[Abdullah Aymaz] 90 yaşında yargılanan Nazi subayı gibi

Boynuzlu koyunun, boynuzsuz koyuna zulmetmişse kıyamet günü aralarında kısas olacağını beyan eden rivayetler vardır. Onlar için bile bir mahkeme olduğuna göre, insan zalimleri için elbette hem dünyada hem mahşerde mahkemeler olacaktır.

SHABER3.COM

ABDULLAH AYMAZ

90 yaşında yargılanan nazi subayı gibi

Boynuzlu koyunun, boynuzsuz koyuna zulmetmişse kıyamet günü aralarında kısas olacağını beyan eden rivayetler vardır. Onlar için bile bir mahkeme olduğuna göre, insan zalimleri için elbette hem dünyada hem mahşerde mahkemeler olacaktır. 

Hitler’in kitabından bahsedilince büyüğümüz şöyle bir değerlendirmede bulundu: “90 yaşında bir Nazi subayının yargılandığı haberi vardı. Darısı tüm zalimlerin başına. ‘Tarihî tekerrürler devri daimi’ sözü bu türlü şeyleri ifade eder. Firavunlar, Ramsesler dahi bunların yaptığı zulmü yapmamışlardır. O kadar çok birbirlerine benziyorlar ki, biraz şekilleri ile filan oynansa aynı olacaklar. İlki Alman milliyetçisi gibi göründü; bunlar ise, dertleri Müslümanlıkmış gibi görünüyorlar; hepsi yalan!”

Uzun süredir akşamları el-Kulûbu'd-Dâria, (Yakaran Gönüller)  aramızda taksim edilerek okunuyordu. Şimdilerde Fetih Suresi 19’un katlarına tamamlanacak şekilde pay edilerek okunuyor. Hocaefendi, aslında bir kişinin bir yere çekilip, kendi başına bir oturuşta 19 Fetih Suresi okumasının daha iyi olacağını söyledi. Fetih Suresi okunduktan sonra da 129 defa Lâtif ism-i şerîfi çekiliyor. Uzun süredir okunmakta olan Barla Lahikası, her gün birkaç mektup okunarak bitirildi, şimdilerde İşaret’ül Îcaz okunuyor. Her gün Çağlayan Dergisi’nden de bir parça okunuyor. Yine bu uhrevî akşamların birinde Hocaefendi, çağın sözcüsü Üstad Hazretlerinin ifadeleri üzerinde dururken dedi ki: “Cenab-ı Hak, Üstadımızı Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’a, bizi de onlara bağışlasın. 1400 sene sonra çağın tam bir sözcüsü gibi geliyor… Allah’ın lütfu! Etrafındaki insanlar da mercek haline geliyor, güneş gibi onu gösteriyorlar. Bizim de sıkıntılara dayanmamız lazım. Ama ne yapalım, bir Hazreti Ebu Bekir, bir Hazreti Ömer Efendimizin yaptığı gibi yapamıyoruz. Ne yapalım, kabiliyetimiz bu kadar! Sultana sultanlık, gedâya da gedâlık yaraşır.”

Bizler, 1966’dan itibaren, Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi Vesellem) karşı olan sevgi ve aşkının nasıl bir özlem ve arzuya dönüştüğüne şahidiz. Şimdi de aynı heyecanın tüm tazeliğiyle devam ettiğini görüyoruz. Hocaefendi, bu coşkun duyguyu bazen bir söz ve davranışla, bazen de şairlerin şiirleri ile gösteriyor. Bu şairlerden birisi de Leyla Hanım’dır. İşte Hocaefendi’nin onun şiirlerinden çok zaman tekrarladığı güzel bir beyit:

“Gidüp boynumda zincîrimle ben ol "Ravza-i Pâk"e

Görenler hep beni dîvâne sansın yâ Resûlallah”

“Leyla Hanım’ın söylediği nâtlar bana çok tesir eder. Sadece bir Enderun terbiyesi görmek yetmez bunları söylemeye! Kalp saffeti lazım, gönül ufku lazım… O dili nasıl da kullanıyor! ” Bu değerlendirmeden sonra da Urfalı Şair Nabi’nin Efendimiz ile alakalı edep öğreten bir beytini söyledi. Yani, madem Cenabı Hakk’ın Habib-i Edibi’nin köyüne ziyarete gidiyorsun sakın edebî terk etme. Adabına uygun bir biçimde huzura varmaya bak. Çünkü o ziyaret edeceğin yer nazargâh-ı ilahidir, Muhammed Mustafa’nın makamıdır. Bu matrah-ı nazarda çok dikkatli olmak gerekir:

“Sakın terk-i edebten kuy-ı Mahbub-i Huda'dır bu

Nazargah-i ilahidir, Makam-ı Mustafadır bu (Nabi)”

Arkasından da Sarı Abdullah Efendi’nin beytini okudu. Medine’ye giden bir kervanda develeri çekip sevkeden deveciye, bir an önce Habibullah’a kavuşmak için çok hızlı yol almamız gerekiyor manasında çok edebî bir beyit söylüyor:

“Ey sarbân-ı müşfik hiç olmadın mı âşık.

Aheste revlik etme rahmeyleyip bu zâre

(Ey şefkatli deveci, sen hiç âşık olmadın mı?

Ne olur şu ağlayıp inleyen zavallıya acı da yavaş yürüyeyim deme. )

Ruhunun ufkuna yürümüş büyükler her zaman için insanlığa mürşit ve rehber olmuşlardır. Çoban yıldızı gibi doğru yolların bulunmasına kılavuz olmuşlardır. Onlar daha dünyada iken keşifler ile, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerin hissedemediği şeyleri zevk-i ruhani olarak duyup tatmışlar ve çevrelerine haber vermişlerdir. Bize bu konuda Bediüzzaman Hazretleri ve sadık talebeleri rehberlik yapıyor. Barla Lahikası okunurken Hocaefendi’nin ortaya koyduğu tespitler aynen şöyle: “Geçmişe bakınca kayıp gitmiş ne kadar yıldız olduğunu görüyoruz. İnşallah, biz de imanla gideriz ve hepimiz öbür tarafta buluşuruz. Oranın letafetini duyularımızla tatmadık ama haber verenlerin haberlerine inanıyoruz. ‘Mâlâ aynun raet ve lâ üzünün semiat velâ alâ kalbi beşerin hatarat.’ ‘Dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i Cemâline mukàbil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl…’ Bu mevzuda tanıdığımız insanların deyip ettiklerine bakınca başka delile gerek kalmıyor. Gördüm, diyorlar; zevk ettim, diyorlar… Ne âbide şahsiyetler! Sizin şansınıza düşen de Bediüzzaman ve etrafındaki nadide talebeleri olmuş.”

Günde sadece bir iki saat uyuyabiliyorum
Amerika’da iyi tanınan bir şahsiyet, bir kardeşimize Hocaefendi’nin durumunu ve sağlığını soruyor. O da “Elhamdülillah iyi ama insanlarımızın başına gelenleri duyunca çok üzülüyor.” deyince, o da “Evet! Onun çok büyük ve hassas bir kalbi var; onun üzerinde olayların tesiri bizlere göre on kat daha fazla olur.” diyor. Yine bir sohbetinde Hocaefendi aynen şöyle demişti: “Günde sadece bir iki saat uyuyabiliyorum. Türkiye’de yapıp ettikleri karşısında bir şey demeyeceğim, etkilenmeyeceğim, diyorum; ama vicdan tesirini gösteriyor, içim fokur fokur kaynıyor. Hizmetten başkaca bir düşüncem olmadı hiç. Üstadımız’ın dediği gibi: ‘Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var ne Cehennem korkusu. Yirmi beş milyon cemiyetin îmânı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun.’ Kendini üstün görme değil de hassasiyetten dolayı söylenen sözler bunlar.”

Allah, cazip teklifleri reddedenlere sürpriz ikramlarda bulunacaktır

Türkiye’de barbarca kapatılan eğitim kurumlarından sonra, bu yaptıklarıyla yetinmeyip dünyayı dolaşarak başka başka yerlerde okul kapattırabilmek için uğraşıyorlar. Okulları kapatmaları karşılığında kendilerine yapılan türlü türlü cazip teklifleri geri çevirenler için güzel sözler söyleyen Hocaefendi, şöyle bir değerlendirmede bulundu: “Genel itibarıyla onların faaliyetlerine izin vermeyenler, vermemekle çok iyi yapıyorlar. Okulları kapattırabilmek için her yolu deniyorlar ve cazip tekliflerle insanların karşısına çıkıyorlar. Allah, bu cazip teklifleri reddedenlere gelecekte sürpriz ikramlarda bulunacaktır. Allah onlardan razı olsun! ”

Hocaefendi, “Acaba yeniden o vefakâr öğretmenlerimiz gibi adanmış ruhları nasıl yetiştirebiliriz?” sorusuna bazı şeyler söyleyerek cevap verdikten sonra dedi ki: “O öğretmenlerin gayretleriyle geleceğin dünyası da şekilleniyor. Kendimiz için değil; biz göçüp gideceğiz. Sen tohum at, kim hasat ederse etsin.” Ahiret ve Allah rızası yörüngeli bir iman ve Kur’an hizmetinde dünyevî ve maddî beklentiler olmamalıdır. Fâni dünyanın fâni makam ve mansıplarını kalpten ve zihinden silip atmak gerekiyor. Hocaefendi, sohbet ve tavsiyelerinde bu hususlara sık sık vurgular yapıyor. Yalnız şimdi değil; eskiden beri hep ağırlıkla ve ciddiyetle…

<< Önceki Haber [Abdullah Aymaz] 90 yaşında yargılanan Nazi subayı gibi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER