'Asker, 'kumpas' palavrasını yutmadı

Zaman Gazetesi yazarı Şahin Alpay, iddia edilenin aksine Hizmet Hareketi’nin 17 Aralık’tan sonra daha da güçlendiğini söylüyor. Alpay, “AKP geriye giderken, Hizmet Hareketi, 17 Aralık’tan sonra maruz kaldığı bütün iftira, yalan ve saldırılara karşın, daha da güçlendi” diyor.

'Asker, 'kumpas' palavrasını yutmadı

13 yıldır Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Şahin Alpay’la, hem Hizmet Hareketi’ni hem de yeniden seçim atmosferini solumaya başlayan Türkiye’nin sıcak gündemlerini konuştuk. Seçimde tercihini HDP’den yana kullanan Alpay, hem Bahçeli’ye hem de daha önce destek verdiği AK Parti’ye kızgın.

ŞAHiN ALPAY’IN KARiYERi

1967’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldum. 1968-71 arasında Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde asistanlık yaptım. 12 Mart-zede olarak İsveç’e iltica ettim. 1972-81 arasında Stockholm Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Siyaset bilimi dalında doktoramı orada yaptı. Yurda döndüğümde 12 Eylül oldu; akademik kariyere devam etmek imkânı bulamadım. Hasan Cemal’in daveti üzerine basında çalışmaya başladım. 1982 – 92 arasında Cumhuriyet gazetesinde editörlük ve yazarlık yaptım. 1993’te Deniz Baykal’ın daveti üzerine kısa bir süre CHP genel başkan ve grup danışmanlığında bulundum. 1993-94’te Sabah, 1994-2011 arasında Milliyet gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptım. 2001-2015 arasında Bahçeşehir Üniversitesi’nde dersler verdim. 2002’den bu yana da Zaman’da yazıyorum.

ÖNCE HÜKÜMET SONRA SEÇİM

*7 Haziran seçimlerinden sonra halkın koalisyon istediği ortaya çıktı. Ancak günler geçtikçe farklı bir       gelişim söz konusu oldu. Aşılamayan eşik neydi?

Her üç muhalefet partisi de AKP iktidarını eleştiriyorlardı. Ortak noktaları, AKP iktidarında hukuk devletinin tahrip olması, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa’yı çiğniyor olmasıydı. Arzu edilirdi ki, bu üç parti hukuk devletinin ihyası, 17-25 Aralık soruşturmasının tamamlanması ve Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin Anayasa’daki sınırlarına çekilmesi üzerinde anlaşarak ortak bir hükümet kursunlar. Bu hedeflere ulaştıktan sonra da seçimler yenilensin. Fakat maalesef MHP daha önceki tavrıyla da çelişen bir tutum izledi. Hatırlarsanız önceki yasama döneminde MHP, HDP'ye karşı en azından saygılı bir tutum sergilemişti. Ne var ki 7 Haziran’dan sonra bu tavrını terk etti ve 'HDP'yi yok sayarım' demeye başladı. Bunu nereye kadar vardırdı? HDP’ye oy veren 6 milyon insanı şerefsizlikle suçlamaya kadar…MHP’nin bu tavrının, demokrasiye açıkça cephe almaktan başka bir anlamı olamaz.

ŞEREFSİZ SÖZÜNÜ AYNEN İADE EDİYORUM

*Siz de HDP’ye oy vereceğinizi açıklamıştınız. Bahçeli’nin hakaret içeren açıklamasını nasıl karşıladınız?

Evet, HDP’ye oy veren 6 milyon yurttaştan biriyim. Bu ‘şerefsizlik’ hakaretini Devlet Bahçeli’ye aynen iade ediyorum. Bana sorarsanız burası haklarına sahip çıkan yurttaşların yaşadığı bir ülke olsaydı, 6 milyonun da Bahçeli’ye dava açması gerekirdi.

TÜRKİYE'NİN FABRİKA AYARLARI BOZUK

*MHP’nin koalisyona yanaşmama sebebi sadece terör hassasiyeti midir?

Buna doğrudan değil ama dolaylı bir cevap vereceğim. Türkiye neden bir türlü huzur bulamıyor? Çünkü maalesef Türkiye’nin “fabrika ayarları” bozuk. Nedir o fabrika ayarları? Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, kuruluş ilkeleri... Üç temel ilke söz konusu. Bir tanesi ‘Türkiye demokrasiyle modernleşemez, otoriter yönetim, tek parti rejimi gerekir.’ Bu ilke doğrultusunda her türlü muhalefet ihanetle özdeşleştirildi. İkincisi, ‘İslam modernleşmenin karşısındadır, onun için İslam’ı devlet denetimine alacağız, inanç özgürlüklerine kısıtlama getireceğiz, bunu da Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapacağız. Türkiye’deki bütün Müslümanlar Diyanet dininden olmak zorundadır...’ Üçüncü ilke neydi? ‘Modern bir toplum ancak tek kimlikli, tek kültürlü bir toplum olabilir. Dolayısıyla hangi etnik kimlikten olursa olsun bütün yurttaşlar Türklüğü benimsemek zorundadır.’

KÜRTLER'E ZORUNLU ASİMİLASYON

Rusya’dan, Balkanlar’dan kaçarak gelen Müslümanlar, Cumhuriyet’in bu asimilasyoncu politikasını gönüllü olarak kabul ettiler. Çünkü Türkiye’de güvenliğe kavuştular. Ya Kürtler? Bu coğrafyada Türkler’in gelmesinden çok daha öncesinden beri var olan, kendi dilleri ve kültürleriyle yüzyıllardır var olmuş bir halk. Kurtuluş savaşı, Anadolu ve Rumeli Müslümanları’nın yabancı istilasına karşı bağımsızlık mücadelesi olarak yapıldı. Lozan’da İsmet İnönü ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Türk ve Kürt devleti olarak kurulacağını söylediler.
Kürtler buna istinaden Sevr’i yırttı, Türkiye’nin kurtuluş mücadelesine destek verdiler ama bağımsızlık kazanıldıktan sonra ne oldu? Dendi ki, ‘Kusura bakmayın siz artık Türk’sünüz...’ Kürtler zorunlu asimilasyon politikasına maruz bırakıldı.

AKP, iSLAMi KEMALiST

Cumhuriyet’in fabrika ayarları, tabii ki, zamanla, çeşitli revizyondan geçti, ama esasları hâlâ yerinde. CHP Kemalizm’in otoriter laiklik ilkesine bağlı. Diyanet dini kontrol edecek, inanç özgürlükleri üzerinde sınırlamalar olacak. Evet, bu konuda bazı yumuşamalara tanık olduk. Bazı liberal, özgürlükçü görüşlü CHP’lilerin otoriter laiklik anlayışında törpülemeler yaptığını görüyoruz. MHP ise Kemalizm’in öteki temel ilkesini, yani ‘Hepimiz Türk’üz...’ ilkesini, otoriter tek-kültürcülük politikasını neredeyse sıkı sıkıya izlemeyi sürdürüyor. MHP Kemalizm’in bu otoriter kimlik yorumundan fazla ayrılmamış oluşu, maalesef, demokrasiyi büyük tehdit altında bırakıyor. AKP’ye gelince: AKP iktidarı altında “Hepimiz Diyanet İslamı’na inanırız…” politikası adeta tahkim edildi. İslam’ın farklı yorumlarına karşı tahammülsüzlük arttı… “Kürt sorunu vardır” ile başladık ama yeniden “Kürt sorunu yoktur”a geldik… Değişen fazla bir şey yok. Onun için AKP hakkında İslamcı sosa bulanmış Türk milliyetçisi ya da İslami Kemalist tanımlaması yanlış değil.

BUGÜNÜN DERiN DEVLETi MiT OLABiLiR

*Derin devletle ilgili yazılarınızı hatırlıyorum. Susurluk ile Ergenekon’u kıyasladığınız anlatımlarınız var. O bahsettiğiniz derin devletin bugüne etkisi var mıdır?

Demirel’in meşhur lafı vardır: ‘Derin devlet askerdir.’ Askeri vesayet dönemi boyunca politikacılara güvenmeyen, çok partili düzenin Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini aşındırdığını, kendi imtiyazlarına da zarar verdiğini düşünen askerler zaman zaman doğrudan darbe yaptılar, zaman zaman da kendileriyle uyumlu politikacılarla birlikte birtakım hukuk devleti dışında kalan tedbirler aldılar. Susurluk kazasıyla ifşa olan rezalet, hukuk düzeninin dışında ve üzerinde bir ‘derin devlet’ olduğunu göstermiş; devletin en üst düzeyinde alınan gizli kararlarla cinayetler işlendiği ortaya çıkmıştı. Bugünün ‘derin devleti’ MİT olabilir. Çünkü MİT, neredeyse devlet içinde devlet niteliği kazanmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sır küpü”, güvendiği esas güç merkezi olduğu anlaşılıyor. MİT’in hukuk devletine uygun olarak davrandığına dair güven duymuyorum. Denetlenemiyor oluşu, MİT’in üzerindeki derin devlet şüphesinin temeli.

ASKER, ‘KUMPAS' PALAVRASINI YUTMADI

*17 Aralık sürecinde Ergenekon ve Balyoz davalarından dönüşler oldu. Size göre AK Parti’nin Balyoz ve Ergenekon’la ilgili düşüncesi 17 Aralık’la mı değişti?

Bu konudaki görüşüm çok açık. Hiç şüphesiz, AKP 2010’da Anayasa değişiklikleri için yapılan referanduma kadar askeri vesayeti en azından geriletme, hukuken değilse de fiilen son verme konusunda kararlıydı. Çünkü kendisi darbe girişimleriyle karşı karşıya kaldı. Ta ki, 17-25 Aralık soruşturmasıyla bu ülkedeki yolsuzlukların, hukuksuzlukların ayyuka çıktığının görünmesine kadar... AKP iktidarı 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasını örtbas için, askeri darbe girişimlerinden sorumlu olanların kendilerini savunmak için sığındıkları “paralel yapı” safsatasına sarıldı.

Askerle yeniden ittifak arayışına girdi. Darbe girişimleri için ‘Milli orduya kumpas’ denildi. Bununla da kalınmadı, Cumhurbaşkanı Erdoğan askere ‘Aldatıldım…’ bile dedi. Ben askerlerin hepsinin bu “kumpas” palavrasını yuttuklarını sanmıyorum.
Ama birçoğunun işine geldiği de muhakkak. Balyoz ve Ergenekon düpedüz AKP iktidarını sineye çekemeyen askerlerin ve sivillerin darbe girişimleriydi. Bence ‘artık demokrasi yerleşsin, artık siyasi rol oynamaktan vazgeçelim’ diyen askerler sayesinde önlendi.

AKP’DEN SESLER YÜKSELEBiLiR

*Erdoğan’ın bir erken seçim isteği artık açıkça belli oldu. AK Parti için yeniden bir tek başına iktidar söz konusu olabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin gibi başkan olup ülkeyi şirket gibi yönetmek ihtirasından vazgeçmiyor. Belli ki Türk milliyetçiliğini şahlandırarak bu emeline ulaşabileceğini düşünüyor. Ülkeyi “tekrar” seçime götürerek inisiyatifi yeniden ele geçirebileceğini düşünüyor. En azından AKP’nin yeniden tek başına iktidar, böylelikle kendisinin de hukuken değilse de fiilen başkan olacağı hesabını yapıyor.
Ama erken seçimde partisinin daha da geriye düştüğünü görebilir. O takdirde AKP içinden bugüne kadar yükselmeyen sesler yükselebilir.

HİZMET, HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ SAVUNUYOR

*Sizin Zaman’a başlama tarihiniz AK Parti’nin iktidar olma tarihiyle hemen hemen aynı. Süreci iyi biliyorsunuz. Cemaat’e yönelik ‘AK Parti’ye uzun süre destek verildiği’ yönünde eleştiriler oldu. Sizce bu haklı bir eleştiri midir?

3 Kasım 2002 seçimlerinden bir ay kadar önce Zaman’la anlaşmıştım. Seçimlerin sonuçlanmasından iki gün sonra yazmaya başladım. Ben yazılarımda hep belirttiğim üzere şu kanıdayım: Fethullah Gülen Hocaefendi’nin telkinleriyle oluşmuş olan Hizmet Hareketi, Türkiye’deki sivil toplumun en güçlü unsurlarından biridir.

Tanıdığım Hizmet Hareketi Türkiye’de bütün temel hak ve özgürlüklerle birlikte demokrasinin yerleşmesini savunuyor. Bunun için gerek Hocaefendi, gerek Hizmet Hareketi, askeri vesayetin son bulmasına, temel hak ve özgürlüklerin güven altına alınmasına, demokrasinin yerleşmesine destek verdi. Bunun için, pek çok sivil toplum kuruluşu ve özgürlüğe inanan demokrat aydınlar gibi AKP’nin ilk iki iktidar döneminde uyguladığı AB reformlarını destekledi. Ben de o dönemlerde AKP iktidarına güçlü destek verdim.

BALYOZ VE ERGENEKON'DA TALİMAT AKP'DEN

Herkes bilir, benim dini inançlara saygım vardır, ama dindar bir insan değilim. Hiçbir dini cemaatin üyesi değilim ama Fethullah Gülen’e büyük bir saygı duyuyorum. Bunu tam 20 sene önce yazdım Milliyet’te. O günden bugüne de kanaatim pekişti. Neden? Çünkü Gülen İslam’ın özgürlükçü, barışçı, şiddeti mahkûm eden, hukuk devletini önde sayan, sorunların konuşarak çözülmesini telkin eden bir yorumunu temsil ediyor. İslam’ın manevi ve sosyal yönünü vurgulayan çok önemli bir özgürlükçü İslam düşünürü. Onun telkinleriyle oluşan Hizmet Hareketi’nin, ülkede eğitime, ekonomiye, sosyal dayanışmaya ve Türkiye’nin dünyayla bütünleşmesine muazzam katkıları var ve eğer Hizmet Hareketi ve medya organları, Balyoz ve Ergenekon darbe girişimlerine karşı AKP iktidarının yanında yer almışsa, bu sadece demokrasinin yerleşmesine vermek istediği destekle izah edilebilir.

Balyoz ve Ergenekon soruşturmaları ve davalarında yanlışlar da yapıldı. İlgili – ilgisiz çok fazla sayıda insan soruşturmaya uğradı, uzun süreler tutuklu kaldı, savunma hakları saygı görmedi. Bunlar vahim şeyler. Ama bütün bunlar yapıldıysa, hiç şüphesiz AKP iktidarının talimatları, onayı doğrultusunda yapıldığından şüphe duymuyorum.

HİZMET’İ ÇOK YAKINDAN TANIYORUM

*Peki Cemaat 2002’den bu yana aynı yerinde mi duruyor, AK Parti 2002’den bu yana aynı yerinde mi duruyor diye sorsam?

Bu önemli bir soru. AKP iktidarı üçüncü döneminde gerçekleştirdiği bütün reformlardan geri adım atmış vaziyette. AB süreci bitti, askeri vesayete son verilmesi bitti, Kürt sorununda çözümden vazgeçildi, Kemalist prensiplere sarılır hale geldi. AKP’nin bütünü için konuşmuyorum, belki partililer içinde bu otoriterleşme ve yozlaşmaya gidişin ülke için iyi olmadığını düşünenler vardır. Belki bunlar günün birinde itirazlarını dile getirir.

LAİKLİĞİN ÖNEMİNİ DAHA İYİ KAVRADI

Peki “Cemaat”e ne oldu? Hizmet Hareketi hakkındaki bütün iftira ve yalanlara rağmen gücünü koruyor. İçinden hükümetin diliyle hareketi suçlayan birkaç kişi çıktı. Bu insanların üzerinde durmaya gerek yok. Ben Hizmet’in dışında ama onu hayli yakından tanıma fırsatı bulmuş bir gazeteci ve akademisyen olarak şunu görüyorum. Hareketin mensupları bence herkesin temel hak ve özgürlüklerinin güven altında olması anlamında hukuk devletinin, herkese inanç özgürlüğü anlamında laikliğin ne kadar önemli ve değerli olduğunu, düne nazaran bugün çok daha iyi kavramış vaziyette.Denebilir ki Hizmet Hareketi, gerçekte  17 Aralık’tan sonra maruz kaldığı bütün iftira, yalan ve saldırılara karşın, daha da güçlendi.

TALiMATLA YAZI YAZMADIM, YAZMAM!

*HDP üzerinden size çok yüklenildi. Hüseyin Gülerce de “Cemaat HDP’yi destekledi, konuyla ilgili de Şahin Alpay’a yazılar yazdırdı” dedi. Nedir cevabınız?

Ben kimsenin talimatıyla yazı yazmam. Gülerce’nin bunu iyi bildiğini sanıyordum. 2002’den bu yana Zaman’da yazıyorum. Yazılarıma hiçbir şekilde müdahale olmadı. Zaten ifade özgürlüğümü ihlal eden hiçbir ortamda çalışmam.

*Peki Gülerce neye göre bunu söylüyor?

Gülerce Hizmet Hareketi’nin AKP’ye karşı darbe tezgahladığını da söylüyor. Eminim Gülerce’nin böyle konuşmasını gerektiren fikirleri ve çıkarları vardır. Ben Gülerce’nin söylediklerinin gerçeklerle ilgisi olmadığını söyleyebilirim, o kadar.

Öte yandan evet, Zaman Gazetesi'nde “Tek çare HDP” diye yazan tek bendim. Ama muhakkak ki gazetede Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP’nin oynamakta olduğu olumlu rolü gören yegane kişi ben değilim.

HİZMET'İN İÇİNDEN ÇOK AZ SAPKIN ÇIKTI

*Hüseyin Gülerce 17 Aralık'tan sonra AK Parti aleyhine yazılar da kaleme almıştı. Ne oldu da daha sonra farklı bir söylem içine girdi? Belki konuşmuşsunuzdur?

Ben hakikaten ne oldu da Hüseyin Gülerce böyle bir sapkınlık yaptı, böyle inanılmaz bir yola saptı diye kimseyle oturup konuşmadım.
Latif Erdoğan da çıkmıştı daha önce. Büyük hareketlerin içinden bu kadar az sapkının çıkması bile mucizedir. Çünkü Hizmet Hareketi büyük bir gövde.

BENİ KİMSE SATIN ALAMAZ

*Ali Bulaç, kendisine Zaman’dan ayrılması konusunda birkaç kat fazla para teklif edildiğini söyledi. Siz böyle süreçlerden haberdar mısınız?

Ben böyle süreçlerden haberdar değilim ama birçokları çıkarları gereği ya da kafalarının net olmaması sebebiyle yandaşlığa transfer yapmış olabilirler.Son zamanlarda birçok aydın geçinen ismin de binbir dereden su getirerek otoriter ve yozlaşmış AKP iktidarını savunduklarına tanık olduk. Eminim ki AKP iktidarı olabildiğince çok kimseyi yanına çekebilmek için kesenin ağzını açmıştır.

Buna başka şekillerde de çalışmıştır. Kimse bana böylesi tekliflerle yaklaşma cesareti gösteremedi. Demek ki ben satın alınamayacak bir kalemim (Gülüyor.)

ZAMAN AKP'Yİ DESTEKLERSE BİR SANİYE DURMAM

*17 Aralık’tan önce ya da sonra herhangi bir sebeple Zaman’dan ayrılmayı hiç düşündünüz mü?

Hiç düşünmedim. Zaman beni kovana kadar gitmem de... (Gülüyor…) Doğrusu şu: Zaman, savunduğum hukuk sistemine, temel hak ve özgürlüklere ters bir editöryal tavrın içine girerse veyahut ‘Biz bundan sonra AKP’yi, Erdoğan’ı destekliyoruz ya da MHP’yi destekliyoruz’ şeklinde bir tutum alırsa orada bir saniye durmam. Ama bu ihtimal sıfırdır.

GÜLEN BENİ 20 YILDIR HİÇ YANILTMADI

*17 Aralık öncesi ve sonrası olarak karşılaştırırsak, Hizmet Hareketi ile ilgili düşüncelerinizde bir farklılık var mıdır?

Ben 29 Temmuz 1995’te o zaman çalıştığım Milliyet Gazetesi’nde ‘Hocaefendi’ye saygı’ diye bir yazı kaleme aldım.

Hocaefendi’nin aradan geçen 20 yıl içerisinde ona atfettiğim bütün olumlu vasıflar açısından giderek daha olgunlaştığını, giderek daha kararlı bir şekilde hukuk devletini, farklılığa saygıyı savunduğunu görüyorum.Bu 20 yıl içinde Gülen beni hiç yanıltmadı.

Bugün
<< Önceki Haber 'Asker, 'kumpas' palavrasını yutmadı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER