'Beni tutuklayan hâkim alt katta oturuyordu, intihar etmek için bileklerini kesti’

15 ay hapis yatan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağduru hâkim Karanfil: "Beni tutuklayan Zonguldak Sulh Ceza hâkimi intihar teşebbüsünde bulundu. Benim alt katımda oturuyordu. Tutukladıkları insanların eşleri ve çocuklarının ağlamalarına şahit olunca psikolojisi kaldırmadı, bileklerini kesti..."

SHABER3.COM

Kronos Haber'den Selahattin Sevi imzasıyla yayımlanan haberin ikinci bölümünde ihraç edilen hâkim Kemal Karanfil yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor.

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildikten sonra 15 ay hapis yatan Karanfil, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında kendisi hakkında tutuklama kararı veren hâkimin intihar teşebbüsünde bulunduğunu söyledi. 

Karanfil söz konusu hâkimin tutukladığı insanların eşleri ile karşılaşıp çocuklarının ağlamalarına şahit olunca psikolojisinin bozulduğunu ve bileklerini kesmeye kalktığını söyledi.

15 Temmuz’u siz nasıl yaşadınız, neler geldi başınıza?

Önce kişisel görüşümü söyleyeyim: İktidar 15 Temmuz’dan önce Suriye’ye girmek istiyordu. Fakat ordu karşı çıkıyordu. Yargıtay’da belli bir dizayn yapmak istiyordu, Yargıtay üyelerini görevden alıp İstinaf Mahkemesi’ne göndermek şeklinde… 

Ciddi tepkiler yükseldi barolardan, bu yargıya darbedir denildi. Bu tepkileri bertaraf etmek ve başkanlığa giden yolda bir nevi böyle bir olay görmezden gelindi. Ben 15 Temmuz’u çok şaibeli buluyorum, bile bile gerçekler açıklanmıyor. 

Gerçekleri yazanlar ya hapse atılıyor ya da susturuluyor. 15 Temmuz’un şaibeli olduğu yönündeki en büyük kanaatim, TBMM’de muhalefet milletvekillerinin bir araştırma komisyonu kurulması yönündeki teklifini, İktidar partisi reddetti. Israrlar sonucu daha sonra komisyon oluşturuldu ancak Hakan Fidan ve Hulusi Akar çağrılmadı. 

Önemli kişiler yerine ilgisiz alakasız insanlar çağrıldı. Ben 15 Temmuz gerçeklerinin ortaya çıkarılmak istenmediğini görünce bu darbe teşebbüsünün önü-arkası karanlık ve şaibeli bir girişim olduğu kanaatine vardım. Bunu bir yargıç olarak gözlemledim. En komiği de daha silah sesleri dinmemişken 2 bin 800 hâkim savcının evine gidilmesiydi. 

Darbeyi engellemek yerine hâkim savcıların evlerine gidilmesi, basılması, ellerinde listelerin hazır olması önceden bunun planlandığının işareti. İkinci gün, 16 Temmuz’da uyumak üzere iken benim evime de geldiler. 

Halbuki 2802 sayılı hâkim savcılar yasasına göre bir hâkimin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardır. Ağır cezalık suçüstü hali olmadan üzeri eşyası aranamaz. Gözaltına alınıp tutuklanamaz. Bunların hiçbiri olmadan, en ufak bir suç isnadı olmadan tutuklandık.

O günü anlatır mısınız?

Saat 23:00 gibi evime geldiler. Polis utana sıkıla geldi. Çünkü onlarda biliyor illegal bir şey yaptıklarını. Bu hadise bir gün sonra 16 Temmuz’da oldu. Aynı günün sabahında açığa alındığımız açıklanmıştı.

Hangi şehirdeydiniz?

Zonguldak’taydık. Çocuklarla hafta sonu bir gezi yapmayı planlıyorduk. Ben TV seyretmiyordum. Bir arkadaşım aradı. Ne oluyor Türkiye’de? diye sordu. Ben de ne oluyor, hiçbir bilgim yok dedim. 

Televizyonu o zaman açtım, bir tuhaflık olduğu belliydi. Kanallar normal yayınlarına devam ediyordu. Sadece köprünün bir tarafının tutulduğu ile ilgili bir altyazı geçiyordu. Çoğu kişinin uyanık olduğu bir saatte darbe olması pek bana mantıklı gelmedi. Darbe böylemi olur. ?

Ertesi sabah açığa alındınız, akşamında polisler geldi…

Evet. Önce göz altına aldılar. Ben masumiyetimden şüphe etmediğim için hiçbir hazırlık yapmadım. Yanıma kıyafet vs almadım. Ancak öyle olmadı. Tutuklandık. Benim tutuklama kararımı veren hâkim daha sonra vicdan azabına dayanamayarak bileklerini kesmeye kalktı. Başsavcı ona ‘eğer sen tutuklamazsan biz seni tutuklarız’ demiş.

Sizi tutuklayan hâkim kimdi?

Adı, Hasan Kocabaş. Zonguldak Sulh Ceza Hâkimi. İntihar teşebbüsünde bulundu. Benim bir alt katımda oturuyordu. Tutukladıkları insanların eşleri ile karşılaşınca çocuklarının ağlamalarına şahit olunca psikolojisi kaldırmıyor, bileklerini kesmeye kalkıyor. Bizzat teyzesinden duydum.

Sonra ne oldu?

Üç gün gözaltında kaldıktan sonra savcıların karşısına çıkarıldık. Tuhaf tuhaf sorular soruldu. Hatta savcı bana utana sıkıla “Affedersiniz, bunları sormaya utanıyorum fakat sormak zorundayım.” diyerek sorulması suç sayılan özel hayata ilişkin sorular sordu. 

“Hangi gazeteyi okuyorsun, çocukların hangi okula gidiyor.?Yurt dışı seyahati yaptın mı?” gibi sorular sordular. 20 yıl önce gittiğim dershane soruldu.

Tamamen özel hayatınızla ilgili kalıp sorular…

26 hâkim ve savcı ile alakalı tek delil bir Emniyet yazısıydı. Biz hâkime sorduk,“bu yazının içeriğini öğrenebilir miyiz” diye. Cep telefonu ile bir yerlerle yazıştı. Cevap gelmeyince ara verip gitti. 45 dk sonra, bu yazının bizle alakalı olmadığını, bu sebeple açıklanmasına gerek olmadığını söyledi. 

Ancak dosyadaki tek delilin bizimle alakası olmadığı söylemesine rağmen 26 hâkim ve savcı tutuklandı maalesef. Cezaevine gittik. Tutukluluğa itiraz ettik. Normalde 24 saat içinde cevap verilmesi lazımdı. Ama 6 ay sonra cevap verildi. Resmen cezaevinde unutulduk. Ben yazı yazıyordum: “Unutulduk mu?” diye. Böyle baştan savma işler yapılıyordu.

Herhangi bir kötü muamele gördünüz mü?

Bize darp türü bir muamele olmadı. Ancak bizden sonrakilere yapıldığını duydum. İzmit’te, Diyarbakır’da, Denizli’de, Ankara’da çok kötü işkencelere maruz kalınmış. Şikâyet dilekçeleri ile bizzat işkenceye tanık olanları gördüm, dinledim. Bizzat tanık olan insanlar var.

Ne kadar tutuklu kaldınız?

15 Ay tutuklu kaldım. Mahkemede 6 yıl 3 ay cezaya çarptırıp hükümle birlikte tahliyeme karar verildi. Komik olanı; duruşmada 6 yıl 3 ay denildiği halde, sonradan bize tebliğ edilen kararda 7 yıl 6 ay yazılı olduğunu gördüm. 

Duruşma SEGBİS sistemiyle yapıldığı için çok rahat bu durum tespit edilebilir. 9 Ekim 2017 tarihinde tahliye oldum. Ceza alma nedenim YARSAV üyesi olmak, 2006 yılında dini bir sohbete gitmek, bir de HSYK seçimlerini izlemek. Bylock iddiası vardı, ancak baştan beri buna itiraz ettiğim halde ne dinlendi ne de araştırıldı. 

Yaptığım tüm talepler reddediliyordu. İsnat var ama kendimi savunmama bile müsaade edilmedi. Ben hapisteyken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundum: Bu darbe önlenebilirdi, bu kadar insan ölmeyebilirdi diye. Yetkililerin yüzlerce insanın akan kanında sorumluluğu var diye. Hakan Fidan ve Hulusi Akar hakkında suç duyurusunda bulundum. 

O zamana kadar Bylock iddiası yoktu. Suç duyurumun hemen ardından beni çağırdılar ve hakkımda Bylock iddiası olduğu söylendi. Liste ellerinde istedikleri gibi eksiltme ve çıkarma yapıyorlar. 

Bugün Kemal Kılıçdaroğlu, AYM başkanı hakkında bile Bylock iddiası olsa bunun aksini ispatlayacak bir merci yok maalesef. Çünkü bylock imaj belgesini, CMK 134 ün açık emrine rağmen bizlere vermedikleri gibi bu belgeleri sır gibi gizli tutuyorlar.

Mahkeme safhası nasıldı?

İlk duruşmada çok komik şeyler oldu. Ben hakkımdaki suçları öğrenmek istedim. Normalde yargıcın lehimde ve aleyhimde olan delilleri toplaması gerekir. Ama hemen sonucun açıklanmasına gidilmek istendi. Ben itiraz edince dosyam bana gösterildi ve inanın saçma sapan suçlamalarla doluydu. 

12 yıl önce bir sohbete gitmişim, şu gazeteyi okumuşum gibi abuk- subuk suçlamalar. Kural olarak savcı sizin suçlu olduğunuzu kanıtlamak zorunda. Aksi kanıtlanıncaya kadar herkesin masum olduğu anayasal bir ilkedir. (AY md.38 – AİHS md.6) 

Ne varki bu süreçte “Suçluluk karinesi egemendi, ve biz masum olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyorduk. O na rağmen bununla ilgili tüm taleplerim reddedildi ve hakkımda 6 yıl 3 ay ceza verilmesi istendi ama gerekçeli kararda 7 yıl 6 aya çıkarıldığını gördüm. Hâkimin duruşmada verdiği cezanın ben yokken arttırıldığını görüyorum. 

Gerçekten çok komik ve anlamsız şeyler bunlar. Avukatlara da zabıt verilmedi. Maalesef yargı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için çalışmadığını gördüm bu süreçte. Tüm bunları itiraz olarak öne sürdüğüm halde İstinaf hiçbirini incelemeden ceza kararını onadı.Ülkede zerre miktar hukuk kaldıysa benim kararım mutlaka bozulur diyordum.

27 ayrı fahiş usul hatası bulunan kararım onandığına göre demek hukukun zerresi bile kalmamıştı. Sadece formalite icabı bir yargılama yapılıyor.

Eski bir yargıç olarak yargılanma sürecinizin röntgenini çekseniz neler görürüz?

Öncelikle suç ve cezalar kanunlarda bellidir. Hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencilerine anlatılan bir şey var, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diye. Hakkımda en ufak bir ihbar, suçlama, şikâyet dilekçesi olmadan gözaltına alındım. İsnat, yani somut olarak suçlamanın ne olduğu 8 ay boyunca bana bildirilmedi. Yargılama yapılırken darbe ve terör iftirasıyla yargılandık. 

Gerçekten sözünü ettikleri gibi bir terör eylemimin olup olmadığı araştırılmadı. İleri bile sürülmedi. İtirazlarımızın hiçbiri dikkate alınmadı. Özel hayatımızdaki, mesela devlet memurunun saat 5’ten sonra ne yaptığı kimseyi ilgilendirmez. Kişi isterse bara gider, isterse kahvehaneye gider, isterse maça gider, bu onun özel hayatıdır. 

Kişilerin özel hayatının suç teşkil etmedikçe dokunulmazlığı vardır. Bize suç uyduramadıkları gibi bizim özel hayatımızla, din ve vicdan hürriyeti kapsamında kalan, mesela benim okuduğum gazete, benim sosyal medyadaki görüşlerim, seçimlerdeki demokratik tercihlerim, dernek üyeliklerim gibi özel hayatımla ilgili anayasal haklar suçlama konusu yapıldı. Anayasanın bana tanıdığı haklar, garip bir şekilde terör suçu addedildi. 

Terör suçu tanımıyla uzaktan yakından alakası olmayan suçlar uyduruldu. Sanki mevzuattaki yasalar değil de gizli bir, kırmızı kitap mı artık bilmiyorum siyasi kriterler esas alınarak yargılamalar yapıldı. Hakimler hukuk kurallarını değil de başka kriterleri esas alarak soruşturma ve yargılamalar yaptığına tanık oldum.

Mesela Ergenekon davaları ve Gülen cemaati davalarında farklı uygulamalar mı var?

Evet, Ergenekon’a, Hizbuttahrir’e farklı, Gülen cemaati mensuplarına ise çok farklı uygulama içerisinde olduğunu üzülerek görmekteyim. Açık bir ayrımcılık yapılmaktadır. Bu ayrımcılık alt mahkemelerde olduğu gibi Yatgıtay 16. Ceza Dairesi, 9. Ceza Dairesi ve Anayasa Mahkemesi’nde de çok açık bir şekilde kendini gösteriyor. 

Örneğin Kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen dava ile ilgili olarak Yargıtay 16.ceza Dairesinin verdiği kararda üzerinde durduğu, bozma nedeni yaptığı hiçbir ilkeyi Gülen cemaati ile ilgili davalarda uygulamamaktadır. 

Aynı şekilde IŞİD ve PKK zanlılarına ayrı, Gülen cemaati mensuplarına aykırı kriterler uygulamaktadır. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 21.04.2016 T, 2015/4672 E. Ve 2016/2330 K. Sayılı Ergenekon Kararı ve Bylock ile ilgili 24.04.2017 tarih ve 2015-3 E. – 2017-3 K.sayılı Bylock ve iki hâkim ile ilgili karar -26.09.2017 tarih ve 2017-16-956, 2017-370 sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında bu korkunç çelişkiyi görebilirsiniz. Bununla ilgili 50 den fazla çelişkiyi bir makale konusu etmiştim.

Yani mesela Balyoz ve Hizbuttahrir davalarında geçerli kabul edilmeyen deliller cemaat davalarında geçerli mi sayıldı? 

Evet, Anayasa Mahkemesi Balyoz ve Hizbutttahrir kararlarında dijital delillerin tek başına delil olamayacağını, suistimale müsait olduklarını, şiddet içermeyen fiillere terör isnat edilemeyeceğini, böyle bir isnatta bulunurken hâkimlerin daha dikkatli olması gerektiğini söylediği halde (18.06.2014 tarihli Sencer Başat ve diğerleri ile Balyoz kararı,19.7.2018 tarihli Yılmaz Özçelik – Hizbuttahrir kararı ), MİT’in hâkim kararına dayalı olmayan şaibeli ve hukuka aykırı Bylock tespiti için, silahlı terör örgütü üyeliği için yeterli delil olduğunu diyebilmektedir. (Aydın Yavuz ve diğerleri kararı B. No: 2016/22169, 20/6/2017)

Farklı karar verenler olmadı mı, tüm mahkemeler buna uydu mu?

Farklı yönde karar veren hakimler ya görevden el çektirilmiş, ya da haklarında soruşturma açılarak diğer tüm hâkimlere “Resmi kabul dışında karar verirseniz, sizin de sonunuz böyle olur” şeklinde göz dağı verildi. 

Örnek, Bylock yeterli bir delil değildir diyen Antalya ve Gaziantep istinaf mahkemesi başkanları, hakimleri görevden el çektirilerek sürgün edilmiş, 2.4.2017 de gazetecileri tahliye eden İstanbul 25 Ağır ceza mahkemesi hakimleri açığa alınarak haklarında soruşturma açılmıştır.

Özetle maruz kaldığımız bu suçlamalara karşı gidebileceğimiz, hakkımızı arayabileceğimiz tarafsız ve bağımsız bir yargı mercii yok. Normal bir ülkede, yargı mercileri vatandaşları, iktidarın, güç odaklarının, zorbaların zulmünden koruyan merciler iken, bu karanlık süreçte bana eziyet ve zulümlerin büyüğünü yapan bizzat yargı mercileri idi. 

Hâkimler adeta davacı gibi davranıyordu. Bu acımasızlığı ve hukuksuzluğu, birkaç ay önce birlikte çalıştıkları bir meslektaşlarına karşı işliyorlardı.

Hukuksuzluklar mahkeme safahatında giderildi mi peki?

Dosya gizli olduğu için zaten neyle suçlandığımı 8 ay boyunca bilemedim. Oysa Avrupa insan hakları mahkemesinin bir sürü içtihadı var ‘silahların eşitliği ilkesi’ gereği. Savcının elinde olan belgeleri şüpheli de görmeli, suçlanan da görmeli ki kendini savunsun. 

Dosya üzerine gizlilik kararı konularak bu hakkımızı engellediler. İkinci olarak avukatla görüşmelerimiz kısıtlandı. Mesela, haftada bir gün yarım saatle sınırlı tutuldu. Yine avukatla görüşmelerimizdeki mahremiyet ilkesi uygulanmadı. Yanımıza iki tane infaz koruma memuru oturtuldu. Gardiyanlar, bazen dayanamayıp arada onlar da konuşmaya eşlik ediyorlardı. 

Sanki avukat benimle değil, infaz koruma memuru ile görüşüyor gibi bir ortam vardı. Görüşmelerimiz kamerayla çekildi. Dolayısıyla etkin bir şekilde avukat imkanından yararlandırılmadan etkin bir şekilde savunma hakkı tanınmadan hakkımızda hüküm kuruldu. Hatta duruşmada güzel ve etkin savunma yapan avukatlar gözaltına alındı, tutuklandı. 

Korkutuldu. Mesela biz Zonguldak’ta ilk gözaltına alındığımızda 56 avukat nöbetçi olarak çağrıldığı halde gelmedi. Ancak 57. Kişi CMK avukatı olarak gelebildi. Daha sonra o 56. avukatın “bu teröristlere avukatlık yapmayın” diye tehdit edildiklerini öğrendik. 

Astronomik fiyatlar isteniyordu vatandaşlardan. Çoğu insan da avukat bulamıyordu. Çünkü o insanlar bu davaları almaktan korkuyordu.

Suçlamalar sadece özel hayatınızla, sosyal medya paylaşımlarınızla mı ilgiliydi?

Bir hâkim veya savcı mesai saatleri dışında tamamen özgür müdür? Mesela kamuoyuna açık olarak görüşlerini açıklayabilir, hatta muhalefet edebilir mi? Bir hâkim ve savcı belli bir siyasi partiyi hedef alarak konuşamaz, konuşmaması gerekir. Fakat hâkim ve savcı isim vermeden hukuksuzlukları eleştirebilir. Hukuk ve adalet bir devletin temelidir. 

Hukuka yönelik gelen bir darbe aynı gemide yaşadığımız için gemiye zarar vereceği ve batıracağı için duyarlı bir vatandaş olarak hâkim ve savcı görüşlerini sosyal medyada ya da basın aracılığı ile özellikle anayasal düzeni tehdit eden yargı bağımsızlığına, hâkim ve savcılara baskıya yönelik, sivil toplum kuruluşlarına karşı yapılan orantısız uygulamaları eleştirebilir. 

Yeter ki kendi ilindeki önüne gelmesi muhtemel bir davayla ilgili olmasın. Onun dışında hâkim de bir insandır sosyal medya da başka bir ortamda görüşlerini paylaşabilir. AİHM in bu konuda bir çok lehe kararı var.

Diyorsunuz ki, “Ben konuştum ama anayasal çerçevede, yasaları ihlal etmeden konuştum.”

Ben herhangi bir parti veya kişileri hedef alarak konuşmadım. Hukuka aykırı illegal işlemlerle ilgili konuştum, insanları hukuka davet ettim.Hukuk alanında yazılmış ve defalarca baskısı yenilenmiş 3 ayrı eserim var. 

Aynı zamanda yazar olduğum için adalet.org adlı hakim-savcı internet sitesinde kendi sosyal medya hesaplarından hukuki makaleler yazıyordum. Toplumda hukuka saygı, yargı bağımsızlığı ve insan hakları konusunda farkındalık oluşması için yazılar yazdım.

Gözaltı, tutuklanma ve yargılanma sürecinizde, cezaevi günlerinde aileniz nasıl etkilendi, arkadaşlarınız yalnız bıraktı mı sizi?

Ailem hep yanımda oldu. Allah a şükür ben dostlarımı iyi seçiyordum. Yürekli mert insanları dost edindiğim için bu süreçte çok hayal kırıklığına uğrayanlardan değilim. O dostlarım beni hayal kırıklığına uğratmadı yanımda oldu. Fakat meslek ve iş icabı görüştüğümüz insanlar ürktü, korktu ve haliyle çekindiği için uzaklaştı. 

Sahte yüzlü insanlar, dost gibi görünen sırtınızı sıvazlayan insanların bir kısmı uzaklaştı. Fakat onların da yerine gerçekten hukuka, demokrasiye inanmış birçok güzel ve yeni dostlar edindim. 

Veli Saçılık, Acun Karadağ, Levent Mazılıgüney, Albay Mehmet Alkan, Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Prof. Dr. Haluk Savaş, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof Dr. Fahrettin Dağlı, Şebnem Korur fincancı gibi yiğitleri tanıma fırsatı buldum. 

Birçok hukukçu ve insan hakları savunucuları ile tanıştım. KHK platformunda çok değerli insanlarla birlikte olma imkanı oldu. Hiç araya gelemeyeceğimiz ve aramıza duvarlar örülen insanlarla tanıştık. Bir kesimin ötekileştirdiği insanların gerçekten öyle olmadığı, hak hukuk adalete inanan insanlar olduğunu gördüm. Hak, hukuk talep ettiğini gördüm. Sağ ve sol kesimde, temiz yürekli insanlar bir araya geldi.

Şimdi bir hak arama mücadelesindesiniz ve sivil toplum örgütlerinde aktif görev alıyorsunuz…

İstanbul KHK Platformunun yürütme kurulundayım. Öncelikle KHK mağduriyetlerini dillendiriyoruz. Twitter hesaplarımız var. Pazartesi ve perşembe günleri sosyal medya çalışması yapıyoruz. Hukuksuzlukları dile getirip insanları duyarlı olmaya çalışıyoruz. 

Korkunç hukuksuzluklar oluyor maalesef. Sesi duyulmayan insanların sesi olmaya çalışıyoruz, kimsesizlerin kimsesi derler ya… Çünkü maalesef insanları damgaladılar, KHK’lıları toplumdan dışladılar. Biz bu KHK’lı insanların, suçsuz inşaların sesi olmaya çalışıyoruz. 

Yanlış yapan elbette yargılansın fakat bir sendikaya üye oldu, bir bankaya para yatırdı çocuğunu özel bir okula gönderdi diye meslekten atılan bir sürü insan var. Bunlarla bir araya gelip tekrar haklarımızı nasıl elde ederiz diye fikir yürütüyoruz. Ankara’ya gidip siyasilerle görüşmeye çalışıyoruz. İktidar ve muhalefet vekilleriyle görüşmeye çalışıyoruz. 

Ondan önce de hukukun üstünlüğü platformunu kurmuştuk. Hukukçu arkadaşlar olarak. Söyleşi ve basın açıklamalarımız olmuştu. Bu şekilde ülkenin kendi insanına eziyet etmesini sonlandırmasını, tekrar hukuka dönmesi yönünde gayretlerimiz oluyor.

Bu dönemde birçok insan korktuğu için hakkını arayamıyor. Siz 15 Temmuz’dan önce ve sonra konuştunuz. Tekrar gözaltına alır veya tutuklarlar diye korkmuyor musunuz? Cesaretinizin kaynağı ne?

Bu cesaretin kaynağını masumiyetten ve Allah'a olan inancımdan alıyorum. Allah’a iman eden, masum olduğuna inanan ve suçsuz olduğunu bilen kişi cesur olur. Suç işlemedim ki kalkıp gizleneyim. Utanılacak bir şey yapmadım ki saklanayım. Allah'a şükür alnım açık. Duruşmada bile savunma yaparken hakimler kafalarını öne eğiyorlardı, yüzüme bakamıyorlardı. 

Hatta hesap soruyordum onlara.! Bu hakim ne yapmış ki 15 aydır tutuklu tutuyorsunuz? HSYK seçimlerinde hükümet listesini desteklemedim diye bir insan tutuklanır mı? Terörist iftirası atılır mı ? Diye kızıyordum kürsüdekilere. Suçum, kula kulluk etmemek. Cübbemi iliklememek. Hukukun üstünlüğü ve yargının tarafsız ve bağımsızlığını savunmak. 

Zamanında ak partiye oy verdim.Ancak yanlış yaptığında eleştirdim, terk etmeyi ve sorgulamasını bildim. Ben körü körüne biat eden bir insan değilim ki. Yıllar önce gülen cemaatinin bir sohbetine gitmişimdir. Fakat o cemaate veya başkasına körü körüne biat eden bir kişi değilim ki.

Gülen Cemaati ile bir şekilde ilişkisi olan insanlar çoğunlukla inkâr ediyor. Siz ise sohbetlerine gittiğinizi kabul ediyorsunuz…

Ben bir Müslüman evladıyım. Güneydoğulu, Siirtliyim. Müslüman bir ailede yetiştim. İslam dini, dini ve faydalı sohbeti tavsiye eder. Hadisi kudsi var hatta, “Allah’ın anıldığı yere melekler iner” diye. İnsanların, imanını takviye etmek için camilere sohbetlere, Allah’ın anıldığı yere gitmeleri öneriliyor. 

Şimdi ben ehli tarik bir insanım, tasavvufu seven bir insanım. Ama herhangi bir yerde güzel dini bir sohbet varsa oraya da giderim. Menzil’in sohbetine de gittim, zamanında MGV’nin ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Said Özdemir’in, Esad Coşan Hocaefendinin sohbetlerine gittim.Bana biri dese ki buyur bir yerde güzel bir sohbet var, çay içeceğiz, derse giderim. 

O benim özel hayatımdır. Bir Müslüman olarak benim din ve vicdan hürriyetim kapsamında olan bir şeydir. Gülen Cemaatindeki insanları da devletine bağlı, çalışkan, dürüst insanlar olduğu için onların davetine de icabet ettim. Onlara da gittim. Fakat ben onlara gittim diye terörist olmam ki. Orada da bir yanlış görseydim gitmezdim. 

Fethullah Gülen’in Diyanet İşleri Başkanlığı na bağlı 40 yıllık bir personeli olduğu göz ardı ediliyor. Yıllarca tüm devlet liderlerinin övdüğü, elini öpmek için sıraya girdiği bir insana halkın teveccüh etmemesini beklemek saflık olur. 

Halk, devletin itibar ettiği, saygı duyduğu din adamlarına ilgi duyar. Günümüzde sanki devletin bir memuru vaizi değilmiş, uzaydan gelmiş bir kişi gibi davranılıyor.

Bu ilişki sadece sohbetlerle mi sınırlıydı. Yargı imamları varmış, hâkim ve savcılar için paralel başka bir amir-memur ilişkisi varmış vs. Bu iddialar için ne diyorsunuz?

Benim böyle bir ilişkim hiç olmadı. Eskişehir’de görev yaparken hala görevde olan bir arkadaş “bir sohbet var” dedi, gittim, Menzil sohbeti. Oranın ne olduğunu araştırmam. Beni davet eden insanın samimiyetine inanıyorsam giderim. Genelde camide, mescitte bu kişilerle tanışıyorum. 

Mescitte bakıyorum temiz yüzlü çalışkan ve dürüst bir hâkim, davet ediyor, neden gitmeyeyim. Onun neye bağlı olduğu beni ilgilendirmez. İmamımız da olmadı. Onlar var mı yok mu bilmiyorum ama biraz abartılıyor ve uyduruluyor. Ben mesela 18 yıl boyunca böyle bir şey yaptıysam tüm kararlarım UYAP’ta kayıtlı. Tek bir kararımı çıkarıp “bak sen yanlış bir karar vermişsin” diyemiyorlar. 

Daha önce hiçbir isnat yok. Bir insan aklını kiraya vermişse 18 yıl boyunca bir tane bile olsa, yanlış karar vermez mi? Böyle bir karar ortaya koyamıyorlar. Oraya gittin, buraya gittin. Kardeşim senin meyhaneye, bara gitmene, kahveye gitmene ben karışıyor muyum? Müslüman bir insan camiye gittiği gibi Allah’ın, Peygamber SAV in anıldığı yere de gider. Bu suç değil. 

Dini sohbeti terör suçu saymanın kendisi terör suçudur. Terör suçunun tanımında der ki temel hak ve hürriyetleri yok etmek terör suçudur. 

Bir insanın özel hayatına, okuluna, sendikasına, camisine, sohbetine karışamazsınız. Adam isterse kiliseye, isterse havraya gider.Bu onun özel hayatı. İstediğim gazeteyi okurum, başarılı gördüğüm bir okula çocuğumu gönderirim. 

Hele devletin Milli Eğitimin onay verdiği bir başarılı okula neden göndermeyeyim? Devletin kendi onay verdiği ve açtığı bir okula “neden çocuğunu gönderdin?” demek devlet olarak utanılacak bir durum. Bunu soran kişi devlete ihanet ediyor. O okulu devlet açmış, o sendikayı devlet kurmuş. 

O bankadan devlet vergi almış. Devlet vatandaşına kumpas kurar mı? Bunları sormak ayıp. Bunlar insanları devletten soğutma faaliyetidir.

Geriye doğru baktığınızda 15 Temmuz’u nasıl görüyorsunuz?

Bakın size bir olay anlatayım. Bir gün aracım bozulmuştu. Aracı tamirhaneye götürdüm. Tamirci kişi KHK’lı bir polisti. Laf lafı açtı. 15 Temmuz’un şaibeli olduğunu söyleyince, “hâkim bey yüzde yüz katılıyorum” dedi. Anlatmaya başladı: Ben 15 Temmuz’da köprüdeydim. 

Tanklar gündüz saat dörtte polis araçları eskortluğunda gelmişti. Hala görevde olan Jetta marka bir araç çakarını ön tarafına koydu tankları köprüye getirdi. Daha sonra onlarla çay içtik sohbet ettik.Ne onlar, ne biz, darbe olduğunu bilmiyorduk. 

Sonra Ankara’da bazı yerler bombalanınca sohbet ettiğimiz komutan “Allah Allah, bu işte bir iş var” dedi. Onlar bile başka bir şeylerin geliştiğini söyledi. Onları gözaltına aldığımızda, cep telefonlarında, baktık ki Hulusi Akar dahil isimlerinin olduğu Whatsapp grubu vardı. 

Bunları tutanak altına aldık. Bizim tutanakları almadılar. Götürdüğümüz birim bu tutanakları imha etti. Önceden hazırlanmış bir tutanağı imzalattılar bize.. Bizim görgümüze dayanmayan başka bir tutanaktı. Halbuki köprüde biz görevliydik. 

Olay yerine ilişkin kamera görüntülerini istediğimiz halde hiçbiri bize verilmedi. 15 Temmuz da birçok komutanı göz altına aldım. Takdir ile taltif edildiğim halde, 3 yıldır bana açıklanmayan nedenle savunmasız olarak meslekten ihraç ettiler dedi.

O kişi rütbeli bir polis miydi?

Orada görevliydim, diyor. Rütbeli muhtemelen. Albayı ve yarbayı gözaltına almış, sonra ödüllendirmişler, en sonunda da atmışlar KHK ile. Onur belgesi verdiği insanı ihraç ediyorlar. “Biz görüntüleri istedik vermediler.” diyor. Çok ilginç şeyler var. 

Bunlar soruşturulsa AKP’li milletvekili Şamil Tayyar’ın dediği gibi “15 Temmuz’la ilgili gerçekler soruşturulsa, gerçekler ortaya çıkarılsa bugün hain denilenlerin kahraman, kahraman denilenler hain olabilir.”

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Öncelikle hâkim ve savcılara bir şeyler söylemek isterim. Lütfen hukuk ve anayasanın dışına çıkmayın. Siyasiler yanlış yapar. Hâkim ve savcı yanlış yaparsa insanımız, vatandaşımız kime derdini anlatacak. Neden AİHM’e muhtaç ediyoruz. 

Hep demez miyiz “dünyaya adalet dağıtmış bir milletin evlatlarıyız” diye. Siyasi kriter ve şahsi hislerle değil hukukun evrensel kurallarıyla hareket edelim. Bu iktidar yarın bir gün gider, yapılan hukuksuzlukların hesabı sorulacak. Kendilerine yazı etmesinler. 

Kul hakkıyla bu dünyadan gitmesinler. KHK’lılara da, utanılacak bir şey yapmadıysanız korkmayın diyorum… Bir sendikaya, derneğe üye olmak sohbete gitmek suç değil. Sadaka vermişseniz, hayır yaptıysanız masumiyetini anlatın. 

Siz kendinizi anlatmazsanız kimse anlatmaz. Haklarınıza sahip çıkın.! Hukuk mutlaka geri gelecek ve tüm haklarımızı geri alacağız inşallah.

<< Önceki Haber 'Beni tutuklayan hâkim alt katta oturuyordu, intihar etmek... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER