“Bakara Suresinde  “O (Allah)  dur ki; arzın içinde bulunan her şeyi sizin için yarattı. Sonra iradesi semâya yönelip orayı da yedi gök halinde sağlamca nizama koydu. O herşeyi hakkıyla bilir.”  (2/29) buyuruluyor.
İşârâtü’l-İ’caz Tefsirinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri meseleyi genişçe ele alarak diyor ki: “Bu âyet, arzın semâdan önce yaratıldığına delâlet eder.  “Allah, semâyı direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı. Gecesini karanlık, gündüzünü parlak şekilde açığa çıkardı. Sonra da ARZI  döşeyip yerleşmeye hazırladı.”  (Nâzirat Suresi, 79/ 28-30)  âyetleri semânın yaratılışının arzdan önce olduğuna delâlet eder. “Semâ ve arz bitişik-beraber idi. Biz onları birbirinden ayırdık.”  (Enbiya Suresi, 21/30)  yeti ise, beraber yaratıldıklarına delâlet eder.  (…) 
“İkinci bir cevap: Kur’an’ın maksadı, yaratılış tarihi dersi vermek değildir. O, marifetullahı ders vermek için inmiştir. Bunda da iki makam vardır:
“Bir makamda NİMET,  LÜTUF  ve  MERHAMET’in beyanı, delilin (göz önünde) açık oluşu vardır. ARZ  bu makamda semadan önce gelir. 
“Diğer bir makamda ise,  AZAMET,  İZZET  ve  KUDRET  delilleri vardır, bunda da SEM V T  önce gelir.”
Risale-i Nurları Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Bey  anlatmıştı:  Acaba İslam dünyasında bilhassa  Arapça konuşulan yerlerde büyük âlimlere Risale-i Nurları  nasıl tanıtabiliriz diye düşünürken, İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin içinde geçen âyet, hadis, şiir ve büyüklerin ve meşhurların kelâmlarının kaynaklarını bularak bir TAHRİÇ  yapmak aklıma geldi. Çalışıp araştırarak bunu hazırladım. Bağdat Üniversitesinin bir tefsir profesörüne gidip takdim ettim. Bu zât meşhur bir âlim…  Üstadı sever. Ben de evinde misafir olurum…  Bana demesin mi?  ‘Yâ İhsan!..  Tamam Bediüzzaman büyük bir mücahid anladık ama mesele Kur’an’ın tefsiri!..’  (Yani demek istiyor ki:  Dinin dilini biz biliriz. Yani Türkiye’den birisi kalkacak günümüze göre bir tefsir yazacak! Böyle şey olmaz.  Yazılacaksa onu biz yazarız.)  Sen şimdi eğer bu araştırma ve çalışmayı Râzî Tefsiri üzerinde yapmış olsaydın, Fakültemizden sana bir doktorluk ünvanı bile verebilirdik…  Şimdi yani!..’  meâlinde sözler söyledi. Bu tavır karşısında benim çok canım sıkıldı ve kızarak ona:  ‘Araştırılmadan, okumadan bir eser hakkında verilen hüküm bâtıldır. Ben şimdi bunu sana isbat edeceğim…  Sen meşhur bir tefsir âlimisin… Sana bir oryantalist gelse ve dese ki: Kur’an’da bir konuda üç ayrı âyet var. Birine göre yer, göklerden önce yaratılmış. Başka bir âyete göre gökler yerden önce yaratılmış. Üçüncü bir âyete göre yer-gök bir imiş, sonra birbirinden ayrılmış… Şimdi bu üç  âyetin tevfiki nasıl yapılır? Gerçeğe uygunluğunu bana anlatabilir misin?’  dedim. Durdu, düşündü, düşündü, bir türlü işin içinden çıkamadı. Bana ‘Şeyh ne diyor?’  dedi. Ben de ‘Ne dediği işte burada yazılı…  İnceler öğrenirsin!’ dedim ve kapıyı çarpıp çıktım.
Bir hafta sonra aradı… İnsaflıymış. Özür diledi. “Haklıymışsın. Bu nasıl bir tefsir böyle!..  Ben başına bir TAKRİZ  de yazacağım.” dedi.
* * *
“Meleklere ‘ dem için secde edin demiştik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara Suresi, 2/34)
Bu olayı Yirminci Söz’ün Birinci Makam, Birinci Nükte’sinde ele alan  Üstad Bediüzzaman diyor ki: “Kur’an-ı Hakîm’de çok cüz’î hadiseler vardır ki, her birisinin arkasında küllî bir düstur saklanmıştır; umumî bir kanunun ucu olarak gösterilmektedir. (Yani denizi bir ibrikte gösterircesine)  (…)  Melâikelerin  dem’e secdesiyle beraber, şeytanın secde etmemesi, gaybî ve cüzî bir hadisedir ama pek geniş küllî ve görünen bir düsturun ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikati de hissettiriyor. Şöyle ki, Kur’an,  dem’in şahsına melâikelerin itaat edip boyun eğmesini, şeytanın kibirlenip secde etmemesini zikretmesiyle; insanlara, kainatın çoğu maddî türleri ve onların mânevî temsilcileri ve müekkel (vazifeli) melekleri emre âmâde olduklarını, nev-i beşerin duygu ve organlarının bütün istifadelerine hazır boyun eğmiş olduklarını bildirmekle beraber… İnsanların istidad ve kabiliyetlerini bozan ve yanlış yollara sevk eden şerli maddeler ile onların temsilcileri olan şeytanların, insanlığın kemâle ulaşma yolunda ne büyük bir engel, ve ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ediyor. Yani Ku’an bir tek  dem’le cüz’î hadiseyi konuşurken bütün kainatla ve bütün insanlarla ulvî bir konuşmada bulunuyor.”
* * *
“Ve dedik ki  ‘ dem! Eşinle birlikte Cennet’e yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yeyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” (2/35)  Kur’an üslubu edep ve âdâba uygun bir ifade tarzı kullanır. Ağaç şecere, insanın aslını, neslini ve nesebini de ifade eder. Yani soy ağacı demektir. Onun için üstü kapalı bir cinsellik ifadesi vardır. Hz. Mevlana Celaleddin’in ifadesiyle şeytan insana şehvet verildiğini duyunca sanki zil takıp oynamıştır. O boşluktan girip insanları yanlış yollara sevketmek imkânı vardır:
“Şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için VESVESE  verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu:  ‘Rabbiniz size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir’  diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti. Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O şecerenin zevkini karşılıklı tadar  tadmaz, edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal bulundukları yerdeki  Cennet yaprakları ile edep yerlerini örtmeye başladılar. (Bir nevi oruç iftarını vaktinden evvel açmış gibiydiler.)  Onların Rabbi ise nidâ edip buyurdu: ‘Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi?  Ben şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?”  (A’raf  Suresi, 7/20-22) 
Şeytan kibirlenip, “Beni ateşten,  dem’i topraktan yarattın. Ateş topraktan üstündür.”  diyerek felsefe yaptı. Bu yüzden ilk felsefeci diyebiliriz. Ama sistemi yanlıştı. Çünkü tevazuyu temsil eden ve milyarlarca bitkiye saksılık eden toprak, elbette kibri temsil eden yakıp yok eden  ateşten üstündür. Fakat şeytan gerçeği takla attırarak ateşi topraktan üstün tutma ahmaklığını gösteriyordu. Hatta bazı kibirli insanlar şeytanın kandırmasıyla “Biz ateşin çocuklarıyız” diyebiliyorlar. Belki de İran’daki ateşe tapma da bu anlayıştan gelen insanların uydurdukları bir inanç olabilir…
<< Önceki Haber Gökler mi önce yer mi önce yaratıldı? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER