'İstifa edeceğiz dediler, kabul edilmedi'

Ülke gündeminin bir anda değiştiği o günü unutamıyor: Çok zor bir karar verdik

'İstifa edeceğiz dediler, kabul edilmedi'

DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin Maliye Bakanı Sümer Oral, Anayasa kitapçığının fırlatıldığı 19 Şubat 2001 gününü unutamıyor. Sümer, krizin çıktığı ilk günün akşamı İstanbul'da G-20 ülkelerinin maliye bakan yardımcıları ve merkez bankası guvernörleriyle yaptığı toplantıyı şöyle anlatıyor: "Yuvarlak masadaki AB maliye bakan yardımcıları durumun vahametinin farkındaydı. Yemek 22.30'da bitti. Ben 23.00 uçağı ile Ankara'ya geldim. Ancak o akşam yemek mi beni yedi, ben mi yemeği yedim anlayamadım." 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti, ekonomiyi toparlamak için Uluslararası Para Fonu (IMF) yapılan stand-by çerçevesinde enflasyonla mücadele programını başlattı. Hedef, yıllardır çift haneli seyreden enflasyonu üç yılda tek haneye indirmekti. Bu amaçla sabit kur uygulamasına geçilirken, bir dizi reformun yapılması öngörüldü. Bu zor dönemde ekonomi yönetiminin başında bulunan dönemin Maliye Bakanı Sümer Oral, bu sürecin 19 Şubat kriziyle noktalanmasına gerekçe olarak reformların sürmemesini, kararlaştırılan tedbirlerin alınamamasını ve piyasalarda güvenin zarar görmesini gösteriyor. Kriz sürecini Zaman'a değerlendiren Oral, 1999'da işbaşına gelen koalisyon hükümetinin günlük güneşlik bir ekonomi devralmadığını belirtiyor. Kamu finansmanının içinden çıkılmaz bir halde olduğunu, gelir ve gider arasında ahenk bulunmadığını dile getiriyor. Oral, bütçesi borç sarmalında, finans kesimi sıkıntılı, kamu bankalarının açıkları fazla bir ekonomi devraldıklarını vurguluyor: "Tedbir alınması zorunlu idi. 1999'daki tabloyu hükümet gördü. Kamu maliyesini sağlıklı hale getirmek için yeni bir program yapılması lazımdı. Program acı bir reçete idi. Programı hazırlarken o günkü hükümet bunu göze aldı. 'Siyaseten faturası olacaksa da buna katlanırız' dendi. Hedefimiz faizi aşağı çekip enflasyonu düşürmekti." 2001 krizini, 'bütçe kaynaklı olmayan finans krizi' olarak nitelendiren Oral, 1997 yılında Asya krizi, 1999'da ise Rusya Krizi olduğunu kaydediyor. Kasım 2000'de Türk bankacılık sisteminde sarsıntı meydana geldiğini aktaran Oral, bankalara aşırı döviz talebi geldiğini belirtiyor. Hükümetin uygulamaya koyduğu programda döviz kurunun serbest olmadığını dile getiren Oral, o dönemdeki sarsıntıyı şöyle anlatıyor: "Kur sabit olarak tespit edilmişti. Sebebi de enflasyonu üç yılda tek haneye düşürmekti. Sabit kurda da bant sistemi tatbik edildi. Programın öngördüğü reformlar vardı. 2000 başında Bankacılık Kanunu'nda düzenleme yapıldı. Kamu bankalarının açıklarını giderecek kaynaklar bulundu. Görev zararlarına son verildi. 2000'in sonlarına doğru reform takvimlerinde gerileme oldu. Başarının devamı, piyasadaki güven için şarttı. Programda öngörülen tüm tedbirler alınmalıydı. Ancak bir miktar aksama olunca, güven zedelendi ve Kasım 2000'de sarsıntı oldu." Kasım 2000'de meydana gelen sarsıntının ardından IMF yetkililerinin Türkiye'ye geldiğini aktaran dönemin Maliye Bakanı Oral, kuyumcu hassasiyetiyle işin yürütülmesi gerekirken aksaklık ortaya çıktığını dile getiriyor. Hükümetin bu süreçte en çok korktuğu ise zaten bıçak sırtında olan ekonomiyi olumsuz etkileyecek fevkalade bir gelişmenin yaşanmasıydı. Korkulan, 19 Şubat 2001'deki MGK toplantısında gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması, ülke gündemine bomba gibi düştü. Sümer Oral, "19 Şubat'taki toplantının dışarıya sızması korktuğumuzu başımıza getirdi. Piyasa bunu olumsuz olarak algıladı. Aşırı döviz talebi ortaya çıktı. Hükümet uzun bir toplantıdan sonra dalgalı kura geçilmesi kararı aldı. 21 Şubat sabaha karşı 03.00'te karar açıklandı." diyor. Oral dalgalı kura geçildiği geceyi unutamıyor: "Toplantı öğleden sonra başlamıştı. 2-3 dakikalık lavaboya gitme haricinde dışarı çıkmadım. Çok zor bir karar verdik. Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp ile Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel gece 'istifa edeceğiz' dediler. Ancak orada kabul edilmedi." Ekonominin başındaki bakan olarak Oral, 19 Şubat'ta zor saatler geçirmiş. Oral, krizin çıktığı ilk günün akşamı İstanbul'da yapılan G-20 ülkelerinin Maliye Bakan Yardımcıları ve Merkez Bankası Guvernörleri toplantısını anlatırken, sıkıntıyı bir kez daha yaşıyor: "O gece İstanbul'da akşam yemeği verecektim. Köşk'te yaşananların ardından Bakanlar Kurulu toplandı. Ben mecburen toplantının bir kısmına katılıp İstanbul'a gittim. Feriye Lokantası'nda yemek verdim. Yuvarlak masa toplantısında AB maliye bakan yardımcıları durumun vahametinin farkındaydı. Ancak kimse de yemeğin tadını kaçırmak istemiyordu. Yemek 22.30'da bitti. Ben 23.00 uçağı ile Ankara'ya geldim. Ancak o akşam yemek mi beni yedi, ben mi yemeği yedim anlayamadım." Kemal Derviş'in görevi bir iki günde değişti Eski Maliye Bakanı Sümer Oral, krizin ardından Başbakan Bülent Ecevit tarafından Türkiye'ye davet edilen Dünya Bankası başkan yardımcılarından Kemal Derviş'in Merkez Bankası guvernörü veya Hazine müsteşarı olarak geleceğinin ifade edildiğini belirtti. Oral, "Ancak bir iki günde bu karar değişti. Siyasi ağırlığı olsun diye Hazine'den sorumlu bakan olarak gelmesinde mutabakat oluştu." diyor. 2001'deki hatalar tekrarlanmadığı için küresel krizden az etkilendik 2001 krizi ekonomiyi her alanda derinden etkilerken, adından en çok söz ettiren sektör ise bankacılık oldu. Birçok bankaya el konulurken, bazı patronlar, bankaların içini boşalttıkları gerekçesiyle tutuklandı. Bankalara el koyan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, "Eğer kriz çıkmasaydı Türk bankacılık sektörü bugün hangi noktada olurdu?" sorusunun cevabının zor olduğunu söylüyor. 1994-2003 yılları arasında TMSF'ye devredilen banka sayısının 25'e yükseldiğine işaret eden Bilgin, 1994-2009 döneminde Fon bankalarına Hazine'den borçlanılmak suretiyle toplamda 30,2 milyar dolarlık kaynak aktarımı yapıldığını belirtiyor. Bilgin, 2001 krizinin, hem bankacılık sektörü hem Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktası olduğu görüşünde: "O dönemde yaşanan kriz, ertelenen reformların gerçekleştirilmesi, sistemi bozan zayıf bankaların sistem dışına çıkarılması, sorunlarla yüzleşilmesi için gerekli kararların alınabilmesinde motive edici bir faktör olmuştur." Bilgin, 2001'de Türkiye'de yaşanan krizde olduğu gibi, özellikle gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen krizlerde, yerli ve yabancı tüm yatırımcıların beklenti ve kararlarındaki ani değişimler sonucu yüksek sermaye çıkışları olduğuna işaret ediyor. Bu krizlerin yönetimi hem para hem de maliye politikalarında oldukça hızlı ve kararlı önlemlerin alınmasını gerektiriyor. Türkiye'nin yaşadığı kriz tecrübesinin önemine vurgu yapan Bilgin, "Bugün yaşanan küresel krizin Türkiye finans sektörü üzerindeki etkilerinin sınırlı kalmasının ve özellikle bankacılık sektörünün mali yapısında ciddi bir bozulma görülmemesinin en önemli sebeplerinden biri, 2001 krizinden sonra getirilen yeni düzenlemelerdir." değerlendirmesinde bulunuyor. Devalüasyondan önce parasını dövize yatıran Merkez Bankası başkanı 2001 krizinin ardından en çok tartışılan konulardan biri de dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'in, devalüasyon öncesinde kişisel hesabındaki 55 bin lirayı dolara çevirdiği ve bankalara 5 milyar dolarlık döviz satışı yaptığının ortaya çıkmasıydı. Hakkında 'görevi kötüye kullanmak'tan dava açılan Erçel, 2005 yılında suçlu bulundu. 4,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Erçel, 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, Erçel'in cezasını bin 536 lira adli para cezasına çevirdi. Ayrıca 2 ay 27 gün memuriyetten men edilmesine karar verildi. Mart 2006'da ise Erçel ile ilgili Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararı açıklandı. Kararda, Erçel'in dalgalı kura geçildiği dönemde, çalışma saatleri dışında döviz satmak ve şahsi hesabındaki Türk parasını vadesinden önce bozdurup dövize çevirmek suretiyle 'görevdeki yetkiyi kötüye kullanma' suçunu işlediğinin anlaşıldığı belirtildi. Temmuz 2007'de ise Yargıtay 4. Ceza Dairesi, ilgili davada, Erçel'e verilen hapis cezasının para cezasına çevrilmesi kararını onadı. Erçel'in kararın bozulması yönündeki talebini reddeden mahkeme, söz konusu eylemle 'görevi kötüye kullanma' suçunun işlendiğine hükmetti. Siyasetle finansın iç içe geçmesi en büyük hataydı Krize 81. sırada küçük bir banka olarak giren Denizbank, süreci iyi yöneten bankalardan oldu. İflas eden bankaların binlerce şubesi bitpazarına düşünce, ikinci el eşya fiyatına satınalmalar gerçekleştirdi. Denizbank Finansal Hizmetler Grup Başkanı Hakan Ateş, o zamanı "BDDK ve TMSF aynı bünyedeydi. Bir taraftan Fon'dan bankayı alıyorduk, diğer taraftan BDDK 'siz çok büyüdünüz' diyordu. Öyle bir çelişkiyle 50'nin üzerinde şube aldık ama yine de rezervliydik." sözleriyle anlatıyor. "Şimdiki aklım olsa daha mücadeleci olurduk." diyen Ateş, 5-6 bin dolara şube aldıklarını, kendi sistemlerinin entegrasyonuyla 10 bin doları geçmediğini belirtiyor. Bugün ise bir şube açmanın maliyeti 500 bin doların üzerinde. Ateş, aldıkları şubelerde personelin yüzde 90'ını koruduklarını vurguluyor. Çalışan sayısı 1.000 olan Denizbank, yeni katılanlarla 4 bin kişiyi bulmuş. Ateş'in dikkat çektiği bir diğer yanlışlık da 90'lı yıllarda siyaset ile finansın iç içe geçmesi. Böyle durumlarda işin sonu her zaman kötüye varıyor. Diğer ülkelerde benzer durumlar yaşandığında ölümlere şahit olunduğuna dikkat çeken Ateş, tecrübelerini şöyle aktarıyor: "Bankacı ve Vatikan ilişkileri sonucunda kaç adamın nerelerde asılı bulunduğunu gazetelerde okuduk. Rusya'da Garanti Bankası kurmaya gittiğimde 66 işadamı öldürülmüştü o dönemde. Bunun 3'te 2'si banka genel müdürüydü." Ateş, Türkiye'de de murakıp raporlarının savcılıkta siyasi ilişkiler kullanılarak aylarca, hatta yıllarca sümen altında tutulduğunu kaydediyor. Hakan Ateş, en büyük hatanın en başta yapıldığı inancında: "Herkesi suçlamak doğru olmaz. Ancak iyi niyetle yapılsa bile heveslenen herkesi bankacılık yapabilir konuma getirdik." Bilgin, 2001 krizinin bankacılık sektörünün gelişimine olumsuz etkisinin tartışılmaz olduğunu kaydediyor. TMSF'ye devredilen bankalarla İmar Bankası hariç 39 bin 410 personel devralınırken, 10 bin 337 personelin de istihdamı korunarak yeni bankalarda çalışması sağlandı. "Bankaların Fon'a devirlerini sadece krizlerle bağlantılamak doğru olmaz." diyen Bilgin, her bankanın Fon'a devrinde, bu bankaların kendilerine özgü durumlarının göz önünde bulundurulması gerektiği görüşünde. Bankaların mali yapılarındaki süregelen zayıflıkların krizle birlikte sürdürülemez duruma gelmesi Fon'a devirlerinde belirleyici olabiliyor. 1 yıllık kredi bulmakta bile zorlanıyorduk Yurtbay Seramik Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Yurtbay, krizde karşı karşıya bulunduğu durumu "O dönem 1 yıllık kredi bile bulamıyorduk." sözleriyle özetliyor. İşadamı, ürettiği tuğlaları taşıyacak kamyon bulmakta dahi zorlanmış. "Son 8 yılda Türkiye'de çok ciddi gelişmeler oldu." diyor. Sadece Şubat-Mart 2001'deki birkaç hadise Yurtbay'ın bankalarla ilgili görüşlerini destekliyor. 24 Şubat'ta kredi kartı borçlarını geciktirenlerin aylık yüzde 60 faiz ödeyeceği açıklanmış. Toprakbank kredi kartı olanların yıllık bileşik yüzde 17 bin 592 faiz ödemek zorunda olduğu açıklanmıştı. Kredi kartına nakit çekimler durmuş, bir aylık mevduata uygulanan faiz oranları yüzde 110'a çıkmıştı. 17-18 günlük kırık vadedeki faiz yüzde 230'a ulaşmıştı. Dönemin Halkbank Genel Müdürü Yenal Ansen, sanayi, ticari, fon, kooperatif, bankacılık kartları ve bireysel kredilere uygulanacak gecikme-temerrüt faizlerini yüzde 1.000'e çıkardıklarını duyurmuştu. Bankaların hepsi tüketicilere verdiği krediyi dondurmuştu. Birçok banka, kredi kartlarından ve müşterileri için açtığı kredi hesaplarından para çekimini durdurmuştu. ZAMAN
<< Önceki Haber 'İstifa edeceğiz dediler, kabul edilmedi' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER