Doğuya yeni yatırım modeli

Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaretiyle gündemin ilk sırasına yerleşen doğunun hastalığı geri kalmışlık. Reçete ise devlet - sivil toplum işbirliğiyle kalkınma seferberliği başlatmak.

Doğuya yeni yatırım modeli

22 Temmuz’da yapılan genel seçimlerde sandıktan çıkan en önemli sonuçlardan biri, AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da elde ettiği zaferdi. Yıllardır, “etnik” siyaset yapan ve terör örgütü PKK ile aynı tabana hitap ettiklerini söyleyen bir partinin tulum çıkardığı bölgede, bir merkez partisi ikinci kez önemli bir başarı elde etti. Şüphesiz bu başarının altında AK Parti hükümetinin son 4,5 yılda yapmış olduğu icraatlar var. Zaten halk da söz konusu reform ve hizmetlerden memnun olduğunu verdiği oylarla gösterdi. Geçtiğimiz hafta ilk ziyaretini Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gösterilen teveccüh de bölgedeki değişim dinamiğinin bir belirtisi aslında. Yıllardır kronikleşmiş problemlerle boğuşan, üstüne üstlük ‘bölücü oldukları veya bölücülere destek verdikleri’ kuşkusundan bir türlü kurtulamayan yöre insanının, Cumhurbaşkanı Gül’ün nezdinde devletiyle kucaklaşması gelecek adına umut verici. Bu umudu devam ettirebilmenin yolu ise devlet desteği kadar sivil toplum desteğine de bağlı… Bu konuda sessiz sedasız çalışma yapanlardan biri Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu. Kısaca TUSKON olarak bilinen konfederasyon, Doğu Anadolu’nun kalkınması için yaklaşık bir yıldır çalışıyor. Hedef, bölgede bir sosyo-ekonomik kalkınma seferberliği başlatmak. Bu amaçla bölgedeki bütün üye dernekler harekete geçmiş durumda. Bölgenin önde gelen işadamları ve sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapılıyor, yörenin avantajları ve dezavantajları masaya yatırılarak ne tür projelerin hayata geçirilebileceği tartışılıyor. TUSKON’un amacı hem bölgenin iç dinamiklerini harekete geçirmek hem de Türkiye’nin önde gelen sanayici ve işadamlarını doğuda yatırım yapmaları için teşvik etmek. Yani, cazip yatırım imkânları için bölge dışından işadamlarını davet ve onlara doğu illerinde de para kazanabileceklerini ispat etmek. TEŞHİS BELLİ, TEDAVİ EKSİK Bu tür istişare amaçlı toplantılar son bir yılda bölgenin değişik şehirlerinde yapıldı. Geçtiğimiz nisan ayında Muş’ta gerçekleştirilen toplantıda problemler kadar çözüm yolları da konuşuldu. Katılımcılara hazırladıkları raporu sunan Muş Aktif Sanayici ve İş Adamları Derneği (MAKSAD) Başkanı İnan Kaynak, doğunun makûs talihini değiştirmeye kararlı olduklarını söylüyor. Toplantıya Erzurum’dan katılan Doğu Anadolu Sanayici ve İşadamları Federasyonu (DASİDEF) Başkanı Haluk Urvasızoğlu da ona şu sözleriyle destek veriyor: “Herkes doğudaki problemi biliyor, teşhisler doğru. Ama icraata gelince kimse kalmıyor meydanda. Önemli olan, harekete geçmek.” Yıllardır “Doğu nasıl kalkınır?” sorusunun cevabını arayan toplantılar düzenli olarak yapılıyor aslında. Ancak, problemleri teşhis eden bu toplantılardan sonra tedavi yöntemleri bir türlü hayata geçirilemiyor. Bu da yöre halkında bir umutsuzluk meydana getiriyor. Bu gerçeğin farkında olan TUSKON’un öncelikli hedefi bu psikolojik eşiği de aşmak. Bu sebeple TUSKON’a bağlı DASİDEF üyesi derneklerin yürüttüğü çalışmalarda, her ilin yatırım haritası çıkarılıyor, sorunları çözüm önerileriyle birlikte ele alan dosyalar hazırlanıyor. Hazırlanan raporları Türkiye’nin kalkınmış bölgelerindeki kardeş derneklerle paylaşacak olan doğulu işadamları, cazip yatırım sahalarında batıdaki girişimcilerle işbirliği yapmak, ortaklıklar kurmak istiyor. Doğudaki en temel problemlerden biri sermaye yetersizliği çünkü... Erzurum Genç İşadamları Derneği (ERGİAD) Başkanı Necmettin İşcan’a göre TUSKON’un doğuya yönelik hamlesi, sonuçsuz kalan vaatlerden bıkan bölge halkını sırf bu sebeple heyecanlandırıyor. Yatırımları gerçekleştirmek için batıdaki şirketlerle ortaklık yapma ve bölgeye sermaye transferinin amaçlanması, çalışmayı daha rasyonel hâle getiren en önemli faktör. Nitekim TUSKON Başkanı Rızanur Meral de bu noktaya dikkat çekiyor: “Doğunun problemlerinin hayata geçmeyen raporlarla, akademik toplantılarla veya bürokratik organizasyonlarla çözülemeyeceğini gördük. Doğuyu kalkındırmanın yolu yatırımcıları oraya çekebilmekten geçiyor. İşadamı bilmediği yere yatırım yapmak istemiyor. O bakımdan ilk hedefimiz ülkenin diğer bölgelerindeki iş dünyasını doğu ile tanıştırmak.” Madem mesele, yatırımcıyı oraya götürebilmek, öncelikle hangi alanlarda bölgenin cazip bir yatırım sahası olduğuna bakmak gerekiyor. Et ve süt besiciliği, süt ve süt ürünleri işletmeciliği Doğu Anadolu’nun neredeyse tamamında kalkınmanın en önemli lokomotifi durumunda. Burada yapılması gereken en önemli husus şu: Hayvancılığı modern usullerle yapmak, gerekli tesisleri kurduktan sonra özellikle süt ürünlerini işleyerek pazara sunmak. Örneğin, sütün pazardaki fiyatı 50-60 kuruşu geçmezken, doğuya özgü gravyer peynirinin satış fiyatı 20 lirayı aşıyor; doğuda geçerli olan bu fiyat, İstanbul’da 35 liraya ulaşıyor. Erzurum’un ünlü civil peynirinin satış fiyatı da 6-10 lira arasında değişiyor. Kendi tesislerinde bu peyniri üretip satan işadamı Nihat Arslan, pazar sorunu olmadığını; ancak hammadde bulmakta zorlandığını söylüyor. Aslında meselenin özü tam da burası. Doğunun bir yerinde, işlenemeyen ve pazarlanamayan hammadde problemi varken, diğer tarafında ise tesisi ve pazarı olan girişimci hammadde temin etmekte zorlanıyor. Aynı coğrafyada üretici ile girişimci birbirini bulamıyor. DASİDEF Başkanı Haluk Urvasızoğlu bu noktada hemşerilerine bir taahhütte bulunuyor: “Batıdan kardeş dernekleri getireceğiz. Çaplı işadamları birikimlerini ve pazarlarını sizlerle paylaşmaya hazır.” Şüphesiz bölgede faaliyet gösteren işadamları, geri kalmışlıkta diğer faktörler kadar kendi eksikliklerinin de rolü olduğunun farkındalar. Çözüm umutlarını besleyen de bu farkındalık aslında. Haluk Urvasızoğlu, Doğu Anadolu’daki ekonominin ‘devlet’ kaynaklı olduğunu belirterek, “Bize kimse balık vermesin, verirse de kabul etmeyelim. Artık seçimden seçime balık alma dönemini geride bırakmalıyız.” görüşünü savunuyor. ENGELLER SANAL, BAHANELER GERÇEK! Erzurumlu işadamı Mustafa Yıldız da aynı kanaatte. “Biz hep mazeret üretiyoruz.” diyor Yıldız: “Hep umutsuzlukla yola çıkmışız; ama ne yapabiliriz diye bakmamışız. Üzerimize düşeni yaptık da mı konuşuyoruz? Erzurum’da kara hep zulüm olarak bakılır; ama nimet boyutu göz ardı edilir. Çok şikâyet ettiğimiz kar bize Universiad oyunlarını getirdi. Kolektif şuur eksikliği var. 10 kişi bir araya gelse ciddi yatırım yapılır. Hâlâ babadan kalma usullerle ticaret yapıyoruz, risk almıyoruz. Bu açıdan bakıldığında sayılan engellerin hiçbiri gerçek engel değil.” İşadamı Yıldız’ın ‘engeller’ diye bahsettiği, doğudaki her toplantıda öne sürülen geri kalmışlık mazeretlerinden başka bir şey değil: İklim şartlarının ağırlığı, dışarıdan yatırım gelmediği gibi biraz palazlanan girişimcilerin işlerini batı illerine taşıma gayreti, devletin doğu için özel kalkınma önlemleri almaması, teşvik sorunları… Erzurumlu işadamının dediği gibi, bölgede dezavantaj gibi görünen özelliklerin birçoğunu avantaja çevirmek mümkün. Erzurum’un iklim şartları, Palandöken’i çok daha büyük bir turizm merkezi yapmak için fırsat sunuyor aslında. Yine, bölgenin yüksek rakımı tarımdaki verimliliği düşürüyor; ama buna karşılık daha kaliteli ve dayanıklı tarım ürünleri doğal yöntemlerle elde edilebiliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Halk Ekmek şirketinin, organik buğday ekmeği hammaddesini Erzurum’dan temin etmesi bir tesadüf değil. Henüz kimyasallarla bozulmamış Doğu Anadolu toprakları, günümüzün yükselen trendi organik tarım için son derece elverişli. ÜNİVERSİTE İLE YÜKSELEN DOĞU Özel teşebbüsün olmadığı yerde, ticarî hayatın canlanmasında kamu kuruluşlarının rolü büyük. Üniversiteler kadar, askerî birlikler de doğu ekonomisi için hayati öneme sahip. Bu gerçeklerden hareket eden DASİDEF, hükümetin bölgede yeni üniversite kurma politikasını destekliyor. Hatta bu konuda bakanlar kurulu karar almadan önce kendi önerilerini hükümete sunduklarını belirtiyor, Başkan Haluk Urvasızoğlu. Kısacası doğuda üniversite kurmak, sadece eğitime yatırım yapmak anlamına gelmiyor; meselenin ekonomik, sosyal ve kültürel boyutu da bir o kadar önemli. Üniversitenin doğu için önemini daha iyi anlamak için, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin projelerinin sadece bir kısmına bakmak yeterli. Hükümetin başlattığı, Sosyal Riski Azaltma Projesi kapsamında Erzurum’da önemli dört çalışma hayata geçirilmiş bugüne kadar. Dünya Bankası’nın da desteklediği projelerin amacı, hiçbir sosyal güvencesi olmayan vasıfsız işsizleri istihdama kazandırmak. Üniversitenin halkla temasını güçlendirmek ve bilimi hayatın içine sokmak gibi önemli yan sonuçları da olan projeler şunlar: Kaynakçılık, çocuk ve hasta bakıcılığı (profesyonel bakım hizmeti), yalıtım ustası ve doğalgaz teknisyeni yetiştirme kursu… Bu dört ana başlığın en önemli özelliği, yöresel öneme sahip olmaları. Hepsi bölgenin ihtiyaçlarına uygun iş kolları. Projede alınan mesafe etkileyici. 4 yılda, bu dört alanda açılan kurslarda 400 kişi eğitim almış ve kursiyerlerin 300’ü iş bulmuş. Projelerin yürütülmesinde ciddi emekleri bulunan Pasinler Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Hanifi Saraç, gelinen noktayı şöyle özetliyor: “Daha önce bu insanların hiçbir vasfı yokken şimdi istihdama katılmış oldular. En kötüsü de bu gençlerin suça karışma potansiyelidir. Proje bunu önlediği gibi, bu çocukların başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere göçünü de engelliyor.” KALKINMANIN YOLU, BİLİMİ TİCARİLEŞTİRMEK Prof. Saraç, doğunun kalkınmasında büyük önemi bulunan teori ile pratiğin buluşmasına zemin hazırlayacak bir başka programa daha dikkati çekiyor: ÜSAMP, yani Üniversite-Sanayi Ortak Araştırma Programı. TÜBİTAK’ın desteklediği programın amacı, sanayicinin Ar-Ge personeli ihtiyacını üniversitelerin desteğiyle karşılamak. Türkiye’nin farklı bölgelerinde bu programdan somut sonuçlar alınmış. Prof. Saraç ÜSAMP’ın, doğu vilayetlerinde hayvansal üretimin geliştirilmesi ve pazarlanmasında önemli katkılar sağlayabileceğini düşünüyor. TUSKON’un doğuya yönelik kalkınma hamlesini de değerlendiren Prof. Saraç, yapılan çalışmaların başarıya ulaşması için önemli iki teklifte bulunuyor. Bunlardan birincisi, doğuya yatırım yapacak işadamlarının bölgeden iş ortakları bulması. Çünkü doğunun kendine özgü şartları var ve bunları bilen insanlarla çalışmak başarı için önemli. İkincisi ise bu gibi geri kalmış bölgelerde yapılacak yatırımlar için bilimsel destek alınması, yani üniversitelerle ortak çalışma. Ona göre sanayici doğuya yatırım yaparken bilimi atlıyor: “Fikir bazında, proje safhasında ve uygulama aşamasında üniversitelerin birikimini kullanmak lâzım. TUSKON üyeleri bunu dikkate almalı. Bilimle sanayii barıştıramazsak, uzun vadede kârlı yatırım oluşturamayız; bilimsel çalışmaları da ticarileştiremezsek bölgeyi kalkındıramayız.” POZİTİF AYRIMCILIK SÖZDE KALIYOR Doğu illerini etkileyen sorunlardan biri de, KOSGEB’in KOBİ kredileri ve diğer bölgesel nitelikli kamu kredi kuruluşları desteklerinin, bölgesel gelişmişlik farkları dikkate alınmadan planlanması. Durum böyle olunca Doğu Anadolu, bu gibi kamu desteklerinden gerektiği gibi faydalanamıyor. Doğudaki yatırımcı kredi için istenen ipoteği göstermekte zorlanıyor. Çünkü diğer bölgelerle kıyaslandığında Doğu Anadolu’daki gayrimenkullerin değeri daha düşük. Bu sebeple doğulu işadamlarının beklentisi, bölgelere yönelik KOSGEB ve diğer kuruluş uygulamalarında, en az iki yılı ödemesiz, 5-10 yıl vadeli kredilerin verilmesi. Bunun yanında gayrimenkul ipoteği kadar, işletme rehinlerinin de kabul edilmesini istiyorlar. Yatırım kredilerinde faiz oranının yüzde 10’dan yüzde 5’e çekilmesi ve makine teçhizatta destek miktarının yüzde 60’dan yüzde 80’e çıkarılması da diğer beklentiler. Doğuda çözüm önerisi olarak ilk dile getirilmesi gereken hususlardan biri, bölgesel teşvik meselesi. AK Parti hükümetinin, Türkiye’nin kalkınması için attığı en önemli adımlardan kabul edilen teşvik yasasından en fazla faydalanması gereken Doğu Anadolu olduğu halde, beklentilerin aksine, teşvik uygulamasından neredeyse hiçbir fayda göremeyen yerler de yine doğu vilayetleri. BÖLGESEL ASGARİ ÜCRET TALEBİ ERGİAD Başkanı Necmettin İşcan, bölgeye özel bir teşvik politikası öneriyor. Sözgelimi Afyon veya Uşak’a yapılacak yatırıma 5 yıl vergi muafiyeti verilirken, doğu illerinde bu en az 10 yıl, bazı yerlerde 15 yıl olmalı. İşadamı Murat Kılıç da teşvik uygulamasındaki eksikliklerden şikâyetçi. Teşvik kapsamında sadece sigorta primlerindeki indirimden faydalanabildiklerini belirtiyor. Teşvikin kapsamında bedava arsa da var; ama uygulamada kendilerine hiçbir altyapısı olmayan, genellikle dağ başındaki bir arazinin gösterildiğini söylüyor. Doğal olarak da buraya kimse yatırım yapamıyor. Sonuçta 81 ilin 49’u teşvikli olduktan sonra bunun adı artık teşvik olmaktan da çıkıyor. Erzurumlu olan ve orada yaşayan; ama İstanbul ve çevresini pazar olarak hedefleyen bir işadamı için bile Düzce’ye yatırım yapmak daha avantajlı hâle geliyor. Bölgesel teşvik kadar önemli bir diğer husus da bölgesel asgari ücret. İstanbul’da bir işçinin 500 YTL ile geçinmesi çok zor; ama doğuda bundan çok daha az bir ücretle geçinmek mümkün olabiliyor. Dünyada birçok ülkede başarı ile uygulanan ve her bölgenin hayat standartlarına göre belirlenen bölgesel asgari ücret uygulamaları, doğuya yönelik çözüm önerilerinden biri. Bütün bölgeyi ilgilendiren genel meseleler ve çözüm önerilerinden sonra, birkaç il özelinde bazı önemli problemlere ve çözüm önerilerine de değinmeden olmaz. Çünkü bu ‘yerel’ problemlerin çözüm metotları, bütün bir bölge için yol gösterici nitelikte. Doğunun ve Türkiye’nin en fakir ili Muş’ta, sondaj sektöründe yalıtım malzemesi olarak kullanılan barit madeni bulunuyor. Türkiye’deki toplam rezervin yüzde 60’ı burada. Laboratuarda işlendiği takdirde boya ve cam sanayiinde de kullanılabilen bariti işlemek için Muş’ta tek fabrika var. Petrol sondajında büyük önemi bulunan bu yeraltı zenginliğine daha fazla el atılması, petrol ülkelerine komşu Türkiye için ciddi bir ihracat potansiyeline kapı açabilir. Baritten sonraki büyük potansiyel çimento üretiminde. Çimento hammaddelerinin tamamı Muş’ta bulunuyor; ancak faaliyette olan tek bir fabrika yok. İnan Kaynak’a göre madencilikteki büyük potansiyelin kullanılamamasında tek sorumlu özel sektör değil. Devletin konuyla ilgili kurumlarının ilgisizliği, işin diğer boyutu. Maden Tetkik Arama Kurumu’nun geçen yıl Muş’a ayırdığı bütçenin tek bir yerde sondaj yapmaya yetmeyecek kadar az olduğunu vurguluyor: “Bu araştırmaların yapılmasıyla alınacak olumlu neticeler özel sektör madencilerini ilimize yatırım yapmaya yöneltecek ve hiç olmayan bir sektör canlanacak, hem katma değer kazandıracak hem de istihdam sağlayacaktır.” Madenler elbette büyük potansiyel; ama Muş’un altın yumurtlayan tavuğu, hayvancılık. Küçükbaş hayvan sayısı açısından Türkiye’de ilk beşte burası. Bölgesindeki fakirlikten en dertli isimlerden biri kuşkusuz, Muş Belediye Başkanı Necmettin Dede. 2004 yerel seçimlerinde belediye başkanı seçilen Dede, bölgenin geri kalmışlığıyla ilgili olarak kökeni eskilere dayanan vahim hatalar yapıldığını söylüyor: “Bize yıllar önce tarım ve hayvancılığı bırakalım, kalkınma sanayileşme ile olur dediler. Sonra sanayi Güneydoğu’ya kaydı, burası boş kaldı. Gerekli yatırım zamanında yapılmadığı için tarım ve hayvancılıkta da geri kaldık. Artık yatırım planlarında Güneydoğu ile burayı ayırmak lâzım.” KARS’TA HAYVANCILIK CAN ÇEKİŞİYOR “Bu şehirde zengin olan iş sahipleri sermayeleriyle birlikte şehri terk etmektedirler. Bu durum işsizliğe, işsizlik de göçe yol açmaktadır. Hammaddesinin ilimizde bol olduğu birçok ürün de dışarıda üretilip buralarda satılmaktadır. İlimizde markalaşmış ürünler bile hâlâ atadan kalma usullerle üretilmekte; otobüslerin bagajlarında İstanbul’a gönderilerek pazarlanmaktadır.” Kafkas Sanayici ve İş Adamları Derneği’nin (KARSİAD) Kars’ın sorunları ve çözüm önerilerini anlatan raporunun giriş bölümünden alıntı bu cümleler. Dışarıdan sermaye gelmesi bir yana, şehirde oluşan sermaye bile kaçıyor; kaynağı Kars’ta olan ürünler bile dışarıdan geliyor ve hasbelkader marka olmuş işadamları da otobüs bagajlarında ticaret yapıyor. Kars’ta durum hiç de parlak değil ama KARSİAD üyeleri de henüz enseyi karartmamış. Teşhislerini anlatıp, çözüm önerilerini sıralıyorlar. Altını çizdikleri ilk konu, organik tarım. Kars’ın bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorlar. Beklentileri ise ilde et, süt ve sera tarımı noktasında yatırımlar yapılması ve entegre tesisler kurulması. Öncelikle et, süt ve organik tarım üzerinde durulması boşuna değil elbette. Kars ekonomisi büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayalı. Şehirde tarım iş kolunda çalışanlar hem Doğu Anadolu, hem de Türkiye ortalamasının üstünde. Hayvancılık ise kent nüfusunun yüzde 53’ünün geçim kaynağı. Kars ve yöresi, geniş otlak ve çayırları ile geçmişten beri Türkiye hayvancılığının merkezi konumunda oldu. Fakat son yıllarda yanlış uygulamalar sonucu ciddi gelir kaybına uğrayan üreticiler bu işten çekilmeye, verimli otlak araziler de boş kalmaya başladı. Türkiye’de hayvancılığın ağırlık merkezlerinden biri konumundaki Kars’ta ne et, ne de süt ürünlerinde entegre tesis olması, başlı başına birçok sorunun sebebini açıklamaya yetiyor zaten. Yiğit düştüğü yerden kalkar demişler. Hayvancılık da düştüğü yerden yani Kars’tan ayağa kalkacak; eğer şu tedbirler hızla alınabilirse. Sorunların başında, tarım arazilerinin verimli kullanılmaması yüzünden yeterli ve besleyici mahsul alınamaması ve bunun sonucu olarak da besicilik yapılamaması, verimli hayvan yetiştirilememesi geliyor. Bu sorunun aşılması için tarım il müdürlükleri devreye sokularak üreticilerin toprak ıslahı ve verimli ürün konusunda eğitilmesi öneriliyor. Hükümetin başlattığı; ancak sekteye uğrayan “köylerde ziraat mühendislerinin danışmanlık yapması” projesinin devam etmesi de hayatî önemde. Diğer bir problem, üreticilerin yeterli bilgiye sahip olmamasından kaynaklanan, hayvanların tam randıman verir hale gelmeden erken kesim yapılması ve bunun sonucundaki et kayıpları. Bunun çözümü de yine üreticinin eğitimi. Erken kesimlerin engellenmesi için hayata geçirilecek yasal düzenlemeler ise işin diğer boyutu. Hem Kars hem de bölge ekonomisi için büyük önem taşıyan hayvancılığın hâlâ küçük aile işletmeciliği şeklinde yapılması ise aslında yaşanan problemlerin en temel sebeplerinden biri. Hayvancılığı bir organize sanayi faaliyeti hâline getirmeden ve son teknolojiyle çalışan entegre tesisler kurmadan, yapılacak diğer iyileştirmelerin de sınırlı başarı sağlayacağı açık. Organize hayvancılığa geçişteki ilk önemli adım, küçük aile işletmelerinin birleştirilmesi. Çok ortaklı kuruluşlar henüz bölgede neredeyse hiç yok, bir türlü gelişememiş ortaklık kültürü, birçok sorunun çözümünü de geciktiriyor. DASİDEF üyesi derneklere mensup işadamlarının bölgeye en büyük katkısının işte bu noktada olması gerekiyor. Kurulacak ve başarıya ulaşacak çok ortaklı şirketler, doğunun kalkınması için en büyük ümit kapısı olacak. Mustafa Yıldız, kendi şehrini olduğu kadar doğunun bütününü ilgilendiren bir konuya daha dikkati çekiyor. O da, sınır ticaretinin geliştirilmesi. Kars-Tiflis-Bakü demiryolunun bir an önce bitirilmesi. Kars’ın Kafkaslara açılan kapısı olan Doğu Kapı’nın devlet politikası gereği kapalı olduğunu ve kısa vadede açılmasının da mümkün görünmediğini belirterek, “Bu sebeple Aktaş kapı en kısa dönemde açılmalı ve Kars’a bağlanmalıdır. Böylece Kars Gümrük Müdürlüğü yeniden kurulmalıdır. Sınır ticaretinde belli bir kapasiteye ulaşmak için sivil toplum örgütleri ve ilgili kamu kuruluşları ile ortaklaşa programlar düzenlemelidir. Bu yapılabilirse ihracatçı sayısı artacak ve ihracatçı birliği kurulacaktır.” diyor. Aslında sınır ticaretinin yıllardır sorunlu olması, bölgeyi Batı ile ticarete mahkûm bırakan bir etken. Üstelik birçok doğulu işadamı bu yüzden kaçakçılıkla zan altında bırakılır hâle de geliyor. Komşu ülkelerle sıfır problem politikası izleyen ve bu şekilde ihracatçıların da önünü açan hükümetin yeni dönemdeki atılımlarından biri de, sınır ticareti ve sınır kapılarını yeniden ele almak olmalı. BİTLİS’TE PATATES-KAŞAR-BAL ÜÇGENİ Bitlis’in proje başlıklarına bakıldığında da yine karşımıza tarım çıkıyor. Patates unu fabrikası dikkat çekici önerilerden. Ahlat, patates yetiştirme yönü ile ön plana çıkan bir ilçe. Üretilen patatesler genel olarak gıda olarak tüketiliyor. Üreticiler pazarlama sorunu yaşadıkları için zaman zaman üretim azalıyor. Patates unu fabrikası Türkiye’de sadece Nevşehir’de var. Patates unu ilaç sanayiinde kullanılıyor ve yaklaşık olarak yüzde 95 oranında yurtdışına satılıyor. Bu alanda yapılacak bir yatırım Bitlis için önemli bir açılım olabilir. Hayvancılığı iyi bilen Bitlis halkının üretimini tarımsal sanayie aktarabilecek girişimcilere burada da ihtiyaç var. Bitlis Sanayici ve İşadamları Derneği (BİSİAD) Başkanı Ayetullah Şimşek, özellikle kaşar ve bal konusunda tesis ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Bu iki alanda iddialı olan üreticinin ürünlerini işleyip pazarlayabilecek kuruluşlara ihtiyaç var. Doğulu işadamları özelleştirmelere karşı değil; ancak bölgedeki kamu kurumları özelleştirilirken daha dikkatli davranılması gerektiğini vurguluyorlar. Erzincan Genç İş Adamları Derneği (EGİAD) Başkanı Ümit Sudaş, “Bölgemizde, modernize edilmeden, rekabet ortamına hazırlanmadan ve sürdürülebilirlik şartları oluşturulmadan yapılan özelleştirmelerde başarılı sonuçlar alınamadı. Son 10 yılda yapılan özelleştirmelere bakıldığında özelleştirilen KİT’lerin kapandığı görüldü.” diyor. Sudaş, söylediklerine örnek olarak da Erzincan’daki ERSAN Et Kombine Tesisleri, Sümerbank İplik Fabrikası, Tercan Ayakkabı Fabrikası gibi işletmeleri gösteriyor. Bu tesislerin özelleşme sonrası faaliyetine devam edemediğini belirterek, dikkatli davranılmadığı takdirde Şeker Fabrikası ve Makine Fabrikası’nı da aynı sonun beklediği uyarısını yapıyor. Ekonomik ömürleri dolmuş, rekabet şansları çok zayıf olmasına rağmen, bu iki tesisin şehrin Gayri Safi Millî Hasılası’nın yüzde 25’ini gerçekleştirdiğini hatırlatıyor. EGİAD Başkanı’nın önerisi açık: “Bölgemizde özelleştirme politikaları, bölgesel hassasiyetler göz önünde bulundurularak, acele edilmeden, sağlam temeller üzerine geliştirilmeli. Özelleştirilecek işletmeler modernize edilerek, rekabet ortamına hazır, sürdürülebilir temeller üzerine oturtulduktan sonra bu işlem yapılmalı. Türkiye’de üç tane olan şeker makine fabrikalarından bir tanesinin kalması planlanıyor. Bölgede aynı vazifeyi görecek kamu sektörüne ve özel sektöre ait tesisler olmadığı için Erzincan Şeker Makine Fabrikası kalmalı bana göre.” Doğu Anadolu Bölgesi’nin en ilginç illerinden biri Van. Meşhur gölü, binlerce yıllık tarihi, farklı kültür ve dinlerin kesişme noktası olan şehir, aslında birçok doğu iline kıyasla çok önemli avantajlara sahip. Van Aktif Sanayici ve İş Adamları Derneği (VASİAD) Başkanı Ali Çiçeksay, şehrin turizm potansiyeline işaret ederek, “Hem kültür, hem inanç, hem de tatil turizmi açısından bölgede kendine has özellikleri barındıran tek ildir.” diyor. Van Gölü’nün spor müsabakaları için çok uygun olduğunu belirterek, özellikle off-road müsabakaları düzenlemek için çalışmalara başladıklarını belirtiyor. Farklılıklar sadece turizme özgü değil elbette. Van kedisi, Van Gölü’ne has inci kefali, ters lale, üç bin yıllık Van Kalesi, bin yıllık Akdamar Ermeni Kilisesi ve meşhur kahvaltı kültürü bu ilin öne çıkan diğer yönleri. Van’ın kendine özgü kültürünün iyi anlatılamadığını düşünen Çiçeksay, “Bu saydığımız kültürel unsurların hiçbirinin bir festivali yok. Batı illerinde aynı ürünün birçok farklı yerde festivalleri yapılırken biz bir tanesi için bile etkinlik yapamıyoruz. İşadamları olarak bu konularda harekete geçilmesi için çaba harcıyoruz. Sonuçta bunların olması ekonomiyi de canlandıracaktır.” diyor. Çiçeksay’ın üzerinde durduğu temel felsefe, bardağın dolu tarafını görmek. Bu sebeple VASİAD, Van’ı olumlu yönleriyle anlatmayı kendine misyon edinmiş. Van’ı bir kenara bırakıp, bölge genelini kapsayan bir değerlendirme istediğimizde ise en büyük üç problemi sıralıyor: Sermaye, beyin ve teknik eleman yetersizliği. DASİDEF Başkanı Haluk Urvasızoğlu’na göre TUSKON’un doğu hamlesi, tarihin yeniden canlanması anlamına gelecek. Urvasızoğlu, Osmanlı’nın, bu bölgeden geçen ipek yolu ticaretini Çin’e kadar uzattığını hatırlatıyor: “Ticaret merkezi olarak doğu yarımkürede ciddi hareketlilik var. Çin ve Hindistan gibi ülkeler yeni cazibe merkezleri oldu. Biz Türkiye’nin doğusundayız; ama bu ülkelerin batısındayız. Sınırdan itibaren çevremizde 300 milyonluk Türkçe konuşan bir nüfus var.” DASİDEF Başkanı, doğu illerinin, spesifik sektörlerdeki yatırım ve üretim potansiyellerinin yanı sıra, Orta Asya, Ortadoğu ve Uzakdoğu ile yapılacak ticaretin lojistik üssü olabileceğini hatırlatarak, bu özelliğin hayata geçirilmesinin, bölgenin kalkınması kadar Türkiye’nin Doğu yarımküreye ihracatının artmasında büyük öneme sahip olduğunu vurguluyor. Nereden bakarsanız bakın Türkiye’nin topyekûn kalkınmasının yolu, doğuyu kalkındırmaktan geçiyor. Ekonomik kalkınmanın beraberinde sosyal gelişme, toplumsal refah ve liderliği perçinlenmiş bir Türkiye gelecek. Yeter ki TUSKON gibi sivil toplum örgütlerinin başlattığı/başlatacağı “Doğuyu şahlandırma” projelerine bölge halkı, hükümet ve kamu kurumları sahip çıksın. TUSKON’un başlattığı kapsamlı doğu hamlesi bölgede şimdiden makes buldu, darısı diğer sivil toplum kuruluşlarının başına. Doğu insanı, şimdi ‘sivil toplum sinerjisi’ne hiç olmadığı kadar muhtaç, hiç olmadığı kadar açık… ÇÖZÜM, İŞADAMLARINI DOĞUYA GÖTÜRMEK TUSKON Başkanı Rızanur Meral, sonuçsuz kalan vaatlerden bıkan doğu halkına, Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu olarak somut çözümler götürmek istediklerini belirterek, esas meselenin Türkiye’nin farklı bölgelerindeki büyük sermaye sahibi işadamlarını doğuya çekebilmek olduğunu vurguluyor. Doğuda yatırıma gelecek işadamının başarılı olabilmesi için mutlaka o bölgenin şartlarını iyi bilen yerli ortaklar bulması gerektiğini de belirtiyor. TUSKON’un da bu noktada devreye gireceğini belirten Meral, “Hedefimiz götürebildiğimiz kadar fazla sayıda yatırımcıyı bölgeye götürmektir.” diyor. Yatırım denince bazen çok büyük projelerin konuşulduğunu, çok yüksek bütçeli yatırım hedefleriyle yola çıkıldığını da hatırlatarak, bu yaklaşımı gerçekçi bulmadıklarını söylüyor. TUSKON’un oraya gidecek yatırımın büyüklüğüyle ilgilenmeyeceğini hatırlatan Meral, büyük küçük demeden doğudaki sanayi yatırımlarını artırmaya ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. TEŞVİK KANUNU DOĞUDA NASIL UYGULANMALI? Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı kalkınma hamlelerinden kabul edilen 5084 Sayılı Teşvik Kanunu kapsamında, 26 doğu ili de bulunuyor. Bir ilin teşvik kapsamına girebilmesi için kişi başı millî gelirinin 1500 dolar ve altında olması şartı var. Uygulamada 5. yılı bulmasına rağmen, bu kanundan en az faydalananlar, hatta hiç faydalanamayanlar da yine doğu illeri oldu. 5084 sayılı teşvik yasasında 36 olan teşvikli il sayısı, 5350 sayılı yasa ile 49’a çıkınca, bundan en fazla zararı yine doğu bölgesi gördü. Yatırım yapılabilecek o kadar cazip şehir dururken, yatırımcı doğuyu gündemine almadı. Peki, ne yapılmalı? İşte çözüm önerileri… Teşvik kanununda bölgesel kategori uygulanmalı. Teşvikler, bölgesel gelişmişlik farklılığına göre kademeli olmalı. Yani Uşak’a yatırım yapandan 5 yıl hiç vergi alınmıyorsa, Ağrı’da bu süre 10 yıl olmalı. Bölge dezavantajları dikkate alınarak teşvik süreleri ve istifade yüzdeleri Doğu Anadolu’ya özel bir şekilde yeniden düzenlenmeli. Risk alıp Şırnak’a yatırım yapanla, Düzce’yi tercih eden aynı kategoride olmamalı. Eski-yeni yatırım ayrımı kaldırılarak haksız rekabet önlenmeli. Eski yatırımların hemen yanına kurulan aynı iş kolundan şirketler öncekilere göre çok daha fazla avantaja sahip oluyor. Hâl böyle olunca teşvik olmadan bölgeye gelen yatırımcı cezalandırılmış oluyor ve rekabet şansı kalmıyor. Doğu Anadolu’da sanayi belirli birkaç sektör üzerine oluşmadığından sektör ayrımı yapılmadan tüm yatırımlar teşvikten istifade etmeli. Teşvik uygulamasında OSB ve dışındakiler ayrımı kaldırılmalı. DOĞUNUN KRONİKLEŞMİŞ PROBLEMLERİ • Terör olaylarının bir türlü sona ermemesi ve güvenlik sorunlarının devam etmesi. • Devlet teşviklerinin, bölgenin kendine özgü şartları dikkate alınmadan verilmesi. • Yabancı sermaye ve batı illerinden yatırım gelmemesi, hatta doğulu işadamlarının bile biraz işlerini büyüttükten sonra batıya göçmesi. • Bölgedeki sosyal ve ekonomik hayatı canlandırabilecek üniversitelerin, birçok ilde şimdiye kadar kurulmamış olması. • Bölge ekonomisinin lokomotifi konumundaki tarım ve hayvancılıkta üreticinin bilinçsizliği, entegre tesis yetersizliği, hammadde ve pazar sorunları. • İklim şartlarının sertliği ve kış aylarında bölgenin aylar boyunca kar altında kalması. • Doğu illeri için hayati önemi bulunan sınır ticaretinin geliştirilmesi için gerekli önlemlerin bir türlü alınmaması. İNSANLARA İŞİN DOĞRUSUNU ÖĞRETMEK LÂZIM Güngören Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanı (GÜNSİAD) Ekrem Ateş, memleketini bırakıp batıda faaliyetini sürdüren girişimcilerden. Sarıkamışlı olan Ateş’e göre tek başına özel sektörün doğuda fazla şansı yok. Devletin yapılacak yatırımları desteklemesi ve sahip çıkması gerekiyor. Üç yıl önce bir arkadaşıyla kaşar peyniri işine giren Ateş, pazarlama sorunu yaşadığı için bu işi devam ettirememiş. Onun tespitlerine göre bölgedeki girişimlerin hüsranla sonuçlanması ve üretimdeki verimsizliğin en önemli sebebi, insanların yaptıkları işler hakkındaki bilgisizlikleri. Bunun için önceliği, uygulamalı eğitimlere vermek gerekiyor. Veterinerler ve ziraat fakültelerinin hayatın içinde olması ve üretim süreçlerinde etkin rol oynaması şart. Hayvancılığın ‘para etmesi’ için devletin bilimsel desteği şart. Bunun önemini kendi yaşadıklarıyla örnekliyor: “Bir süre doğuda hayvancılık yaptım. Süt sığırlarını kış aylarında her tarafı kapalı ahırlarda tutardık. Baharda çıkardığımızda ise hayvanlar bir deri bir kemik kalmış olurdu. Oysa kış aylarında dahi hayvanları dışarıda, sadece üstü kapalı yerlerde tutmak ve sürekli açık araziye çıkarmak verimin artması için çok önemliymiş. İnsanlar yaptıkları işin doğrusunu bilmediği için zaten az olan verim iyice düşüyor ve çok gelir getirebilecek sektörler hantallaşıyor.” AKSİYON
<< Önceki Haber Doğuya yeni yatırım modeli Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER