Cezaevinde koronavirüsten vefat eden öğretmenin eşi yaşadıklarını anlattı

Cezaevinde koronavirüse yakalandıktan sonra 3 Mart’ta hayatını kaybeden İngilizce öğretmeni Önder Ateş’in eşi Nurten Ateş, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na başvurarak eşinin uğradığı hak ihlallerini anlattı.

SHABER3.COM

BOLD MEDYA- SEVİNÇ ÖZARSLAN


Altı ay önce tutuklanıp Samsun T Tipi Cezaevine gönderilen ve 12 gün önce koronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden KHK’lı İngilizce öğretmeni Önder Ateş’in eşi Nurten Ateş hak ihlalleri nedeniyle hayatını kaybeden eşi için TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na başvurdu.

“HASTALIK SÜRECİ İŞKENCEYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”
Hastaneye yatırıldığı ilk günden itibaren 20 gün boyunca eşinin her türlü hak ihlaline uğradığını ifade eden Nurten Ateş, “Hem cezaevi hem savcılık hem de hastane olmak üzere bu kurumlar, üzerlerine düşen görevleri yapmakta ciddi ihmaller göstermiş, hem hastayı hem bizi ailesini en temel haklarından mahrum bırakarak 20 günlük hastalık sürecini resmen işkenceye dönüştürmüşlerdir.” dedi.

Cezaevlerine de bulaşan koronavirüs geçen ay Samsun T Tipi Cezaevinde bir can aldı. İlk başta B6 koğuşunda 22 kişinin testi pozitif çıktı. Durumu ciddi olan 4 kişi 11 Şubat’ta Samsun Devlet Hastanesi’nde kaldırıldı, iki mahpus ise 5 gün sonra yoğun bakıma kaldırıldı.

16 Şubat’ta yoğun bakıma alınan iki kişiden biri olan KHK’lı Önder Ateş, hakkı olmasına rağmen ne sağlık hizmetlerinden doğru dürüst faydalanabildi, ne tahliye edildi, ne telefonla bile ailesiyle görüştürüldü ne de sağlık durumu hakkında ailesine doğru dürüst bilgi verildi.



“EŞİMİ YOĞUN BAKIMLIK HALE GETİRİLDİ”
Samsun Devlet Hastanesi’nde 20 gün yoğun bakımda yatan eşiyle bir kez bile görüşmelerine izin verilmediğini söyleyen Nurten Ateş “Her günümüz ayrı sancıyla geçti. Eşim acılarla ve hasretle gitti. Hakkı olduğu halde kullanamadığı haklarla gitti. Savcı, ‘görüştürülmediğinden benim haberim yoktu’ diyor. Ama biz ilk günden telefon hakkımızı kullanabilmek için kaç savcıdan talep ettik. Hastanenin alt yapısı müsait değil denilerek başvurularımız reddedildi.” dedi.

Hastanelerin bodrum katlarında, en izbe yerlerde, dar ve penceresiz yerlerde bulunan hastanelerin mahkum odaları, hastayı iyileştirmekten öte sağlığını olumsuz etkiliyor. Nurten Ateş’in verdiği bilgiye göre Önder Ateş, Samsun Devlet Hastanesinin mahkum odasında yoğun bakımlık hale getirildi. Nurten Ateş, “Ölümcül ve nefes söz konusu olunan bir hastalıkta penceresiz, dar bir yerde tuttular eşimi. Hasbelkader telefonuma çıkan bir doktor ‘Hastanız bu şartlarda yeterli oksijeni alamamış’ diyerek vahim ihmali teyit etmiş oldu. Yani eşine mahkum koğuşunda yeterli oksijen verilmedi.” diye konuştu.

“KANUNA GÖRE YOĞUN BAKIMDAKİ BİR HASTA TAHLİYE EDİLMESİ GEREKİYOR”
Kanunlara göre yoğun bakıma alınan bir hastanın tahliye edilmesi gerektiğini belirten Nurten Ateş, “Eşim 16 Şubat’ta yoğun bakıma alındı. Başsavcı ‘Biz 17 Şubat’ta Önder beyin tahliye işlemini başlatmıştık.’ diyor ama edilmedi, bizim bundan haberimiz bile yok. Bırakın tahliyeyi, sesini duymayı da geçtim, sağlık durumu hakkında bilgi alamadık. Karşımıza kim çıkarsa çıksın kapı duvar. Diyorlar ki o bir mahkum, hakkında bilgi vermek yasak, kesin emir var. 20 günde sadece bir kez bilgi verildi. O da ilk yatırıldığında arandık. Ta ki artık kalbi durup ta ümit kesildikten sonra görmeme müsaade ettiler. Cansız elini tuttum, 10 dakika sonra tahliye haberi geldi. Entübe olunca iki yakını görebilir dediler, şuursuz vaziyete gelene kadar her şey yasaktı. Eşimin ölümünde kimin sorumluluğu varsa hepsinin hesap vermesini istiyorum.” ifadelerini kullandı.

“BİZE BİLGİ VEREN BİR DOKTOR UZAKLŞATIRMA CEZASI ALDI”
Bold Medya’ya konuşan Nurten Ateş, güçlükle bilgi alabildikleri bir doktora ise soruşturma açıldığını söyledi: “Bir doktor bize bilgi verdiği için bir hafta uzaklaştırma cezası aldı. Doktor diyor ki, Ben onların fetöcü olduğunu bilmiyordum. Ben bir doktor olarak hasta yakınlarının bilgi alma hakkına binaen bilgi verdim. Ben yoğun bakım servisi, mahkum servisi, operatör, iç hatlar, şansımı deneye deneye her yerden bir kırıntı dahi olsa eşimin durumuyla ilgili bilgi alırım diye sürekli dolaşırdım. Bu olaydan sonra hepsi daha sert bir üslupla bize yaklaştı. Bir gün hemşireye dedim ki, ‘şu an eşim sizin yanınızda, onu görüyorsunuz’ değil mi. Yani ‘durumu şu deseniz, korkmayın deseniz, işinizden mi olursunuz’ dedim. ‘Evet işimden olurum, sadece doktor bilgi verebilir’ dedi. Çok sert bir şekilde. O korkuyu herkese yaşatmışlar. Ama zaten doktor bulamıyorduk. Halbuki doktorların hipokrat yemini var. Hasta hakları diye bir şey var.”

“28 GÜN KARANTİNA HÜCRESİNİN CEFASINI ÇEKTİ”
Çorum’da görev yaparken 1 Eylül 2016’da ihraç edilen İngilizce öğretmeni Önder Ateş, dini sohbet yaptığını söyleyen tanık ifadeleri, Çorum Öğretmenler Sendikası’nın bir yıl gönüllü başkanlığını yapması ve Bylock kullandığı iddiasıyla 30 Eylül 2020’de 9 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Dosyası Yargıtay’da bulunuyordu. Nurten Ateş, mahkemesi devam ederken eşinin karantina hücresinde maruz kaldığı sağlıksız ve insanlık dışı koşullarına da dikkat çekti:

“TUVALET İHTİYACI İÇİN PET ŞİŞE VERİLDİ”
“Mahkemesi Çorum’da görülüyordu. ilk mahkemesinde SEGBİS ile bağlanmadı, direkt Çorum’a götürdüler. Tam 28 gün Samsun T Tipi Cezaevinde karantina hücresinin cefasını çekti ve oranın şartları gerçekten çok ağırdı. Tuvaleti olmayan bir hücre. Çok affedersiniz pet şişe verilip hayvan gibi ‘buna yapacaksınız’ deniliyor. Penceresi kırık, leş gibi bir ortam. Kantin yok, telefon hakkı yok. Yemekler çok kötü, gardiyanların muamelesi kötü. Eşim çok güçlü bir yapıya sahipti ama orada duvarları yumruklayarak hıçkıra hıçkıra ağlamış, sesi kaç hücre ötesinden duyulmuş.”


NURTEN ATEŞ’İN TBMM’YE VERDİĞİ DİLEKÇENİN TAMAMI
Nurten Ateş’in eşinin uğradığı hak ihlallerini 7 maddelik dilekçesi.

“Samsun T Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatmakta iken 11 Şubatta , kovid-19 teşhisiyle Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan 4 mahkumdan biri olan Önder Ateş vefat ettiği 3 Mart tarihine kadar hem cezaevi , hem savcılık,  hem de hastane olmak üzere bu kurumlar, üzerlerine düşen görevleri yapmakta ciddi ihmaller göstermiş , hem hastayı  ,hem de  ailesini en temel haklarından mahrum bırakarak 20 günlük hastalık sürecini resmen işkenceye dönüştürmüşlerdir. Şöyle ki:

1) 11 Şubatta mahkum hastaneye kaldırılmış ama cezaevi aileyi 17 şubat çarşamba günü arayarak ancak bilgilendirmiştir. Aile “simdi mi haber veriyorsunuz?” deyince biz 15 Şubat’ta diğer numarayı aradık ama çıkmadı diyerek sorumluluğu atmak istemişlerdir ancak zaten 15 Şubat’ta 4 gün geçmesi üzerine ve cezaevinde olan iki numaradan biri çıkmayınca diğerini neden aramadıklarının izahı olmayınca sağlıkçı memur “haklısınız ” demek zorunda kalmıştır. Aile ise ilk günden itibaren önce cezaevine ulaşmaya çalışmış ancak bir türlü ulaşamamış,  avukatını göndermesine rağmen net bir bilgi alamayınca hastaneyi arayarak ve oradaymış gibi sorarak gerçeği öğrenmiştir.

2) O dakikadan itibaren de gerek bilgi alma gerekse telefon hakkının orada kullanılmasını isteme, yoğun bakıma kaldırılmasıyla birlikte tahliye hakkının kullandırılması ile ilgili her türlü çırpınışları sergilemiş ancak öldüğü dakikalara kadar ailenin çığlıkları kimse tarafından duyulmadığı gibi savcılık entübe olunca yakını görebilir demiş,  ölümüyle eş zamanlı olarak ta tahliyesi aileye bildirilmiştir. Hatta ölümünden sonra tahliyesi gerçekleştirilmiştir. Ailenin ısrarı üzerine zorla ve gardiyanlar eşliğinde saat 16:00 sularında eşine gösterilmiş ve eşi yalvar yakar hastayı görüp elini tuttuğunda buz gibi ve şişmiş elinden canının gittiğini çoktan anlamış, 15 dakika sonra da hastanız tahliye edildi denilip 10 dk. sonra da mahkumun (hastanın) bütün eşyaları bir anda orada aileye teslim edilmiştir. Akşam 20:00 gibi aile aranarak hastanız ağırlaştı gelin denmiş,  ertesi gün aile cenazesini almaya gittiğinde ölüm saati olarak 21:05  yazılan ölüm raporu kendilerine verilmiştir.

3) ilk ve en büyük ihmalin kovid gibi ölümcül ve nefesle alakalı bir hastalıkta hastayı mahkum koğuşu gibi sağlam insanı bile hasta edecek koşullarda tutarak yeterli oksijeni almasının engellenmiş olmasıdır. Bu şartlarda hastanın durumu her geçen gün kötüleşmiş ve 14 şubat gecesi yoğun bakımlık hale geldiği halde (saturasyon önce 60, sonra 50 ye kadar düşmüş) yer olmadığı gerekçesiyle bekletilerek ancak 16 Şubat günü yoğun bakıma alınabilmiştir.

4) Yoğun bakıma alındıktan sonra ise hiçbir şekilde bilgi verilmemiş ve mahkum olduğu için savcılıktan kesin yasak var söyleyemeyiz diyerek aile iç hatlarda çaresizce dolaştırılmış ve katiyen aileye hastanın sağlık durumu ile ilgili bilgi verilmemiştir. Aile peki biz nasıl bilgi alacağız dediğinde ise her gün yoğun bakim doktoru tarafından günde 1 defa olmak üzere bilgilendirilecekleri söylenmiş ancak 20 günde bu sadece bir kere gerçekleşmiş,  ikinci olarak da kalbi durduğunda aranmıştır.

5) Aile normal kanallarla  bilgi edinemeyince tanıdık tanımadık bir çok kişiyi devreye sokmuş ancak hiçbirinden düzenli bir bilgi akışı sağlanamamıştır. Bu arada bir tanıdık vasıtasıyla bilgi veren bir doktor fetöden yatan bir hasta mahkum hakkında bilgi vermek suçundan (!) uzaklaştırma cezası almış, Allahtan ki geçmişinde fetöye dair bir iz olmaması üzerine işine sorunsuzca döndürülmüştür. O saatten sonra eş dost aracılığıyla bile bilgi almak iyice zor hale gelmiştir.

6) Vefatından  birkaç gün sonra ise aileye gelen telefon herkesi şoke etmiştir. Arayan Samsun Başsavcısı ve arama sebebi ise kendileri için değerli bir mahkum olduğunu belirttiği Önder’in vefatına üzüldüğünü bildirip taziye dileklerinde bulunmasıdır. Ailenin “Biz çok eziyet çektik, sadece bilgi almak bile devlet sırrına dönüştü, bize bir sesini duyurmadınız” gibi serzenişleri üzerine “Benim haberim yoktu, olsaydı görüştürürdüm” demiştir. “Ama entübe olunca hakkımızı hatırlatmayı bildiniz, kendinde olmayan komalık adamı görebilirsiniz” dediniz deyince, “Biz 17 Şubat’ta hem Önder Bey için hem de Emrullah Bey  için (Emrullah Akar,  eşimin koğuşundan hastaneye getirilen 4 kişiden biri olup 12 Şubat’tan itibaren yoğun bakımda olan diğer mahkum) tahliye girişiminde bulunduk demiştir. Ne gariptir ki Önder Bey ölümünden sonra tahliye edilirken Emrullah bey taburcu edilmesinin ardından hücreye konulmuştur. Hatta önce kendi kalabalık koğuşuna getirilmiş, orada 2 gün tutulduktan sonra karantina gerekçesiyle hücreye konulmuştur.

7) Önder Bey’in avukatı ilk günden itibaren telefon hakkı için gerekli başvuruları yapmış ancak savcı “hastane altyapısı müsait değil” gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş,  tekrar tekrar talep üzerine değerlendirip yazılı olarak bildireceklerini söyleyip aileyi oyalama yoluna gitmişler ve neticede hastanın ve ailesinin en temel hakları olan görüştürülme, bilgi alma ve bilhassa bu hastalıkta hayati öneme sahip moral motivasyon yolları tamamen kapatılarak süreç hem kendisi hem de ailesi için dayanılmaz bir hâl almıştır.
<< Önceki Haber Cezaevinde koronavirüsten vefat eden öğretmenin eşi... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER