[Dr. Selim KOÇ] Canilere sesleniş

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile aynı dönemde İlahiyat Fakültesinde okuyan Samanyoluhaber.com Yazarı Dr. Selim Koç canilere seslendi

SHABER3.COM

DR. SELİM KOÇ 

Bir kaç gün Kronos Tv'den yayınlanan "Fetö koğuşunda bir kürt sanatçı" adlı bir röportajı acıyla ve ibretle seyrettim. Duyduklarıma inanamadım. Fakat sanatçının, kendisine yapılanları içi yanarak anlattığı her halinden belliydi. Doğruluğunu simasına ve bakışlarına yansıyan iç yangınından tasdik etmemek mümkün değildi. Video baştan sona Türkiye'de hukukun rafa kaldırıldığının, insanlığın yerlerde süründüğünün, siyasi iktidar tarafından karakol ve hapishanelerin nasıl işkence yuvalarına dönüştürüldüğünün apaçık ilanı ve ispatıydı. Bu röportajı veren Hozan hanıma ve yayına hazırlayanlara çok teşekkür ederim. Ancak bir söyleşiyle zalimlerin belleri, bir daha dirilemeyecekleri şekilde kırılmıyor, beklenilen adalet geri gelmiyor. Bunun için hem sanatçımız Hozan hanıma hem de bu tür işkencelere maruz kalmış ya da şahit olmuş herkese büyük görevler/sorumluluklar düşüyor. Sanatçımızdan ve bu tür mağdurlardan güçlerini ve seslerini birleştirerek ve daha da artırarak yükseltmelerini bekliyoruz. 

Artık bu sanatçımız gibi, benzeri işkencelere maruz kalmış kadın-erkek herkesin konuşması ve işkencecilerini yer, zaman ve biliyorlarsa isim ve şekil olarak tarif ve ilan etmeleri bir farz. Yaşadıklarını mahcubiyet ya da başka sebeplerden dolayı saklamamaları şart. Yoksa bu toplum ve dünya, AKP ve MHP iktidarının nasıl milletin ırzına ve iffetine el uzattığını anlamayacak. Bebeklere kadar nasıl bir linç girişiminde bulunduklarını ve nice canlara kıydıklarını göremeyecek. Devlet kadrolarındaki ehil insanları KHK kararlarıyla tasfiye edip, insanlıktan zerre kadar nasibi olmayan soysuzları onların yerine yerleştirdiklerini idrak edemeyecek. Bugün Türkiye mahkemelerinin nasıl bir mezbahane, hakim ve savcıların da nasıl bir kasap haline geldiğini fehmedemeyecek. Hapishanelerin de gardiyanlar tarafından nasıl bir işkence yuvasına dönüştürüldüğünü kabullenemeyecek. 

Kamera karşısında konuşmak istemeyenlerin yazmaları/yazdırmaları ya da perde arkası röportaj vermeleri ve işkenceci mahlukları bir şekilde deşifre etmeleri gerekir. Böylece halen Avrupa'da verilmekte olan hukuki mücadeleye sonuna kadar destek olmaları, yaşadıklarını omuz omuza vererek mahkeme salonlarına ve dünyanın gündemine taşımaları sonuç alma adına çok önemli. Hukukun nasıl katledildiğini, insanların içeride öldürüldüğünü ya da ölüme terk edildiğini, yapılan işkencelerle ölümlerden ölüm beğenmeye mahkum edildiğini, uluslararası gündeme taşınmasına katkı sunmaları çok hayatî bir mesele. Evet, ne olursa olsun susmamak insanî ve İslâmî büyük bir sorumluluk. Susup zalimlerin daha da fazla işkence etmesine göz yummamak, suskunluğumuzla onları cesaretlendirmemek… 

Konuşun kardeşlerim, ablalarım, abilerim! 
Korkmayın, siz utanılacak bir şey yapmadınız. 
Konuşun, zalimlerin cesareti kırılsın. 
Konuşun, zalimlerin elleri kırılsın. 
Konuşun, zalimlerin korkulu rüyası olun! 
Konuşun, masumların ve mazlumların ümidi olun! 
Konuşun, içeride güneş ışığına hasret yıllardır bekleyenlerin aydınlığı olun! 
Konuşun, güneş doğsun! 
Yoksa karanlık daha da uzayacak. 
Haykırın, çığlıklarını hapishane duvarlarının dışına duyuramayan on binlerce mazlumun sesi-soluğu olun! 
Yoksa süreç daha da uzayacak; uzadıkça daha fazla ağırlaşacak. 

Bir de psikolojik sağlığımız vs. elvermiyor diye düşünebilirsiniz. Yakînim şu ki siz konuştukça sağlığınız iyileşecek. Hapislerde ölümüne tutulan mağdurlara sahip çıktıkça, onların sesi-soluğu oldukça Allah size sıhhat, af ve afiyet verecek. Gönüllerinize inşirah salacak, üzerinize sekine indirecek… Sizi ilaçlar değil, asıl mazlumların dışarıdaki elçileri, sözcüleri olmanız yüzde yüz iyileştirecek. Mazlumların duaları ve az da olsa sizin desteğinizle nefes almaları bütün iç sıkıntılarınızı alıp götürecek. Allah Resûlü’nün beyanıyla, siz o mazlumların sıkıntılarını giderdikçe Allah da sizin anguazlarınızı giderecektir. Onların yardımına koştuğunuz sürece Allah da sizin yardımcınız olacaktır. (Bkz. Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58) 

Konuşsak da bir şey değişmez diye düşünmeyin! İnsanlık, sana yapılanları nasıl ve nereden bilsin? Unutmayın! İnsanlığın hipnoz edilmesinin arkasında, konuşabilecek kimselerin susması; uyananların uyandırma misyonunu eda etmemeleri vardır. "İnsanlığı uyandırmak bana mı kaldı!" deyip özlerini gaflete salmaları vardır. 

Dolayısıyla bir kötülüğü gören mü'min susmaz. Allah Resûlü’nün beyanıyla gücü yetiyorsa onu eliyle değiştirir. Eliyle o kötülüğü ortadan kaldırmaya gücü yetmiyorsa, diliyle, konuşarak, haykırarak kötülüğü/zulmü ortadan kaldırmak için mücadele eder. Diline de kelepçe vururlarsa o zaman da kalbiyle buğzeder. (Bkz. Müslim, İman 78) Fakat -Elhamdülillah- kimse bugün dilinize kelepçe vuramaz. Fakat siz kendi ellerinize ve dillerinize kelepçe vurmayın. Çözün ellerinizdeki ve ayaklarınızdaki mahcubiyet ve ezilmişlik bağını. Siz kötü bir iş yapmadınız. Çözün dillerinizin üzerine atılmış düğümleri. Haykırın yapılan zulümleri meşru' ve kanuni her yol/yöntem ve haklarınızı kullanarak.    

Hey Gardiyanlar!

Hey Edirne'de ya da güzel ülkemin farklı şehirlerinde masumlara işkence yapmayı meslek haline getirmiş vampirler! O bebekler ve masum mazlumlar, sizden intikamını almak üzere dirilecek ve kamera karşısında ve sahnelerde yerlerini alacaklar. Şiirler, güfteler, şarkılarla, hikayeler ve tiyatrolarla… Bir değil binler olarak. Yakında gelecekler… Dünyada hangi deliğe girseniz, peşinizden takip edecekler, ka-ça-ma-ya-cak-sınız. Yok dünyada kaçtınız, ahirette büyük mahkemede mizanın başında sizi bekleyecekler. Kur'ân'ın ayetiyle soruyorum size: "Diri diri işkenceye tabi tutulup öldürülen bebekler, diri diri her gün işkence ve ızdırapla bir kaç kez öldürülen analar hangi günahla öldürüldü? Diye sorulduğu zaman." (Tekvîr, 81/8, 9) geçerli mazeretiniz(!) var mı? Devletin bekası mı diyeceksiniz? Yoksa biz emir köpeği idik mi diyeceksiniz? Yoksa sizi, uşak olarak kullanan zalimlerin kurtarabileceğine mi inanıyorsunuz?  

Hey Edirne Cezaevi’nde, devletin bekasını anaların rahimlerinde arayan yüzsüzler! 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin adalet tarihine "kadınların rahiminde elle uyuşturucu arama"  adiliğini ekleten ahlaksızlar! Sizi de bir ana doğurmadı mı? Akşam eve gidince hanımınıza ya da ananıza, yaptığınızı gururla anlattınız mı? Yoksa siz ananıza ya da kız kardeşlerinize aynı muameleyi yapabilecek kadar şerefsiz ne idüğü belli olmayan bir mahluk musunuz? Yar-gı-la-na-cak-sı-nız. Yoksa sizi yargılamayan millet ve adalet kendi helakine ferman çıkarmış demektir. 

Hey cani el!

Masum kadınların rahiminde uyuşturucu arayan soysuz el! Uyuşturucu orada değil nerde bilmiyor musun? Bilmemen mümkün değil zaten. Sedat Peker açıklamadı mı bütün uyuşturucu trafiğini? Kolambiya-Mersin hattını söylemedi mi? Binali Yıldırım'ın oğlunu ve gemilerini deşifre etmedi mi? Yine 2021 yılının Ağustos ayının başlarında, merkezi İstanbul’da bulunan ACM (Air Charter Market) Havayolları’na ait özel jete, Brezilya’nın Fortaleza Havalimanı'ndan, Belçika’nın başkenti Brüksel’e gitmeye hazırlanırken Brezilya Federal Polisi (PF) tarafından yapılan aramada bin 304 kilo kokain ele geçmemiş miydi? Ve ne tasadüf ki bu uçak Gulfstream IV tipi uçağın, 15 Temmuz günü yaşanan darbe tiyatrosu sırasında Cumhurbaşkanı Recep'i, Dalaman’dan İstanbul’a götüren uçak değil miydi? 


Sana da sesleniyorum Adalet Bakanı Bozdağ!

İşkenceyi yol edinmek ya da işkencecileri korumak ne zamandan beri adalet kelimesiyle örtüşür oldu? Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılında, hukukun rafa kaldırıldığı,  kadınların zorla soyulduğu ve çıplak aramaya tabi tutulduğu, rahimlerinde elle uyuşturucu arandığı, hamilelerin hapishanelerde doğum yaptığı, lohusa kadınların hapislere atıldığı, bebeklerin annelerinden dolayı cezaevlerinde tutulduğu bir dönemin mimarı olmak, adalet mi zulüm mü? İzzet mi zillet mi? Şeref mi, şerefsizlik mi? Beraber okuduğumuz Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde İslam hukuku derslerinde Prof. Dr. Hamdi Döndüren ya da Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz hocalar sana böyle mi öğretti. Yazıklar olsun senin insanlığına ve hukukçuluğuna!  Sen değil hukukçu insan olsaydın, içinde imandan/insaftan zerre kadar kırıntı kalsaydı Allah'tan korkar sorumlusu olduğun bakanlığın bünyesinde hapishanelerde bu insanlık suçlarına asla müsaade etmezdin. Bu tür suçları işleyen varsa da onları tespit ettirir aleme ibret kısas yapardın. Fakat demek ki seni, ilahiyattan sonra okuduğun Hukuk Fakültesi'nde ya da görev aldığın kabinede/derinlerde nasıl bir kimyevî işleme tabi tuttular ki kimyanla birlikte ruhun da bozulmuş. Ya da sana ne va'd ettilerse karşılığında imanını, kalbini ve ruhunu satmışsın. Ama unutma! Zerre kadar ahirete imanın varsa, o masum kadınlar ve diri diri hapishanelere gömülen/ömürleri çürütülen yavrucuklar seni ve şürekânı hesap meydanında bekleyecek. O zaman seni ne Recep, ne de unvanlarının/bakanlığının kurtaramayacağını hatırlatmama gerek yok her halde.  

Ey hapishanelerinde, kadınların tecavüze uğradığı, rahimlerinde elle eroin arandığı ülkenin büyük mimarı(!) sayın Recep Tayyip Erdoğan! O kadınlar önce Allah'a sonra devlete emanet değil miydi? Senin inancında kadınlar ilahi emanet değil miydi? Cennet anaların ayakları altında değil miydi? Hani bizim kültürümüzde kadına, yaşlıya ve çocuklara dokunulmazdı? Hani iffet ve insanlık anlayışın nerede? Hani dinin ve hukukun garanti altına aldığı ırzın ve mahremiyetin dokunulmazlığı nerede?   

Sen o masum kadınların iffetine dokunarak devlete, hukuka ve adalete tecavüz ettin. Sende, söz ve yalan çok ama başkan olduğun ülkeyi düşürdüğün çukurları görebilecek göz kaldı mı? İster miydin senin hanımını hapishane odalarında çıplak arayıp, otur-kalk yaptırsınlar. "Devletin bekası" der miydin bir yakınının rahiminde elle uyuşturucu arasalardı. Torunların hapishane köşelerinde büyüsün; en izbe yerlerde suçsuz yere, en ağır şartlar altında hayvandan daha aşağı bir muameleye tabi tutulsun. "İşte bunlar Tayyib'in torunları!" diye terörist ithamlarıyla dışlansın. Bu sorular, biliyorum içini acıtacak. Varsın acıtsın! Belki bu acılar seni, derin iktidar uykularından ve ötelere müflis olarak gitmekten kurtarır. Siyasetten değil, iman ve insanlıktan zerre kadar nasibin varsa ara sıra başına örttüğün takkeni önüne koyar düşünürsün!      

Fakat şunu bil ki: O bebekler dirilecek ve siz ve suç ortaklarınızı hesaba çekecekler. İffetine dokunduğunuz bütün kadınların ahı sizi en yakınlarınızla tutacak. Hayatları boyunca saçının telini bile namahreme göstermemiş kadınları hapishane dehlizlerinde soyup aramaya tabi tutmanız sizi en yakınlarınızla vuracak. O masum kadınların içine düşen ateş sizi cayır cayır yakacak. Bekleyin, sözde Allah'a iman ettiğini söylediği halde İslâmî ve insanî bütün değerleri ayaklar altına alıp çiğneyen hainler! Bekleyin, kadınların iffetine leke sürmeyi marifet ve adalet olarak belirlemiş haydutlar! 

Size son sözüm kelam-ı ezelînin Allah Resûlü’ne öğrettiği şu ayettir: "Ey Resûlüm! İman etmeyenlere ya da iman ettiği halde imansızca/kafirce icraat yapanlara deki: 'Elinizden geleni geri koymayın. Biz de inancımız ve ideallerimiz doğrultusunda elimizden geleni kesinlikle yapacağız. Bir de davranışlarınızın akıbetini bekleyin, biz de ilâhî adaletin gerçekleşeceği günü bekleyeceğiz." (Hûd, 11/121, 122) 
Evet, zulüm ve haksızlıkta direttiğiniz takdirde, başınıza gelecek belâları bekleyin artık! İşte, biz de Rabb’imizin vereceği hükmü bekliyoruz! Çünkü biz, şu hakîkate yürekten inanmışız: "Sakın Allah'ı, senin hizmetlerini engelleyen, sana ve mü'minlere baskı ve işkence yapan, Allah'ın dininin yaşanmasına mânî olan zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Allah onların cezalarını, korkudan gözlerin belereceği bir güne erteliyor." (İbrahim, 14/42) 

Siz de bekleyin Allah'ın zalimlere vadettiğini. Herkes aradığını ve kendisine va'd edileni pek yakında bulacak.  

<< Önceki Haber [Dr. Selim KOÇ] Canilere sesleniş Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER