27 Mayıs’a kızdı, ‘Aydınlı’ oldu!

İşte Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan Aydınlı’nın kurucusu Mustafa Şevki Kavurmacı'dan AYDINLI'nın hikayesi

27 Mayıs’a kızdı, ‘Aydınlı’ oldu!

ZAFER ÖZCAN -AKSİYON Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan Aydınlı’nın kurucusu Mustafa Şevki Kavurmacı, “27 Mayıs ihtilalinin etkilerini devam ettirdiği o dönemde Aydınlı olmak bile adeta bir suçtu. Ben de buna tepki olsun diye şirketimin ismini Aydınlı koydum.” diyor. ‘O zamanlar Aydın’a ve Aydınlılara karşı bir korku havası estirilmek isteniyordu. Aydınlı ve demokrat olmak bir suç gibi görülüyordu. Darbenin üzerinden geçen 5 yıla rağmen vaziyet hâlâ böyleydi. Bu durum bende bir iç tepki meydana getirdi ve şirketimizin adını ‘Aydınlı Yerli Malları’ koyma kararı aldık.” Bugün Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan Aydınlı’nın kuruluş öyküsünü anlatıyor bu ifadeler. Türkiye’nin duayen sanayicilerinden Mustafa Şevki Kavurmacı, o günleri anlatırken hâlâ duygulanıyor. Söz, babası Mustafa Kavurmacı’nın merhum Başbakan Adnan Menderes ile dostluklarına geldiğindeyse gözleri parlıyor. “Babam, Menderes’in yakın çevresindendi. Menderes, babama ‘hocam’ der, hürmet gösterirdi.” diyor. 1941 doğumlu Mustafa Şevki Kavurmacı, hâlâ haftanın 6 günü çalışan bir sanayici. Girişimcilikteki heyecanını hiç kaybetmemiş. Yönetimi oğulları Ahmet Sait ve Ömer Faruk’a devretse de şirkette icra kurulu başkanı sıfatıyla görev alıyor. Gün içindeki en önemli aktivitelerinden biri, köşe yazarlarını okuyarak takdir veya eleştirilerini onlara bizzat iletmek. Yazarlar işin bahanesi elbette… Zor dönemlerin çilesini fazlasıyla çekmiş bir sanayici olarak Mustafa Bey, aslında memleket meselelerini kendine dert ediniyor. Biz onu, Aydınlı’nın Büyükçekmece’deki merkez ofisinde bırakalım ve tekrar 1930’ların Ege’sine, Aydın’ın Karacasu ilçesine dönelim. Kavurmacı ailesi, ticari hayatta 11. kuşağa ulaşmış durumda. Şevki Bey onuncu, babası Mustafa Bey ise 9. kuşağın temsilcisi. Mustafa Kavurmacı, esnaf kimliğiyle bilinmesine rağmen okuyan, düşünen ve bildikleriyle analiz yapabilen entelektüel bir kişiliktir. 5 çocuğunun din, dil ve tarih bilinciyle yetişmesine de özel önem vermektedir. Zamanın sıkıntılı şartları gereği, Kur’an eğitiminin zorluklarını bildiğinden özellikle dinî ilimleri çocuklarına bizzat öğretir. Mustafa Kavurmacı, ticari hayatının yanında sırf Allah rızası için, ailenin adıyla anılan Kavurmacılar Camii’nde 40 yıl boyunca fahri imamlık yapar. Onun bir özelliği de, sahibi olduğu 300 el dokuma tezgâhıyla, İstiklal Savaşı’nda Mehmetçiklerin iç çamaşırlarını dikip göndermesidir. Mustafa Şevki Bey’in ticari hayatı babasının manifatura mağazasında başlar. Onun, okul çıkışı geldiği ve ticaretin sırlarını öğrendiği Karacasu’daki mağaza, bugünün sanayi devi bir şirketin temelini oluşturuyor. İlk ve ortaokulu ilçede bitiren Şevki Bey, daha sonra Nazilli Lisesi’nden mezun olur. Onu okutmakta kararlı davranan Mustafa Bey’in oğlundan tek isteği, eğitimine devam ederken ibadetlerini aksatmamasıdır. Babasının bu konudaki öğütlerini hiç unutmaz ve sınavlarda başarılı olarak 1961’de İstanbul Üniversite İktisat Fakültesi’ne kaydolur. Şevki Kavurmacı, 20 yaşında ilk kez geldiği İstanbul’dan bir daha hiç kopmayacak ve babasının hem işini hem de misyonunu bu kentte sürdürecektir. Çünkü İstanbul’da iş yapmak ve ailesini de yanına almak onun için bir baba vasiyetidir. Mustafa Kavurmacı daha o zamandan çocuklarının geleceğinin İstanbul’da olduğunu görmüştür. 1961-65 arasında İstanbul İktisat’ta okuyan Şevki Bey, 1964’te babasını kaybeder. Bir yandan onun acısını yaşarken, diğer yandan vasiyetin sorumluluğunu taşımaktadır. Bu sorumluluk onun daha okurken İstanbul piyasasında arayışa başlamasına sebep olmuştur. Yanında getirdiği 10 bin lira ile iyi bir iş kurmak için fırsat kollamaktadır. Önce bir arkadaşından bakır sülfat üretmek için teklif alır ancak kafasına yatmaz. Şevki Bey’in o dönemde hayatı Fatih Camii ile İstanbul Üniversitesi arasında geçmektedir. Camide sabah namazını kılıp cami bünyesindeki okuma odalarında kahvaltısını yaptıktan sonra derse gitmekte ve dönüşte tekrar okuma odasına gelip dersleriyle meşgul olmaktadır. Bu rutin içinde hayatına devam ettiği bir gün yine babası kanalıyla tanıdığı emekli bir subaya rastlar. Ali Rıza Ceylan, 1960 darbesiyle ordudan tasfiye edilmiş bir askerdir. Ceylan’ın Fatih’te bir dükkânı vardır ve orada pastane işletmeyi düşünmektedir. Aslında beklediği fırsat karşısına çıkmıştır Şevki Bey’in. Müstakbel iş ortağıyla hemen Fevzi Paşa Caddesi’ndeki iş yerini görmeye giderler. Devamını ondan dinleyelim: “İş yeri merkezî bir yerdeydi ama orada pastane işinin tutmayacağını düşündüm. Sonra caddeyi gezdik ve manifatura işi yapan 4 iş yeri gördüm. Onun dükkânının karşısında da Sümerbank mağazası vardı. Baktım, manifatura dükkânları çok canlı, bizim bu işe girmemizi önerdim. Ali Rıza Bey önerimi kabul etti. Kardeşlerimle de konuştuktan sonra manifatura işine girmeye karar verdik.” Aydınlı Yerli Malları adı verilen mağaza 23 Nisan 1965’te hizmete açılır. Böylelikle Aydınlı Giyim’in temelleri 50 metrekarelik bu mağazada atılır. Mağazaya isim bulma noktasında farklı fikirler gelir ama Şevki Bey kararlıdır. Aydınlı olmalarının yanı sıra, Menderes’e sahip çıkma duygusuyla hareket eder. Aydınlı olmanın bile suç kabul edildiği bir ortamda iş yerine Aydınlı adını vermekten çekinmez. Şevki Bey o dönemler Menderes’in haksız yere yargılanmak ve idam edilmekle kalmayıp halk nezdindeki prestijinin zedelenmesi için de özel çaba sarf edildiğini vurguluyor. Onu en çok kızdıransa, üniversite öğrencilerinin kesilip kıyma yapıldığı iddiaları: “Demokrat Parti ve ona oy verenlere karşı bir tahkir ve tezyif kampanyası vardı. Partililer kadar ona oy veren halk da ‘düşük’ ve ‘kuyruk’ gibi ifadelerle aşağılanıyordu. Bu durum halkta infiale ve vicdanlarda ciddi yaralara yol açıyordu.” O dönem gerçekleştirilen ancak çok konuşulmayan bir uygulamayı da hatırlatma ihtiyacı hissediyor Kavurmacı. O da, 1960 ihtilali sonrası Hazine’nin boş olduğu gerekçesiyle insanların ziynet eşyalarının toplanması. İhtilale karşı fikirde olmalarına rağmen sırf devlete sahip çıkma uğruna ailenin sahip olduğu altınları Hazine’ye bağışladıklarını söylüyor. Fakir insanların bile sırf ihtilale karşı görünmemek için ellerinde ne varsa bağışladıklarını belirtiyor. Bu bağışların daha sonra nasıl değerlendirildiği hususunda içinin rahat olmadığını da sözlerine ekliyor. Kavurmacı ailesinin Hazine’ye desteği 27 Mayıs ihtilaliyle sınırlı değil elbette. Ailenin bir de Varlık Vergisi hikâyesi var. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, Karacasu’da iki kişiye tahakkuk eder. Bunlardan biri Mustafa Kavurmacı’dır. 4 bin liralık vergi o zaman Mustafa Bey’in servetinin yarısıdır. Vergi ödenir ancak aile ciddi sıkıntı içine girer. Şevki Bey, o dönem ödedikleri verginin makbuzunu hâlen muhafaza ediyor. Varlık Vergisi dışında alınan yol vergisini ödeyemeyenlerin Aşkale’ye taş kırmak için gönderilmeleri de o güne dair hatırında kalan ayrıntılardan: “Vergiyi tamamlayamayanların evlerindeki kap kacak bile götürülür ve yok pahasına satılırdı. Yalvarıp yakarmalar işe yaramazdı. Ben bunları bizzat yaşadım.” Şevki Bey, 27 Mayıs ihtilali sırasında Nazilli Lisesi’nde öğrencidir. Merhum Alparslan Türkeş’in radyodan dinlediği sesini hâlâ bütün canlılığı ile hatırlıyor. Tek parti döneminin bütün sıkıntılarını çocuk gözüyle yaşamış ve dönemin bütün ağırlığını vicdanında hissetmiş bir insan olarak Şevki Bey, demokrasinin nimetlerini en iyi bilenlerden. 1950 öncesi dinin öğrenilmesine karşı yapılan baskılar sonucu özellikle köylerde artık cenazeleri kaldıracak insan bulunamadığını söylüyor. Her türlü hak ve hürriyetler kadar, özellikle dinî özgürlüklerin 1950’deki Demokrat Parti iktidarı ile başladığının altını çiziyor. Demokrasinin insan hak ve özgürlüklerini garanti altına aldığını vurgulayarak gençlere demokratik yönetimin kıymetini iyi bilmelerini öğütlüyor. ‘AKADEMİSYEN DEĞİL, İŞ ADAMI OL’ Kısa bir yakın tarih turundan sonra tekrar Fatih’teki mağazaya dönelim. İlk yıl o muhitte ciddi ilgi görür Aydınlı Yerli Malları. Sattıkları sadece manifaturadır. Bir yıl sonra yakın mesafede bir de konfeksiyon mağazası açar iki ortak. Devamında üçüncü mağazayı da açınca ilk mağazayı ortağına devreder ve yola kardeşleriyle devam etme kararı alır. Artık hem konfeksiyon hem de manifatura mefruşat alanında hizmet veren mağazaları vardır. Bu arada, Şevki Bey’in daha öğrenciyken gerçekleştirdiği ticari atılımlar, İstanbul İktisat’tan hocası merhum Prof. Dr. Sebahattin Zaim’i de çok mutlu etmektedir. Sık sık öğrencisinin mağazalarına uğrar, işlerini büyütmesi için destek verir. İşin ilginç yanı Şevki Bey, bir yandan ticari hayatta büyürken, diğer yandan akademisyen olmayı düşünmektedir. Hedefi, işleri yoluna koyduktan sonra mağazaları kardeşlerine devrederek üniversitede kalmaktır. Bir gün bu konudaki fikrini hocası Prof. Zaim’e açar ancak beklediği desteği bulamaz: “Bana, ‘Ben hocayım ama sosyal hayatta sizin kadar fonksiyonum yok. Sizin çok geniş bir çevreniz var. Üniversitede hoca olursun ama ticarette çok daha iyi olabilirsin. Fıtratın buna müsait. Benim tavsiyem bu işi büyüt. Toplumla barışık bir fıtratınız var. Bu toplum sizden hizmet bekliyor. Burslar verirsin, talebeler yetişir.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine ben akademisyenlikten vazgeçtim.” Akademisyen olma fikrinden vazgeçip işlerine daha çok sarılan Kavurmacı, 1974’te mevcut mağazanın karşısından bir gayrimenkul satın alır ve 5 katlı bir mağaza açar. O dönemin çok katlı mağazalarına ilk örnek konumundaki binada bugün hâlâ Aydınlı Giyim hizmet veriyor. Çok katlı mağazacılık, üretimi de gündeme getirmiştir. Sadece alım-satım yapmakla yetinmeyen Kavurmacı kardeşler, fason üretim yaptırmaya başlar. O yıllarda ticaret de, sanayicilik de zordur. Memlekette bir yandan siyasi istikrarsızlık, diğer yandan anarşi ve terör almış yürümüştür. Şevki Bey’in asıl hedefi sanayici olmaktır ancak araya 12 Eylül darbesi de girdiğinden bu hayalini Özal dönemine kadar ertelemek durumunda kalır. Türkiye’de bugünün birçok büyük sanayicisi ya işlerinin başlangıcını ya da gelişimini Turgut Özal dönemine borçludur. Şevki Bey de “Bizim asıl sanayiciliğimiz Turgut Bey ile olmuştur. Turgut Bey geldikten sonra ülkedeki bütün tabuları yıktı.” diyor. Tabuları yıkmasının önemini de kendi başından geçen bir anekdotla anlatıyor: “Özal’dan önce hem yurt dışına çıkmak zordu hem de aldığın dövizi dönüşte iade etme zorunluluğu vardı. Bir defasında yurt dışı dönüşü, giderken aldığım dövizi kaydettirmeyi unutmuşum. Bunun üzerine yargılandım ve 6 ay hapis cezası aldım. Başka suçum olmadığı için karar ertelendi ama bu daha sonra karşıma çıktı ve 3-4 sene yurt dışına çıkamadım. 80 dolar için bu cezayı almıştım.” Aslında sadece bu anı bile Özal öncesi ticaret erbabı ve özellikle de sanayici olmanın zorluklarını ortaya koymaya yetiyor. Peki, Özal sonrası neler oldu? Kavurmacı’nın ifadesiyle, Özal’la birlikte sanayiciler yurt dışındaki her fuara gitmeye başlar. Gidilen ve görülen yerler iş adamlarını çok etkiler. Herkesin bir anda ufku değişir. Aydınlı’nın sanayileşme süreci de bu gelişmelerden ve ziyaretlerden sonra başlar ve 1986’da hazır giyim fabrikasının temeli atılır. 1989’da açılan fabrika, zamanın en gelişmiş teknolojisiyle donatılmıştır. Üretim alanı ise erkek giyimidir. Önce fabrikayı açan Şevki Bey, devamında çantasını alır ve pazar arayışına çıkar. Önce Almanlarla anlaşma yapılır ve takım elbise üretimi başlar. İngilizlere gömlek üretilir. Aydınlı Giyim, 1993’te, dünyaca ünlü giyim markası Pierre Cardin ile lisans anlaşması yapar. Bu gelişmenin ufuklarını daha da açtığını söylüyor Şevki Bey. 1997’de bir Amerika seyahati sonrası ünlü spor giyim markası Polo’nun da üretim lisansını alan grup, daha önce üretim yaptığı Alman giyim markası Becon Berlin’i de satın alarak bir Türk markası hâline getirir. Pierre Cardin’in lisansını aldığı Türk firması ile anlaşmazlığa düşen Aydınlı Grup, bu konudaki davaları da kazanır ve 2005’te dünyaca ünlü hazır giyim markasının stratejik ortağı ve dünyadaki ikinci büyük lisansörü hâline gelir. Hâlen Pierre Cardin’in 15 ülkedeki lisans hakkı Aydınlı Grup’a ait. Aydınlı, bugün 500 büyük sanayi kuruluşu arasında ve hâlen 2 bin 700 kişiye istihdam sağlıyor. Başta Rusya ve Ukrayna olmak üzere yurt dışı açılımlarıyla da dikkati çekiyor. Mustafa Şevki Kavurmacı ise önce kardeşlerine İstanbul’da iş imkânı sağlayarak babasının; devamında ise ‘siz iş adamı olun, büyük işler yapın, böylelikle talebeleri okutabilirsiniz’ diyen merhum Prof. Dr. Sebahattin Zaim’in vasiyetini yerine getirmenin haklı gururunu yaşıyor. Aydınlı Grup hâlen yılda bin öğrenciye burs veriyor ve 10 bin ihtiyaç sahibini giydiriyor. ÖZAL VE ERDOĞAN’IN YAKIN DOSTU Mustafa Şevki Kavurmacı, sadece sanayicilikle meşgul olan bir isim değil elbette. Son derece sosyal bir insan olan duayen girişimcinin, siyasilerle yakın dostluğu da dikkat çekiyor. Babasının Menderes’le dostluğunu o Özal ile kurmuş. Dostlukları Özal’ın vefatına kadar devam etmiş. Özal’ın ‘siyasete gir’ teşviklerini kendisinin kabul etmediğini de belirtiyor. Özal’ın ölümünden sonraki dönemi ‘fetret devri’ diye nitelendiren Kavurmacı’nın siyasette yakından tanıdığı ikinci isimse Başbakan Erdoğan. Belediye başkanlığı döneminden Tayyip Bey ile dostlukları olan Kavurmacı, Erdoğan’ı, “Öğrenciliğinden beri tanırım. Ülkenin menfaatleri uğruna fedakârane çalışan bir siyasetçidir.” sözleriyle anlatıyor. Şevki Bey, her açıdan pozitif bir kişiliğe sahip. Onun hayatında karamsarlığın, ümitsizliğin yeri yok. Bu anlamda ülkenin geleceğine de büyük bir umutla bakıyor. Yaşanmakta olan küresel krizin geçici olduğunu düşünüyor. Krizin meydana getirdiği tahribatların Türkiye’nin aile yapısında tedavi edildiği tespitini yapıyor. Türkiye’nin iyi yetişmiş ve kendi değerleriyle barışık bir insan kaynağı olduğunu vurgulayan Kavurmacı, ülkenin geleceği açısından da Avrupa Birliği ile entegrasyonun büyük önem taşıdığını düşünüyor. 2009’dan çok umutlu olmasa da, ülkedeki siyasi istikrarın bozulmaması ve demokratik açılımların devam etmesi durumunda, Türkiye’nin yıl sonunda krizden çıkacağı tespitini yapıyor. İş hayatındaki temel prensiplerini de doğruluk, risk alabilmek, haram yememek, sosyal ilişkilerde mütevazı olmak ve bencil olmamak diye sıralıyor. Mustafa Şevki Kavurmacı sözü babasından naklettiği, küçük ama bir o kadar etkileyici anekdotla bitiriyor: “Babam zengindi ama fakirlerin hayatını bilir ve ona göre davranırdı. Mesela tatlı alacak, pastacıya haber gönderir, ‘bize bir kilo, henüz vitrine koymadığı tatlıdan ayırsın’ derdi. Yediği tatlıda, fakirlerin göz hakkı bile olsun istemezdi.” AKSİYON
<< Önceki Haber 27 Mayıs’a kızdı, ‘Aydınlı’ oldu! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER